Girişimsel Radyolojide Malzeme Sıkıntısı

Türk Girişimsel Radyoloji Derneği(TGRD) Başkanı Prof. Dr. Mehmet Halil Öztürk, girişimsel radyolojide kullanılan malzemelerin temininde fiyatlandırma nedeniyle sıkıntılar yaşadıklarını belirterek, "Bu...

Türk Girişimsel Radyoloji Derneği(TGRD) Başkanı Prof. Dr. Mehmet Halil Öztürk, girişimsel radyolojide kullanılan malzemelerin temininde fiyatlandırma nedeniyle sıkıntılar yaşadıklarını belirterek, "Bu fiyatlandırmadaki çelişkiler devam ederse tedarikçi firmalar ülkemizden çekilebilir" dedi.

TGRD tarafından düzenlenen 10. Girişimsel Radyoloji Yıllık Toplantısı Antalya’da gerçekleştirildi.

Toplantı kapsamında düzenlenen basın toplantısında konuşan TGRD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Halil Öztürk, yüksek düzeyli bilimsel toplantıyı yaklaşık 500 katılımcının takip ettiğini kaydetti. Toplantıda girişimsel radyolojideki bilimsel ve son gelişmelerin, güncel uygulamaların sunulması, karşılaşılan sorunlara çözümler üretilmesinin hedeflendiğini aktaran Prof. Dr. Öztürk, "Bilimsel programda yer alan konular alanlarında uzman olan değerli ulusal ve uluslararası bilim insanlarının katılımıyla tartışıldı. 33’ü oturum başkanı olmak üzere 76 konuşmacının yer aldığı toplantıda, paralel olarak devam eden 2 salonda 18 oturum düzenlendi" dedi.

Girişimsel radyolojide kullanılan cihazların temininde sıkıntılar yaşadıklarının altını çizen Prof.Dr. Öztürk, "Malzeme sorunu var. Pahalı malzemelerdir. Bu malzemelerin temini ile ilgili sıkıntılar yaşıyoruz. SGK’nın yaptığı işlemlerle malzeme temin sorunu yaşamaya başladık. 9 malzeme bunuyor ama birini bulamıyoruz. Fiyatlandırma ile ilgili çelişkiler var. Yüksek teknolojili ürünler ile daha ucuz malzemelerin arasında bir fiyat çelişkisi var. Bu malzemelerin temin edilememesi ile karşı karşıya kalacağız. Fiyatlardaki dengesizlik bu malzemeleri getiren firmaların çalışmalarını ülkemizde sonlandırmasına neden olabilir" diye konuştu. Girişimsel radyolojinin bir ekip işi olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Öztürk, "Ayrıca resmi bir yan dal olamadık. Bağımsız bir bilim dalı olamadık. Bu nedenle hastalarımız bize ulaşamıyor. Diğer hekimlerin yönlendirmesi ile bize ulaşıyor. Hasta zaman kaybediyor. Bilgi birikimimizi genç kuşaklara aktaramıyoruz. Resmi yan dal olamadığımız için sıkıntı yaşıyoruz. Genç arkadaşlara eğitim vermede sorun yaşıyoruz. Umarım bu sorunlar kısa sürede çözülür" açıklamasını yaptı.

"HER BEŞ YA DA ALTI KİŞİDEN BİRİNDE VARİS VAR"

