Hedef, Türkiye’nin kuşatılması ve savaşa itilerek boğulması olabilir mi?
Yeni bir dünya kurulacak mı, kurulabilecek mi?
Eğer kurulacaksa barışla mı, savaşla mı kurulacak?
Önümüzdeki süreçte izini sürmemiz gereken büyük soru, asıl sorun bu.
Üç ülke 21. yüzyılın ikinci yarısını belirleyecek gibi görünüyor: Rusya, Çin ve Türkiye.
Son çeyrek yüzyıla yakından baktığımızda, ABD’nin, Avrupa’nın her alanda gerilediğini, Rusya’nın ve Çin’in ise başta ekonomik ve siyasî alanlar olmak üzere, askerî ve stratejik alanlarda da çok büyük mesafeler katettiğini görüyoruz.
Ve bu arada Türkiye, savunma sanayisinde ihracat yapacak, Batılı yüksek teknolojiye dayalı silahlar üreten ülkelerle yarışacak kadar büyük mesafe katetti: Karabağ’da bir haftada ne yapabileceğini gösterdi hem Rusya’ya hem Avrupa’ya hem de Amerika ve tabii Çin’e.
ABD’NİN VE AVRUPA’NIN TAŞRALILAŞMASI
Önce Amerika ve Avrupa’ya bakalım, kısaca…
Amerikan gücü geriliyor: Amerika, taşralılaşacak, Kuzey Amerika coğrafyasına hapsolacak. Elbette bu kolay olmayacak ama kültürel ve felsefî olarak Amerika’nın Batı uygarlığını tek başına temsil etme gücü de, derinliği de yok.
Bu yoz, sığ, yüzeysel ve insanı hız, haz ve ayartının kölesi yaparak özgürlüğünü yok edici postmodern kültürle insanlığın önünü açacak bir teklif sunamaz dünyaya Amerika.
Avrupa, birleşecekken dağılma sürecine girdi: İngiltere’nin AB’den çıkması, hem Avrupa Birliği projesine büyük darbe vurdu hem de Avrupa’yı taşralılaşmanın eşiğine fırlattı. Postmodern felsefenin daha derinlikli ayağı, kıta Avrupa’sı felsefesi, felsefî tıkanmanın ve ontolojik yok oluşun ilanı açık açık.
Amerika hız, haz ve ayartı rejimi postmodern dromokratik rejimle pasif nihilizme; Avrupa ise postmodern izafileşmenin Tanrı fikrini, hakikati, insanın kendisini ve tabiatı devre dışı bırakmasıyla gittikçe içine kapanan taşralı demokratik rejimle aktif nihilizme teslim.
RUHLARINI YİTİREN RUSYA VE ÇİN GELİYOR MU GERÇEKTEN?
Rusya, özellikle son on yılda çok büyük stratejik atılım gerçekleştirdi, Çin de hakeza.
Rusya, Suriye’ye yerleşti öncelikle. Libya’da “ben de varım” dedi. Çin’le derin stratejik, askerî ve ekonomik anlaşmalar imzaladı.
Çin, yalnızca çeyrek asırda değil yarım asırda, hem bütün Asya’ya hem Afrika’ya hem de Ortadoğu’ya yerleşti.
Dünyanın bütün stratejik kaynaklarını kontrol edebilecek konuma ulaşmak için sessiz ama derinden geliyor Çin.
Rusya ve Çin, geliyorlar ama yok olmaya geliyorlar: İnsanlığın eşiğine sürüklendiği bu pasif nihilizm / deizm ve aktif nihilizm / ateizm açmazının ötesinde yeni bir medeniyet fikri, yeni bir dünya tasavvuru, insanca, hakça ve sulhün hâkim olacağı yeni bir dünya sunmuyorlar bize.
İkisi de kapitalizmin nevzuhûr ve şımarık köleleri: İnsanlığın önünü açacak derin bir maneviyat ve yüce bir sanat dünyası sunan Rus ruhu da, insanlığa insanlığın kendini olgunlaştırma, kendini, zaaflarını terbiye ederek aşma kadim geleneklerini armağan edecek Çin ruhu da çoktan tarih oldu.
İNGİLİZLER VE YAHUDİLER ARASINDA…
Bu arada İngiltere’yi atlamayalım. İngiltere’nin bir ruhu olmadı hiçbir zaman. Oyunları, tezgâhları oldu. Şimdi de alttan alta geliyor.
Ortadoğu’nun, Hint-Pakistan alt kıtasının sınırlarını ve sorunlarını İngilizler belirlediler. İslâm coğrafyası buralar.
Bu coğrafyalarda İngilizlerin ne tür hesaplar peşinde olduğunu anlayamazsanız, İngilizlerin tehlikelerinden emin olamazsınız.
Şimdi Çin’e de yerleşti İngilizler, İpek Yolu Projesi’yle.
Çin›de asıl güç Yahudilerde. Rusya’da da öyle.
Macron’u kelimenin tam anlamıyla “paspas” yapan, Macron’la kedi fare oyunu oynar gibi oynayan yeni Rus Çarı Putin’in Netanyahu’nun önünde nasıl el pençe divan durduğunu da unutmayalım.
Yahudi gücü, kapitalizm üzerinden Çin’i kuşattı. Parmağında oynatıyor Çin’i.
Çin’i İslâm dünyasının başına bela edecek. Çin’in Doğu Türkistan’daki zulümlerine bakın, Çin›in nasıl acımasız, barbar bir “güç kölesi”ne, zulüm makinasına dönüşmeye teşne bir vahşî güç olduğunu göreceksiniz.
HEDEF TÜRKİYE Mİ?
Şu aşamada, Türkiye’nin Çin’le, Rusya’yla, İngiltere’yle, İran’la, ve tabii ABD ve AB ülkeleriyle kurduğu ilişkilerde yakın tarihimizde ilk defa insiyatifin bizde olduğu, Türkiye’de olduğu bir dış politika stratejisi geliştirdiğimizi düşünüyorum.
Her yerdeyiz ve hepsiyle az çok kendimizi merkeze alarak ilişki kuruyoruz.
Son haftalarda Rusya ile Ukrayna arasında tırmanan savaş geriliminde Türkiye’nin Ukrayna ile kurduğu ilişkinin ne kadar stratejik bir ilişki olduğu daha iyi anlaşılmış olmalı.
Batı medyası, Karadeniz savaşı çıkması için yalan haber üretiyor.
ABD, olayları tırmandırıyor ama muhtemelen savaş filan olmayacak. İşin arkasında Soros mu var, acaba?
Asıl soru şu: Hedef, Türkiye’nin kuşatılması ve savaşa itilerek boğulması olabilir mi?
Bu soruyu aslâ yabana atmayalım.
Türkiye, hiç olmadığı kadar güçlü geliyor ve bir asır içinde bölgenin dengelerini altüst edecek tarihî bir sıçrama gerçekleştirebilir…
Türkiye’nin sanki hedef Türkiye imiş gibi hazırlık yapması ve asla bir savaşa girmemesi çok önemli. Eğer Rusya-Ukrayna kapışmasında Türkiye savaşa sürüklenirse, parçalanır -Allah muhafaza.
Vesselâm.