İnsana Mektep Lazım
Son yıllarda gerek sınıf gerekse okullarda problem teşkil eden öğrenci davranışlarının giderek arttığı gözlemlenmiş; öğrencilerde görülen ve eğitim ortamlarını olumsuz etkileyen bu davranışların giderilmesine yönelik kalıcı ve etkili çözümler geliştirilememiştir. Birçok aile bu durum karşısında kaygılarını dile getirirken diğer yandan kendi öğrencilik yıllarındaki insan ilişkilerini, hayata bakışlarını, okul-öğretmen algılarını, öğretmene duyulan saygıyı günümüz öğrenci davranışlarıyla karşılaştırmış; çağımız neslinin yozlaşıp bozulduğunu, hatta günümüzde her türlü teknolojik imkâna rağmen eğitimin kalitesinin düştüğünü, eğitim sisteminin insanın eğitsel niteliğini geliştiremediğini, problem çözme becerisi kazandırmadığını ifade etmektedir.
Ayrıca milletle mektep irtibatının kopukluğundan kaygılanan kelam ehli; “ Bir millet, mektebiyle millet olur. Bir millet mektebinde yükselir. Mektebin büyüklüğünü görmek mi istiyorsunuz? Mektebin hayatına girin, koridorlarında dolaşın, sıralarının üstünü koklayın, gençliğin alnında parıldayan necabet damgasına bakın…” düşüncesinden yola çıkarak, mektebin öneminin farkedilmediğini, kendi gelenek ve kültür kodlarımızla beslenen “bize özgü” eğitim sistemi geliştirilemediğini, eğitim-nesil iddiasını idealimize dönüştüren bir modelden yoksun kalındığı, bunun sonucunda eğitim meselemizi tartışmalardan arındırılamadığını dile getirmektedir.
“Eğitim, toplumun tüm kesimlerinin koşulsuz taraf olduğu değer yüklediği bir olgudur” düşüncesine inananlar; çocuğunun ahlakının yozlaşmasından, davranışındaki bozulmasından, okulda şiddet ortamlarından rahatsızlık duyduğunu ifade edenler, dahası “benim çocuğumun ahlakı okulda güzelleşti, ya da okul, çocuğumun olumsuz tutumlarının düzelmesini sağladı” diyebilmenin özlemini çekenler; “Bize bir insan mektebi lazım. Bir mektep ki bizi kendi ruhumuza kavuştursun; her hareketimizin ahlaki değeri olduğunu tanıtsın; hayata hayran gönüller, insanlığı seven temiz yürekler yetişsin; her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratsın…” sözüne kulak kesilmelidir.
Asırlar boyunca mektep bilgi edinme, hayata hazırlama merkezleri olarak görev üstlendi. Mektep, bireyin yetiştirildiği temel becerilerin kazandırıldığı ve yaşamını destekleyici bilgilerin verildiği mekânlar olarak görüldü. Eğitim ise insanı tanımak, ona yol göstermek yeteneklerini keşfedip o istikamette yönlendirmek ve sağlıklı bir kişilik kazandırmanın aracı olarak düşünüldü. Eğitim; kişinin bedensel ve ruhsal özelliklerini önceden keşfedip geliştirmek ve fonksiyonel hâle getirmek maksadıyla kişinin maddi, manevi, bedensel, ruhsal, bireysel ve sosyal bütün yönleriyle olgunlaştırmasının, kendi içinde uyumlu şahsiyet kazanmasının fırsatı olarak değerlendirildi.
Günümüzde ise insanlığın yıllar boyu kazandığı tüm tecrübeleri ve birikim gözardı edildi. Her yanı saran “yeni moda” eğitim anlayışının peşinden koşulup “Bilmeye cüret et!” düsturunun yerine “Hiçbir şey bilmezsen de olur, kendine sonsuz güven yeter!” anlayışı kabul görür oldu. Bunun sonucunda; bilgiye ve bilmeye değer atfeden bilinen pedagojik yaklaşımların değersizleştirilmesinin önü açıldı. Özellikle de “Özgüven ve bireyselliği” önceleyen “sözde” öğrenci- merkezli yaklaşımlar ile eğitim kökten şekillendirildi.