TGRD Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Levent Oğuzkurt da varis hakkında bilgiler verdi. Bacak varislerinin toplardamardaki kapakların yetersizliğine bağlı gelişen bir toplardamar hastalığı olduğunu işaret eden Prof. Dr. Oğuzkurt, "Toplardamardaki kapakların yetersiz kalması damar içindeki kanın uzun yıllar içinde bacaklarda birikmesine ve normal toplardamarların büyüyerek genişlemesine yani varis oluşumuna yol açar. Kanın toplardamarlarda birikmesine yol açan en önemli sebep hareketsiz yaşam tarzıdır. Bacak varisi toplumda son derece sık görünene bir toplardamar hastalığıdır. Her 5 ya da 6 kişiden birinde varis vardır. Kadınlarda biraz daha sıktır ve kadınlarda varis olduğunda, yakınmalar erkeklere göre biraz daha belirgindir. Büyük varisler kozmetik bir sorun değildir, bacaktaki büyük damarların hastalığına bağlı gelişir. Büyük varisler ayaklarda ağrı, kramp, yorgunluk, yanma, şişlik, kaşıntı gibi yakınmalara yol açabilir ve bu insanın yaşam kalitesini bozar. Varisler seyrek de olsa iyileşmeyen ya da çok zor iyileşen ayak yarası, varis kanaması ya da varis damarında pıhtılaşma gibi daha büyük sorunlara da yol açabilir" şeklinde konuştu.

"VARİS KALITSAL BİR HASTALIK"

Varisin kalıtsal bir hastalık olduğunu altını çizen Prof.Dr. Oğuzkurt, "Varisi olan insanların yarısında birinci derece akrabalarda varis olduğunu görüyoruz. Ancak bu, varisi olan bir anne ya da babanın çocuklarında mutlaka varis olacağı anlamına gelmiyor. Sadece ebeveyninde varis olan bir kişide varis olma ihtimali biraz daha yüksek oluyor. Varis gelişmiş ülkelerde daha sık görülen bir hastalıktır. Yeni iş ve yaşam koşulları nedeniyle bacaklarımızı eskisinden daha az hareket ettiriyoruz. Çünkü daha az yürüyor, daha çok oturup daha uzun süre ayakta hareketsiz kalıyoruz. İşe gitmek, okula gitmek ya da gezmeye gitmek için yürümüyor hemen her zaman araçlara binmeyi tercih ediyoruz. Bu bazen bir tercih bazen de bir zorunluluk. Varis herkeste görülmekle birlikte hareketsiz yaşam tarzı olanlarda daha sık görülüyor" ifadelerine yer verdi.

VARİS TEDAVİSİ

Varisin neden olduğu sıkıntılardan bahseden Prof.Dr. Oğuzkurt, şunları kaydetti:

"Hayat boyu varis çorabı giymek, varisleri iyileştirmeyen ancak şikayetlerini azaltan varis ilaçları kullanmak, ayaklarımızı yükselterek dinlendirmek, bazı kıyafetleri giyememek gibi kısıtlamalarla yaşıyoruz. Bunun yanında son 20 yılda varisi çok daha iyi anlamamızı sağlayan büyük bilimsel çalışmalar yapıldı. Bundan daha önemlisi yıllardır tek tedavi yöntemi olan ameliyatla tedaviye alternatif olan lazer yönteminin bulunması. Ülkemizde de 10 yıldan daha uzun süreden beri lazerle varis tedavisi yapılmaktadır. Geçen 15 yılda dünyanın bir çok ülkesinde yüz binlerce varis hastasına lazer yöntemiyle ameliyatsız tedavi yapıldı. Tedavinin başarısı ve hasta memnuniyeti o kadar yüksekti ki, lazer yöntemi ameliyattan daha iyi olduğunu kanıtlayarak Avrupa ve Amerika’da ilk tedavi yöntemi oldu. Ayrıca lazer yöntemine benzeyen radyofrekans, buhar tedavisi gibi lazere kardeş diyebileceğimiz diğer ameliyatsız yöntemler ortaya çıktı. Bilimsel çalışmalar bu yöntemlerin de lazer tedavisi kadar etkili olduğunu kanıtladı."

.

