Ünlü tiyatro oyuncusu Metin Akpınar, 1964 yılında Kıbrıs'ta artan saldırılar üzerine Milli Türk Talebe Birliği'nde, silah eğitimi yaptırdıkları 115 genci mücahit olarak Kıbrıs'a gönderdiklerini söyledi.
Gazeteci-Yazar Fehmi Çalmuk'un yapımcılığını ve metin yazarlığını üstlendiği, Milli Türk Talebe Birliği'nin kuruluşunun 100. yılı nedeniyle TRT Belgesel'de bugün ikinci bölümü yayınlanacak olan "Büyük Doğu'nun Atlıları" Belgeseli ime ilgili konuşan ünlü tiyatro oyuncusu Metin Akpınar'dan Türkiye'nin yakın dönemine ilişkin ilginç açıklamalar geldi.
"KIBRIS'A MÜCAHİT YETİŞTİRDİK"
1960 darbesi sonrası 1962-1965 yılları arasında Milli Türk Talebe Birliği'nde Tiyatro Müdürlüğü yapan Metin Akpınar, Milli Türk Talebe Birliği için, "Mübalağa etmiyorum. Bir iki saatte sokağa 50 bin kişi çıkarırdı. Bu çok önemli bir etkinlik. Bugün 50 bin kişiyi toplayamazsınız" diye konuştu.
Metin Akpınar, 1964 yılında Kıbrıs'ta artan saldırılar üzerine dernek merkezinde yetiştirdikleri silah eğitimi yaptırdıkları 115 genci "mücahit olarak Kıbrıs'a" gönderdiklerini söyledi. Akpınar, "Evet, bunu söyleyip söylememe noktasında tereddüt ediyorum. Biz Milli Türk Talebe Birliği'nde, Kıbrıs'a 115 tane mücahit yetiştirdik ve bizim aşağıdaki spor salonumuzda kara kuşak karateci yardımıyla, Ercan Çitlioğlu kulakları çınlasın; hocamın da katkılarıyla orada bu arkadaşlar ciddi çalışma yapıldı. Bu arkadaşlar yakın dövüş ve beden eğitimlerini bizde yaptılar. Silah eğitimlerini başka yerde yaptılar. MTTB'nin böylede ciddi bir katkısı vardır. Bunu da övünerek söylüyorum" dedi.
"SOKAK HAKTIR ANCAK VANDALLIK YOK"
Akpınar, dış güçlerin etkisiyle 70'li yıllarda 73'lerde Türkiye'de sağ/sol çatışmasının çıkarıldığını binlerce kişinin öldürüldüğünü belirterek,"Ölenlerin hesabını kimse vermedi" dedi. Akpınar açıklamasına şöyle devam etti:
"Şimdi efendim, demokrasi sabit bir hedef değildir. Vardıkça uzaklaşan, vardıkça iyiye güzele doğru evrilen bir yönetim şeklidir. Demokrasiye ulaşılamıyorsa, bir ülkede siyasi otorite halkın taleplerini karşılayamıyorsa, halkın gerisinde kalıyorsa sokak haktır. O zaman öğrenci sokağa çıkar. Yalnız şunu özellikle belirtmek istiyorum. Sonradan bunu Vandal tanımlamasıyla; cam çerçeve kırmak, lale çiçeklerini kopartmak falan gibi bir şey yoktur. Orada örgütlü bir topluluk, örgütlü bir popülasyon bağırır sokakta. Ve sesini siyasi otoriteye duyurur. İnsan zayıf mahlûk. Şuradan bağırsan iki yüz metreye sesimizi ulaştıramayız. Ama örgüt ve toplu olursa ve sokağa çıkarsa; siyasi otorite bunu duymazdan gelemez. Mutlaka duyar ve talebi de karşılamaya çalışır. Bu yüzden delikanlıların, talebe cemiyetlerinin talebe popülâsyonunun siyasi görüşüne göre, ideolojisine göre, inanç sistemine göre, etnik kimliğe göre, siyasi otoriteyi etkilemek anlamında sokak hareketlerini yapması demokratik bir haktır. Biz bunu çok kullandık. Ama sonra bu dış güçler dış güçler lafı vardır ya… İşte bu dış güçler Türkiye'de sağ sol kavgası çıkardılar. Ve 70'li yıllarda 73'lerde falan kurulan militanlarla sol tandanslı çocuklarla dövüştürdüler. 