Hoşgörü ya da tahammül
Prof. Dr. Üstün Dökmen Mart 2019’da “Başörtülüler rehber öğretmen olamaz” demiş, yine gündem olmuş. Memur Sen başkanı da açıklama yapmış o zaman. Bugün sorsan kimse hatırlamıyor bile.
Armağan Çağlayan “196Sekiz”de Dökmen ile konuşurken adam döktürmüş.
“Bir deli bir kuyuya bir taş atar 40 akıllı 40 gün tartışır, çıkaramaz” denir ya o hesap media’mız bir Prof’un başörtüsü ile ilgili sözlerini tartışmaya devam ediyor. “Üstün Dökmen gibi birinden Psikolog olur mu?” Ötekisinin burnuna Naftalin kokusu geliyor. Nerden çıktı şimdi bu başörtüsü? Biz onu naftalinleyin, tarihi bir hatıra olarak ceviz sandıkta torunlar için bir geleneksel obje olarak miras bırakmıştık. Hadise’nin eşi bile katıldı tartışmaya. Kimi Dökmene döktürdü kimi, “nereden çıktı bu tartışma” diye rahatsızlık duydu. Öyle ya artık CHP ile başörtüsünü dert edinmiyor artık. Din dar çevreler bugün herkese başörtüsü taktırmaktan söz etmiyor aksine bazı tipler başlarını açsalar daha da rahat edecekler.
Şimdi birilerinin merak ettiği “Dökmen bu açıklaması ile nefret suçu işledi mi işlemedi mi?”.. Bakın ben birilerinin işlerinden nefret ediyorsam birilerinin de benim işlerimden nefret etmesini mümkün. Birbirimizi hoş görmek zorunda değiliz. Sabretmek tahammül etmek ayrı bir şey, hoş görmek ayrı bir şey..
Sahi hiç kimse hiçbir şeyden nefret etmeyecek mi? “Şeytana tapanlar” var diye euzu-besmeleden vaz mı geçeceğiz. LGBT’liler var diye 10 büyük günahtan biri olan Fuhşiyat’ı lanetlemeyecek miyiz! İyi, LGBT’in bir de (+)sı vardı, I, Q, derken, P’de geldi, çocuk pornosu, Avatar pornosu, Humanoid pornosunu saymıyoruz iş geldi E’ye. Yani aile içi ilişki, Ensest ilişkiye. Bu Globalist Satanist Pedefolikleri hoş görmek zorunda mıyız?
Peki biz buraya nasıl geldik? Dökmene kızmadan önce bu soruyu soralım. Biz bu noktaya nasıl geldik? O el ele eylemini başörtüsü direnişini söylemiyorum 15 yılda yarattığımız(!?) “15 milyon genç”ten söz ediyorum. Başörtüsü eylemi artık milattan öncesi bir hadise. Mısır’da başörtülü kızımız mini şortu ile koştu bir atletizm yarışında. Biz de “İslami dayanışma spor karşılaşması” açılış töreninde Telaal bedrü eşliğinde bir dans topluluğu Ensar – Muhacir buluşmasını kreografik bir dansla anlatmışlardı!?
Sahi, 14 yaşında çocuklar Lanzarote’ye göre, biyolojik cinsiyetinden, din, ahlak ve gelenekten bağımsız, yönelim ve eğilimlerine göre 14 yaşına geldiğinde cinsel deneyim sürecinden sonra bir cinsel tercihte bulunabilecekti değil mi? Aile bu kon uda nötr olacak ve eğitim de de nötr olarak çocuğa cinsel yönelik deneyim ve tercih sürecinde 7 yaşından başlayarak eğitim yolu ile nört bir şekilde destek verilecekti değil mi? Kimlik kartımızda GENDER yazmıyor mu! Biz artık BİREY olarak tanımlanmıyor muyuz? Bu yasal bir zorunluluk değil mi? Bu anlamda Uluslararası sistemle birlikte hareket etme konusunda stratejik bir tercih de bulunmadık mı?
Hala ne öyle AİLE filan diye tutturdunuz. Anne-baba yok artık, Dede-Nine, Amca-Dayı, Hala-Teyze de. Din der, Biyolojik cinsiyette de, Para da, Mülkiyet de, yeni normal dönemde, Great Reset sonrası, Trans Humanizm ile birlikte tedavülden kaldırılacak.