LAZERLE TEDAVİDE VARİS YÜZDE 5 TEKRARLIYOR

Büyük varislerin tek seans tedavi ile bittiğini aktaran Prof. Dr. Oğuzkurt, "Ancak kılcal varisler de varsa bunlara ek tedavi gerekebiliyor. Tedavi edilen kişiler isterlerse bir gün sonra işe başlayabiliyor ya da günlük yaşamlarına normal olarak devam edebiliyorlar. Bütün bunlara ek olarak yeni ameliyatsız yöntemlerde varisin tekrarlama ihtimali son derece düşük. Varis ameliyatı insanları en çok uzun dönemde tekrar varis oluşturabilmesi nedeniyle üzüyor. Çünkü varis ameliyatından sonra varis tedavi edilen her 100 hastanın 20 ya da 30’unda tekrar edebiliyor. Bu oran lazer yöntemiyle her 100 hastanın 5’i kadar. Yani çok daha az. Yeni yöntemlerle varis tekrarlasa bile kolaylıkla tedavi edilebiliyor. Daha önce varis ameliyatı olup da yeniden varisi olan hastalara da bir müjde vermek gerekir. Yeni yöntemlerle ameliyat tedavisi sonrası tekrarlayan varisleri tedavi edip yok etmek oldukça kolay. Lazer ya da radyofrekans gibi ameliyatsız varis tedavileri ile artık büyük varisleri tamamen yani yüzde 100 yok edebiliyoruz" diye konuştu.

"GÜNDE EN AZ YARIM SAAT YÜRÜYÜN"

Prof. Dr. Oğuzkurt, yeni yöntemlerin varisi tamamen tedavi ettiği ve hastaların yaşam kalitesini normal hale getirdiğine dikkat çekerek, "Artık bacaklarımızı sıkan varis çorabı giymemiz gerekmeyecek. İstediğimiz kıyafeti ya da ayakkabıyı giyebileceğiz. Yani kullanamadığımız kıyafetlerimizi ya da ayakkabılarımızı artık kaldırdığımız raflardan indirip kullanmaya başlayabiliriz. Hareketsiz yaşam vücuttaki bir çok organ ve uzvun çalışması için kötü sinyaller verir. Bu nedenle herkesin mümkünse her gün en az yarım saat yürüyerek, yüzerek ya da bisiklete binerek bacaklarını çalıştırması gerekir" dedi.

DAMAR SERTLİĞİNİN TEHLİKELERİ

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Füruzan Numan, dünyadaki ölümlerin yarısından fazlasının damar sertliği diğer adıyla damar kireçlenmesi nedeniyle meydana geldiğini kaydetti. Damar sertliğinin damarda daralma ve tıkanma yaparak hangi dokuyu besliyorsa o dokunun beslenmesini engellediğini ifade ede Prof. Dr. Numan, "Kalp ve beyin damar tıkanıklığı ölümlerin en önemli sorumlusudur. Ancak gelişmişlikle birlikte toplumda ortalama yaşam süresi ve diyabet oranları arttıkça bacak damar tıkanıklıkları da çok önemli hale gelmektedir. Şah damarı ve beyin damarı tıkanıklıkları felçlere, bacak damar tıkanıklıkları ayaklarda iyileşmeyen yaralara ve gangrene, böbrek damar tıkanıklığı kontrol altına alınamayan yüksek tansiyona neden olabilir" dedi.

RİSK ALTINDA OLANLAR

Damar sertliğinin 50 yaşından sonra görülmeye başladığını ve yaş ilerledikçe sıklığının arttığını aktaran Prof. Dr. Numan, "Sigara içenlerde, şeker hastalarında, kronik böbrek yetmezliği olanlarda, kolesterol yüksekliğinde ve yüksek tansiyon hastalarında damar sertliğine bağlı damar tıkanıklıkları daha sık görülür. Yaşam süresinin uzaması, önümüzdeki 30 yılda hem diyabet hem de buna bağlı böbrek yetmezliğinde belirgin artışlara yol açacaktır. Bunun sonucu olarak da özellikle ayak damarlarında, atardamar darlık ve tıkanmaları çok daha sık görülecektir" ifadelerini kullandı. Prof.Dr. Numan, girişimsel radyolojinin, kalp damarları dışında tüm damar hastalıklarının anjiyografi kullanarak tedavisini yapan bölüm olduğunu vurgulayarak, "Damar darlık ve tıkanmalarını açabilen bir ilaç yoktur. Daha önce ameliyatla tedavi edilen damar tıkanmaları, yerini daha kolay ve riski daha az olan girişimsel anjiyografi ile yapılan tedavilere bırakmaktadır. Bunun bilincinde olan sağlık endüstrisi de son yıllarda çok büyük atılım yaparak damar tıkanmalarını açmada kullanılan balon ve stentlere ek olarak damar açma cihazları geliştirmektedir. İlaç kaplı balonlar ve ilaç kaplı stentler açılan damarların daha zor tıkanmasını ve daha uzun süre açık kalmasını sağlamaktadır. Damar tıraşlama yöntemi damar açmada son yıllarda kullanıma giren yeni bir yöntemdir. Önümüzdeki dönemde vücutta eriyen ve iz bırakmayan stentler yaygın olarak kullanıma girecektir. Bu yöntemler tedavide başarıyı arttırmakta, riskleri azaltmakta ve açılan damarların daha uzun süre açık kalmasını sağlamaktadır" dedi.