5 bin kişi öldü. O canlara yazık oldu. Bunun hesabını da kimse vermedi bunu da söyleyeyim. O yüzden Türkiye'yi bölmek isteyen güçler vardı hala var. Bu zaman zaman sağ sol, zaman zaman Türk-Kürt zaman zaman Alevi -Sünni bağlamında bölerek yönetmek uygulamasını maalesef yapıyor. Burada da önemli olan hala bitmeyen bir enerji kavgası. Ya da enerjiye ulaşım yollarını elinde bulunduran bir ülke bu bağlamda coğrafik olarak, siyasal ve ekonomik olarak çok önde bir ülke. Bizim üzerimizde çok fena oynuyorlar. Çok hazır olmak ve çok zinde olmak lazım."
"68 KUŞAĞI TERÖRÜN İÇİNE DÜŞTÜK"
"Ben 68 kuşağıyım. Övünerek söylüyorum" diyen Akpınar, açıklamasını şu şekilde sürdürdü:
"Bu dünyada da olan bir gelişme. 68 kuşağı esasla bizim ağabeylerimiz. Ben lisedeyken, üniversitelerde bu hareketler başlamıştı zaten. 68 kulağı önce öğrencinin üniversite yönetiminde söz sahibi olması talebiyle başladı. Sonradan şu üniversiteyi bir toparlayalım talebine dönüştü. Ondan sonra ülkenin bütün üniversitelerini toparlayalım talebine evirildi. Sonra da hadi şu memleketi bir kurtaralım hareketi oldu. Bütün dünyada da aynı kıpırtılar olduğu içinde bir dünya hareketi oldu adeta. Yani tam Marksist, Lenilist ve kolektivist bir yönetim değil, ama daha sol tandanslı daha halkçı bölüşüm üretmek ve birazda akıllıca bir olaydı. Yani Karl Marx'ın önerdiği işçilerin devriminde, "işçiler zincirlerinizi kırınız, üretim araçlarını ele geçiriniz, sermayeyi yok ediniz, üretim araçlarını devlete veriniz, devlet halkça üretsin, halkça dağıtsın artık" bir ütopyaydı. Ama dünyada da böyle bir hareket vardı. Sıcak kanlı kanı hızlı dolaşan delikanlıların öncülüğünde oldu. Şimdi evrilme ve devrim arasında ciddi bir fark vardır. Eğer çıtayı yukarı koyarsanız aşamazsınız üstünden. Altından geçmek zorunda kalırsınız ve o zaman terör olur. Biz 68 kuşağı bunun içine düştük ve bize dayatılan mesela benim düşünce olarak karşı çıktığım milliyetçilik akımıyla sosyalizm karışır oldu. Türkiye halkları diye savunduğumuzu bilirim. Olur mu öyle şeyler? Milliyetçi sosyalizm. Bunlar olmayacak şeylerdi. Ama bize dikte edildi. Bunlar bize medyatik bombardımanla anlatıldı. O yüzden de bu ülke zaman zaman kendi iradesiyle zaman zaman da dış güçlerin iradesiyle yönetilmiştir. Bugün de bu durum çok değişti diyemem. Ve bundan da mutazarrırım. Ben 41 doğumluyum. Bugün 74 yaşındayım. 2.5 ihtilal dahil Mustafa Kemal'den sonra tüm başbakanlar, bütün kurulan hükümetler hepsi dahil bugün içinde bulunduğumuz durum kadar kötü olmadık."