Doç. Dr. Halil Zaim'yazısı
Helal yollardan kazanılıp kazanılmadığı, harcarken de gösteriş, israf ve benlikten uzak durulup durulmadığı hususunda mutlaka bir iç hesaplaşma yapılmalı.
"Bereket" kavramı bizim kültür kodlarımızda yer alan çok önemli bir iktisadi kavramdır. Sözlük anlamı itibarıyla "bolluk, gürlük, feyiz ve feyezan" anlamlarını taşıyan bereket kelimesi kavramsal olarak "İlahi hayrın bir şeyde sübut bulması" olarak tarif edilmektedir. Bir şeyin bereketli olması onun miktar olarak çokluğundan ziyade nitelikli, faydalı ve Allah'ın rızasına uygun olmasına işaret etmektedir. Bu sebeple bizim kültürümüzde kazancın çoğu değil bereketli olanı makbul görülmüştür.
Kazancımız nasıl bereketli olur? Öncelikle şunu belirtelim; bereket kavramı İslam'ın iktisadi hayata bakışındaki kuşatıcılığın, enginliğin ve dengenin bir izdüşümüdür. Zira İslam dini insan hayatını, bugün olduğu gibi parçalara bölerek değil, ahireti de kapsayacak biçimde bir bütün olarak ele alır ve iktisadi faaliyetleri de bu bütünün bir cüz'ü olarak değerlendirir. Bir parantez açarak belirtelim, günümüzde Müslüman toplumların düştüğü en büyük tuzaklardan biri bu bütüncül bakış açısını kaybetmiş olmasıdır. Camide "Müslüman", trafikte "trafik canavarı", ticarette "kapitalist tüccar", tribünde "futbol teröristi" bir Müslüman tipolojisine sahip olmamız zannederim söz konusu bütüncül bakış açısını kaybetmenin en belirgin göstergelerinden biri olsa gerek.
İslam dininin iktisadi faaliyetlere bütüncül bakış açısını yansıtan önemli kavramlardan biri de "bereket" kavramıdır. Kazancın bereketli olması demek meşru ve helal yollardan, Allah'ın rızasına uygun olarak kazanılmış ve yine helal ölçüler içerisinde, Allah'ın hududu gözetilerek sarf edilecek kazanç olması demektir. İslam'da kazancın miktarına dair bir kısıtlama bilmiyorum. Ancak kazancın nasıl elde edileceği ve nerelere, nasıl harcanacağı konusunda kısıtlamalar getirilmiştir. Kendisine "ne kadar kazanmalıyız" diye sorduklarında, Mevlânâ Hazretleri "Kazancın varsın denizler kadar olsun ancak sen o denizin üstünde yüzen gemi ol... unutma ki gemiye su girerse boğulursun." buyurarak çok kazanmanın değil ancak kazanca (dünyaya) gönül kaptırmanın zararlı olduğunu belirtmiştir.
Ramazan ayı hepimiz için kazançlarımızı elde ederken helal yollardan kazanıp kazanmadığımızı bir kere daha kontrol etme ve harcarken de gösterişten, israftan ve benlikten uzak durup durmadığımız konusunda bir iç hesaplaşmaya yönelme noktasında teşvik edici olmalıdır. Bu çerçevede helal yoldan rızkımızı temin etmek, alan el değil veren el olmak için elbette çalışmalıyız. Ancak çok kazanmak için hırs edip her yolu mubah görmemeli, "ne yapalım piyasa böyle", "herkes yapıyor" gibi mazeretlerle gayrimeşru yollara sapmamalı, başkalarının ne kazandığı ile ilgilenmeden elimizdeki ile kanaat etmeliyiz.
Konuyla ilgili bir diğer husus da sonuçlara takılmadan süreçlerle ilgilenme meselesidir. İşimizi en doğru şekilde yapmak için azami gayret göstermeli, kurumlarımızın büyümesi ve rekabet güçlerinin artması için çaba sarf etmeli ancak bunun sonucunda elde edilecek neticeyi ancak Allah'tan beklemeli ve O'ndan gelene de teslim olmalıyız. Kalite hareketinin öncülerinden W.E. Deming, kaliteyi şöyle tarif ediyor: "Kalite kontrol edilebilir değişkenleri iyileştirme, kontrol edilemeyen değişkenlere ise uyum sürecidir." Literatürümüzde bu ifadenin karşılığı helal ve bereketli kazanç elde etmek için bize düşeni (irade-i cüziye) gücümüz yettiğince yapmalı, İrade-i Külliye'nin işine ise karışmamalı, O'na teslim olmalıyız.
Ramazan bereketi denince ne anlamalıyız?
Ramazan "bolluk" veya "çok kazanç"a değil "bereket"e vesile olmaktadır. Bir şeyin bereketli olması da onun miktar olarak çokluğundan ziyade nitelikli, faydalı ve Allah'ın rızasına uygun olmasına işaret etmektedir.