İÇİMİZDEKİ SİNSİ TEHLİKE: AORT ANEVRİZMASI

Aort anevrizmalarının, aort damarındaki balonlaşma olduğunu ve yaşamı tehdit eden önemli bir sağlık sorunu olduğunu da anlatan Pof.Dr. Numan, şunları kaydetti:

"Bu hastalık sıklıkla sinsi seyreder ve anevrizma herhangi bir belirti vermeden büyür. Bazı kişilerde karın ağrısına neden olabilir ya da zayıf hastalarda genişlemiş aort damarı karında atan güçlü nabız şeklinde hissedilebilir. Ancak anevrizma belirtileri çok genel belirtiler olduğu için tanı sadece radyolojik görüntüleme yöntemleriyle konabilir. Anevrizmalar tehlikelidir, çünkü yırtılarak iç kanamaya neden olabilir. Bir anevrizma ne kadar büyürse yırtılma ihtimali de o kadar artar. Damar ne kadar büyük ve ne kadar hayati bir bölgedeyse o kadar büyük sorun yaratır. Aort anevrizmaları çok büyük olduğu için, kanadığında ölüm ihtimali oldukça yüksektir. Önemli olan kanama olmadan tanı koyarak anevrizmaya yönelik onarım tedavisi yapmaktır. Ülkemizde her yıl 5 bine yakın insan aort anevrizması yırtılması nedeniyle hayatını kaybetmektedir."

Prof.Dr. Numan, aort anevrizmalarının tedavisinde açık ameliyatların yanında son dönemde girişimsel radyoloji alanındaki son gelişmeler ile birlikte kapalı endovasküler (damar içerisinden) yöntemin aort anevrizması tedavisinde ilk seçenek olarak yerini aldığını vurguladı.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim. Üyesi Prof. Dr. Civan Işlak, girişimsel nöroradyoloji beyin ve omurilik damar hastalıklarının endovasküler, yani damar içinden gidilerek, tedavilerinin yapıldığı bir bilim dalı olduğunu kaydetti.

ABLASYON TEKNİKLERİ

Medstar Antalya Hastanesi Radyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Saim Yılmaz, vücuttaki herhangi bir tümöre, ultrason, tomografi ya da MR görüntülemesine bir iğne ile girerek onu tahrip edici bir takım tedavi uygulanmasına ablasyon denildiğini ifade etti. Ablasyon için kullanılan tekniklerin sürekli gelişim gösterdiğinin altını çizen Prof.Dr. Yılmaz, "Yıllardır uygulanan alkol ablasyonunda tümörün içine saf alkol enjekte edilmiş ve başarılı sonuçlar alınmıştır. Günümüzde ise ablasyon ya radyofrekans, lazer ve mikrodalga gibi yöntemlerle “yakarak”, ya kriyoablasyon ile dondurarak ya da elektroporasyon (nanoknife) gibi yöntemlerle elektrik akımıyla uygulanmaktadır. Hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın ablasyonda amaç tümörü çevresindeki 1santimetrelik bir alanla beraber tahrip etmektir. Bu özelliğiyle ablasyon bazı durumlarda cerrahi operasyona alternatif bazı durumlarda da onu tamamlayan bir işlemdir. Cerrahiden üstünlükleri iğne deliğinden yapılması, hastanın aynı gün evine gidebilmesi ve gerekirse defalarca tekrarlanabilmesidir" dedi.