Bu “temel siyasi tercih” çerçevesinde Dökmen doğru söylüyor. Bu durum Milli iradenin tecelligahı olan TBMM de grubu bulunan bütün siyasi partilerin oy birliği ile verdiği bir karar. Nötr olacaksınız, ön yargılı olacaksınız, din bir “değer yargısı”dır ve kamusal otoritenin tercihi olamaz. Bu anlamda mer’i yasalar ve uluslararası taahhütler çerçevesinde “başı örtülü biri hakim olabilir mi, psikolog olabilir mi?” sorusunun bir karşılığı var. Bakın BİREY den söz ediyorsanız, GENDER’i kimlik kartlarına yazdı iseniz Din, ahlak, gelenek, biyolojik cinsiyeti sabit bir norm olarak kabul edemezsiniz. O akışkan, değişken bireyi ilgilendiren bir geçici durumu ifade etmektedir. Zaten 5G ve Starlink aşaması tamamlandıktan sonra TransHumanizm aşamasında bu gereksiz, zararlı, çöp fikir ve kavramlar (!?) otomatik olarak hafızalardan silinmek için plan yapıyor birileri. Birileri bunu görmüyor, tartışmıyor, Dökmenin bir YouTube kanalındaki sözlerine cevap vererek aslında şecaat arzediyorlar.
Benim “AKP’nin papatyaları” başlıklı yazım sebebi ile beni TGC’den ihraç ederken, LGBT’ye karşı yazılarımı, pozitif ayırımcılığa tabi, dezavantajlı bir topluluğa karşı dini gerekçeyle tepki göstermemi, bu sözleşmeler çerçevesinde “ön yargılı bir nefret söylemi” olarak değerlendirmesi, bu sözleşme metnini yazan çevrelerin iddia ve iradeleri ile tam bir uyum içinde aslında. Neden kimse buna tepki göstermiyor. Dökmen’i eleştirenler, bu fahişe ve türevlerine karşı pozitif ayırımcılık uygulayacağını açıklayan holdinglere karşı aynı ölçüde bir tepki göstermediler. Hatta bu tepkiyi verdiğim için 81 ilde hakkımda dava açıldı. Bu günlere durduk yerde gelmedik. Ve hala bu süreç devam ediyor. İyi, hem toplumsal cinsiyet adı altında LGBT’ye meşruiyet kazandırmaya çalışacaksınız, bunu eleştirenlere karşı 81 ilde dava açacaksınız. Sevsinler sizin hoşgörü’nüzü. Adamın durduğu yer belli. Siz İstanbul Sözleşmesinin tıpkısının aynısı bu yasaları, Lanzarotte’yi, CEDAW’ı eleştirmeden o Prof’u eleştirerek sadece dostlar alışverişte görsün kabilinden bir iş yapmış olursunuz.
AKP’nin Papatyası davası önümüzdeki ayın sonuna doğru kaldığı yerden devam edecek. Sahi AK Parti kadın kolları, “Toplumsal cinsiyet” konusunda neden bir açıklama yapmaz. “Eşitlik” kelimesi yerine “Adalet” yazıp konuyu geçiştirmek mümkün değil. Sonunda birileri “Biyolojik Cinsiyeti” tedavilden kaldırmaktan söz ediyor. TransHumanizm’den söz ediyor. Siyaset susuyor, siyasetin arka bahçesindeki bir STK iktidara yakınlığını kullanarak akademiyi de arkasına alarak bu konuda batılıların çerçevesini vizdikleri yeni Norm’a uygun bir çerçeve oluşturuyorlar.
AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler ve AKP’nin papatyalarından yakanızı kurtarmadığınız sürece kılavuzu o çevreler oldukça başınıza daha çok bu işler gelmeye devam edecek. Öyle başörtüsünü referanduma götürerek bu sorunları çözemezsiniz. Var mısınız İstanbul sözleşmesini, Lanzarotteyi referanduma götürmeye. Başörtüsünü toplumun gündeminde ön plana taşımaya çalışırken, HABATçılarla varılan mutabakatı perdelemeye yetmez bu başörtüsü.
Hak-Batıl, Doğru-Yanlış, Güzel-Çirkin, “Oluklar çift / Birinden nur akar birinden kir. Ben tapmam onların taptıklarına, onlar da tapacak değildir benim taptığıma. Bu Hak-Batıl, Hüsn ve Gubuh, gece ile gündüz gibi hep çatışacak. Onların dini onlara, benim dinim bana. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatinin bize gösterileceği bir gün var. Sonuçta: “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın”. Farklılıklarımıza rağmen barış içinde bir arada yaşamanın bir yolu var. Medine sözleşmesi ve Hılful fudul. Adalet olursa barış da mümkün. Adalet ve Barış sağlanırsa, özgürlük tabii bir sonuçtur.
Selam ve dua ile.