Öğrencinin sırf özgüveni sarsılmasın diye bilindik birçok “tecrübe ve birikim” karalandı. Okul, bilgi verme işlevinden çıkarak öğrencinin kendi isteği doğrultusunda serbestçe gelişmesi için uygun ortamı hazırlama rolünü sahiplendi. Okullar, öğrencilere bir şeyleri öğretmesinden ziyade, onları koruma, gözleme ve keyiflerince gününü geçirdiği mekânlara dönüştürüldü. Her bir öğrencinin tartışmasız motivasyonuna katkı sağladığına inanılan “rekabet” bile öz güvenlerine zarar verdiği iddia edildi. Öğrenme becerilerinin ölçülmesi için verilen notlar yerildi. Not vermek yerine; sürekli olumlu mesajlar verilmesi öğütlendi. Böylece herkese olumlu mesajların verilmesi istendiğinden; birçok emek sarfedilmiş çalışma ile çok az gayret gösterilmiş çalışmalar eşitlendi.
“Başarısız” kelimesi eğitim hayatından çıkartılıp bunun yerine “ertelenmiş başarı” kavramı geliştirilince; “çalışma ve bilmenin” değersizleştirilmesi kaçınılmaz oldu. Bütün öğrenciler başarılı görülüsün anlayışıyla eğitimde amaçlananın; öğrencinin bir şey öğrenmesi değil, kendisini iyi hissetmesidir. Dolaysıyla öğrenci başarısızlıkla karşı karşıya kalırsa hayal kırıklığına uğrayabilir ve onda telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açabilir mantığıyla çalışma ve bilmenin değersizleştirilmesi artık kaçınılmaz hâle geldi.
“Başarı özgüvenden değil, özgüven başarıdan doğar” gerçeğine rağmen özgüven ve başarı arasındaki ilişki yanlış kurgulandığından birçok öğretmen özgüveni zedelenmesin diye öğrenciye hak ettiğinden daha fazla not verme zorunda bırakıldı.
Başarı başarısızlıkla neredeyse denk tutuldu. Sınıfta kalmak zorlaştırıldı. Dönem sonunda ise kırık not alan öğrencilere velilerin kızmaması öğütlendi. Velilere âdeta “endişe etmenize gerek yok, devletimiz olaya el koymuştur. Bütün öğrenciler başarılı olacaktır.” güvencesi verildi.
Görülüyor ki modern anlamda okul, “İnsan yetiştiriyoruz” görüntüsüyle; egosu yüksek, bencil bireylerin yetiştirilmesinin önünü açtı. Bireylere, kendi başlarına ve her konuda tercih yapabilmeleri özendirildi. Okullar, çocukların ahlaki gelişimlerine yönelik mesuliyet üstlenmedi. İnsanın mükemmele ulaşmasının yerine, insan ürünü şeylerin çoğaltılmasına yoğunlaştı.
Gelinen süreçte insanın, yalnız maddi yönüyle ve fiziksel özellikleriyle vasıflandırılmasına; yarım kalmasına neden olunmuş, şahsiyet kazanıp; erdemli iyi insan, kâmil birey olmanın yanısıra kendini anlama, ıslah edip arındırma çabalarının etkisiz kalmasına ve tek boyutlu bir hayat sürmesine neden olmuştur.
Modern dünyanın insana biçtiği ilkenin “tüketicilik”; layık gördüğü rolün ise “hazcılık” olduğu düşünülürse insanlığın kısırlaştırılması, arzuların doyumsuzlaştırılması kaçınılmazdır. Bu durum karşısında ayakların birbirine dolanır, aksar, topallar sonuç olarak insanın hakikate yolculuğu yavaşlar, yarı yolda kalır…
Doğumla başlayan ve ölüme kadar geçen süre; insan kalma görevi ve kâmil insan olma fırsatı olarak bize sunulmuştur. Bu düşünceyle zihinsel kodlarımız, kültürel kavramlarımız dikkate alınarak irfan geleneğimize, medeniyet mefkûremize yoğunlaşarak “bizim” diyebileceğimiz bir hayata dönüş sağlanmalıdır.
Bunun için de öncelikle sahici olmayan özgüven ve benzeri psikolojik temalı yaklaşımları bir tarafa bırakıp, çalışkanlık, sebat, uyum düsturuyla hareket edilmelidir.
Maddeden manaya yükselmek, çokluktan birliğe doğru yol almak, kaidenin ve nizamın yeniden tesisini sağlamak için ilk önce “mektebe” dönmeli, sonrasında mekteple birlikte; “talim ve terbiye” üzerine kurulu bir maarif sistemi geliştirilmelidir.
Aklın, kalbin, bedenin taliminin yanı sıra terbiyesini de esas alan “bu topraklardan beslenen” ve geçmişten edindiğimiz insan yetiştirme tecrübesinden hareket eden bir “model” geliştirip uygulamalı; “eğitimle yeniden dirilmek” gerektiği inancına sımsıkı sarılmalıyız.