TÜMÖRE DİREKT KEMOTERAPİ İLE TEDAVİ

Damarın içinden yapılan tümör tedavileri arasında en sık uygulananın intraarteriyel kemoterapi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yılmaz, "Kasık damarından girilerek, tümörü besleyen damarlar anjiyo ile tespit edildikten sonra, o besleyici damarların içine normalde tüm vücuda verilen kemoterapi ilacı direkt olarak enjekte edilir. Böylece tümöre çok yoğun ilaç verildiği için daha fazla etki elde edilebilir, kana da daha az kemoterapi ilacı karıştığı için sağlıklı dokulara yan etki daha az olur. Yöntem genellikle klasik kemoterapiden yeterince yarar göremeyen ya da fazla yan etki oluşan hastalarda uygulanmaktadır" ifadelerini kullandı.

EMBOLİZASYONLA TÜMÖR DAMARLARI TIKANABİLİR

Anjiyo yöntemiyle kasıktan girilerek bir doku, organ ya da tümörün damarlarının tıkanması işlemine embolizasyon denildiğini dile getiren Prof.Dr. Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Bu şekilde kanayan damarlar tıkanabilir, tümörler kansızlaştırılarak öldürülebilir ve vücuda zarar veren doku ya da organlar küçültülebilir. Embolizasyon tıpta yıllardır uygulanan çok yönlü bir tedavidir. Bu yöntemle örneğin rahim miyomları ve hemanjiyom gibi iyi huylu tümörlerle erkeklerde görülen iyi huylu prostat büyümesi besleyici atardamarlara tıkayıcı tanecikler enjekte edilerek ameliyatsız olarak tedavi edilebilir. Kanser hastalarında ise embolizasyon, karaciğer kanseri ve nöroendokrin tümör gibi damardan zengin tümörlerde çok etkilidir. Diğer bazı tümörlerde ise, kemoterapi ilacı ya da radyoaktif madde ile birlikte kullanılması (kemoembolizasyon, radyoembolizasyon) daha etkili olmaktadır."

KEMOEMBOLİZASYONLA İLAÇ TÜMÖRE HAPSEDİLEBİLİR

Kemoembolizasyonun, intraarteryel kemoterapi ve embolizasyonu birleştiren bir yöntem olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yılmaz, "Bu yöntemde kemoterapi ilacı tıkayıcı taneciklere yüklenir ve tümörleri besleyen atardamarlardan verilir. Böylece hem besleyici damarları tıkandığı için tümör kansızlaşır hem de taneciklerden salınan kemoterapi ilacı direkt olarak tümör içine günlerce salınır. Kemoembolizasyon, karaciğerin hepatoselüler karsinom denen ve sık rastlanan bir kanser türünde temel tedavi yöntemlerinden biri haline gelmiştir. Aynı zamanda, başta kalın barsak kanseri olmak üzere birçok kanserin karaciğer metastazlarında da gittikçe artan oranda kullanılmaktadır" dedi.

RADYOEMBOLİZASYONLA KARACİĞERE ATARDAMARDAN YÜKSEK DOZ RADYOTERAPİ UYGULANABİLİR

Radyoembolizasyon yöntemi ile karaciğerdeki tümörlere ve çevre dokuya zarar vermeden yüksek dozda radyoterapi uygulanabildiğini dile getiren Prof. Dr. Yılmaz, "Radyoembolizasyonda, karaciğerin atardamarına ya da tümörü besleyen damarlara anjio yöntemiyle girilerek radyoaktif madde ile yüklenmiş çok küçük tanecikler enjekte edilir. Bu taneciklerdeki radyasyon birkaç milimetrelik bir alanda etkili olduklarından normal karaciğere ve çevredeki sağlıklı dokulara zarar vermezler. Böylece hem tümör içine çok yüksek dozda radyoterapi uygulanmış hem de çevredeki sağlıklı dokular korunmuş olur. Bu yöntem şimdilik sadece karaciğer tümörlerinde kullanılmaktadır, böbrek ve diğer bazı organlarda da deneme aşamasındadır" diye konuştu. Prof. Dr. Yılmaz şunları söyledi:

"Karaciğer kanseri veya metastazlarında uygulanan kemosatürasyon yönteminde, kasıktan girilerek karaciğerin atardamarına bir kateter yerleştirilerek normal bir insanın alabileceği kemoterapinin çok üzerinde bir doz karaciğere verilmektedir. Ancak ilacın damar yolu ile kana karışarak hastaya zarar vermemesi için karaciğerin toplardamarı izole edilmekte ve buraya gelen kan bir filtreden süzülüp ilaç alındıktan sonra tekrar vücuda verilmektedir. Böylece kemoterapi ilacının kana karışmadan karaciğere çok yüksek dozda verilebilmesi mümkün olmaktadır. Tamamen anjio yöntemiyle uygulanan bu tedavi diğer yöntemlerle tedavi edilemeyen karaciğer kanserlerinde özellikle malign melanom denen bir cilt kanserinin karaciğer metastazlarında umut ışığı olmuştur."

RAHİM MİYOMLARINDA AMELİYATSIZ TEDAVİ

Embolizasyonun anjiyografi ile damarların kapatılması işlemi olduğunu aktaran Prof.Dr. Saim Yılmaz, "En eski ve sık kullanımı diğer yöntemlerle durdurulamayan iç kanamaların durdurulmasıdır. Bu işlem her sene bir çok hastaya uygulanır ve kanaması durarak şifa bulan hastalarımız bunları bir girişimsel radyoloji uzmanını yaptığını dahi bilmez. Son 15 yılda embolizasyon özellikle karaciğer kanser tedavilerinde kullanılmaya başlandı. Henüz çok bilinmese de kemoembolizasyon ve radyoembolizasyon karaciğer tümör tedavisinde çok etkin bir yere sahip ve bir çok hastaya umut dağıtıyor. Bu işlemler anjiyografi ile karaciğerdeki tümörün damarlarına girilerek doğrudan doğruya tümör içine kanser ilacı emdirilmiş tanecik ya da tümörü yok etmek üzere radyasyon yayan mikroküreler veriliyor. Verilen tanecik ve mikroküreler bu damarları belli bir süre tıkadığı için işlem bir embolizasyon yani tıkama işlemi. Son yıllarda embolizasyon kanserler dışında iyi huylu bazı tümörler ve organ büyümelerinin tedavisinde de kullanılıyor" dedi. Prof. Dr. Yılmaz sözlerini şöyle sürdürdü:

"Rahim miyomları doğurganlık çağındaki kadınlarda çok sık görülen iyi huylu tümörler. Ağrı ya da kanama gibi sorun yarattığı zaman tedavi gerektiriyor. Temel tedavisi ilaç ve ameliyat. Miyomlar bazen ameliyatla çıkarılabiliyor. Miyomlar çıkarılamazsa o zaman rahmin alınması gerekebiliyor. Rahim çıkarılınca hastalar genç de olsa menapoza giriyor. Artık doğum düşünmeyen, ancak rahminin de alınmasını ve erken yaşta menapoza girmek istemeyen bayanlarda miyom embolizasyonu çok iyi bir alternatif tedavi. Bu işlem bir anjiyo işlemi. Anjiyo ile rahmin damarları tıkanıyor. Rahim diğer bölgelerden beslenmeye devam ediyor. Ancak çok fazla damarlanması olan miyomlar beslenemeyince küçülmeye başlıyor. Küçülünce de çoğunlukla oluşturduğu kanama ya da ağrı gibi şikayetler azalıyor ya da kayboluyor. Bu embolizasyon işlemi diğer anjiyografiler gibi kasık damarında yapılıyor. İşlemler ameliyat değil, narkoz kullanılmıyor. İşlemler ağrılı değil, hastalar aynı gün ya da bir gün sonra evlerine dönebiliyor."

KLASİK RADYOLOJİ İHTİSASININ BİR ÜST DALI

Toplantının sonunda Türk Girişimsel Radyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Halil Öztürk, girişimsel radyolojinin sorunları hakkında bilgiler verdi. Prof.Dr. Öztürk, "Girişimsel radyoloji klasik radyoloji ihtisasının bir üst dalıdır. Klasik radyolojide doktorlar röntgen, ultrason, tomografi ve emar gibi yöntemlerle insan vücudunu görüntüleyerek hastalıklara tanı koyarlar. Girişimsel radyologlar ise aldıkları ilave bir eğitimle yine aynı cihazları kılavuz olarak kullanarak hastalıkları ciltten iğnelerle ya da anjiyografi ile damarın içinden ameliyatsız olarak tedavi ederler. Bir diğer ifade ile; girişimsel radyoloji, görüntüleme ile tanı koyan radyoloji uzmanlarının görüntüleme kılavuzluğunda tedavi yapmalarıdır.Girişimsel radyolojideki işlemler, hastalar için cerrahiye göre daha kolaydır. Çünkü ameliyat kesileri yoktur, işlemler genellikle lokal anestezi ve sedasyon (hastanın narkozsuz uyuması) ile gerçekleştirilir. Bazı durumlarda genel anesteziye (narkoz) ihtiyaç olsa da bunun sayısı çok azdır. İşlem sonrası iyileşme ve hastanın normal yaşama ya da işine dönme süresi daha kısadır" dedi.

MALZEME SORUNU

Girişimsel radyoloji, hem kılavuz olarak kullandığı görüntüleme cihazları, hem de işlemlerde kullandığı malzemeler itibariyle ileri teknolojinin yoğun olarak kullanıldığı bir branş olduğunu ifade eden Prof.Dr. Öztürk, şunları kaydetti:

"Bu sayede, işlemlerin konforlu ve yüksek başarılı olması gibi hastalarımız için büyük faydalar içermektedir. Diğer yandan bu yönü, yani bu tip özellikli işlemlerde kullanılan malzemelerin önemli bir kısmının ileri teknoloji ürünü olması, maalesef bazı sorunlar oluşturmaktadır. Son dönemlerdeki Sosyal Güvenlik Kurumunun bu malzemelerin fiyatlandırmasında yapmış olduğu değişiklikler nedeniyle birçok işlemimiz pratik olarak yapılamayacak hale gelmiş durumdadır. Çünkü hemen her işlemimizin en az 1 kritik malzemesi yeni fiyatlandırma nedeniyle temin edilememe riski altındadır. Bu nedenle onkoloji, serebrovasküler damar hastalıkları ve aort damar hastalıkları gibi önemli hastalıkları olan hastalarımız zaman zaman mağdur olmaktadır. Bu ürünler çoğunlukla acil durumlarda uygulanan işlemlerde kullanılan malzemeler olduğundan, hastaların özel sağlık kuruluşlarında kendi imkanlarıyla bunları temin ederek tedavi olmaları da çoğunlukla mümkün olmamaktadır. Diğer yandan son tebliğde bir kısım malzemelerin fiyatları kendi içinde de çelişkiler içermektedir. Bazı kalemlerde, aynı sınıftaki daha düşük teknolojili bir ürün, daha ileri teknolojili bir ürünle aynı şekilde veya daha fazla olacak şekilde fiyatlandırılmıştır. Tıbbi malzeme fiyatlarında bu sıklıkla değişiklik yapılması ve istikrarın olmaması, bunları üreten ve/veya temin eden firmaların ülkemizdeki faaliyetlerini kısıtlama ya da sonlandırmaya neden olabilir. Bu durumda, birçok tıbbi malzemenin artık bulunamaz hale gelmesi sağlık arayan her vatandaşımızı zora sokacaktır. Bunun örnekleri geçmişte yaşanmıştır ve bazı kalemlerde de halihazırda yaşanmaktadır."

Güncel Haberleri