104 amiral bir bildiri yayınladı ve kızılca kıyamet koptu.
Zamanlama ilginç. Bir pazar günü ve gece yarısı yayınlanan bir bildiri.
İsimler açıklandı. Beni daha çok, bu fikir kimden çıktı, bu bildiriyi kim yazdı ve kim açıkladı.. Ve daha da önemlisi bunun arkasında kim var! Yani yeni bir muhtıranın arkasındaki “dahili ve harici bedhahlar” kimler? Kuklaları, piyonları geçin, kuklacıyı bulun bana! Peki kuklacıyı yakalarsanız, ona dokunabilecek misiniz!?. Yani, kuklacı; ABD, NATO, İngiltere, AB, İsrail ise ne yapacaksınız!?
Bildiri yayınlandı. Peki 104 amiralin işin içinde olduğu bir kumpası bizim istihbaratımız nasıl haber alamadı? Askeri istihbarat, Jandarma, MİT, emniyet ya da dinleme yapan güvenlik birimleri bu gelişmelerin hiç mi farkına varmadılar! Vardılarsa neden daha önce biz bunu basından duymadık!
Biri çıkar derdi, “eskiden genç subayları kullanıyorlardı, şimdi emekli amiralleri örgütlüyorlar” derdi. Hatırlarsanız eskiden “genç subaylar rahatsız” diye onlar haber yaparlardı!
Eğer Batı Kulübü işin içindeyse, FETÖ ya da BÇG’li subayların işin içinde olmaması mümkün değil. Bunların sadece rolleri farklı, yoksa aynı kumpanyanın taşeron işçileri bunlar.
İnşallah bu konu da sulandırılıp, olayın üstü örtülmez.
Biliyorsunuz “Kanal İstanbul” konusu Gezi Parkındaki “sivil talepname”(!)de de vardı. Kanal İstanbul tartışması bir yanı ile de Montrö’yü ilgilendiriyordu.
Hatırlayalım: 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinde yed-i emin olarak, uluslararası sistem adına kontrol, barış zamanı ticari gemilerin serbest geçişini ve ayrıca savaş gemilerinin anlaşma çerçevesinde geçişini düzenleme ve denetleme hakkı veren bir sözleşmedir. Yani bizim yetkimiz, yed-i eminlik ya da kayyımlık gibi yetki.
Eskiden beri Rusların sıcak denizlere çıkış arzusu var. Atlantik’e çıkış Baltık üzerinden mümkün, burada NATO engeli var. Karadeniz’den Akdeniz’e çıkarken İstanbul ve Çanakkale engeli ve ardından Cebel-i Tarık engeli var. Hind okyanusuna çıkışta Süveyş engeli var. Bab-ul Mendep engeli var. Pasifik’e çıkış kapısı Bering orada da ABD ve Japon engeli var.
Türkiye Montrö’ şartlarından kurtulmak için Kanal İstanbul projesi ile yeni bir tartışma başlattı. Tabii bu durum Montrö’yü işlevsiz kılıyor. Bu Türkiye’yi bu konuda tarafsız ülke statüsünden çıkarıp, kendi adına karar verebilen, “Hayır” ya da “Evet” diyebilen bir ülke statüsüne yükseltiyor.
Aslında kanal konusu ilk kez bugün tartışılan bir konu değil. Abdülhamid de bu konuyu tartışmış. Mesela, çok eski tarihlerde Haliç’ten, Kağıthane deresinden Karadeniz’e bir bağlantı varmış. Bu küçük tekneler için bir su yolu. Bu yol tabii bir yol olmasının yanında, özellikle Haliç’in temizliği açısından son derece önemli, İstanbul Boğazının çift yönlü akışı dışında farklı bir alternatif oluşturuyor. Bu balıkçılık ve yerleşim bölgeleri bölgedeki yeraltı suları rejimi açısından da önemli bir alternatif. Orada jeolojik bir kırık/çökme var. Belki o hattı yeniden aktif hale getirme fikri de tartışılabilirdi. Ya da Marmara Denizinde İzmit körfezinden Kandıra kırığından Karadeniz çıkmak da mümkün. Bu kanallar hem ulaşım açısından, hem bölgenin ekolojik yapısı ve İzmit körfezinin temizlenmesi, canlı floranın sağlıklı gelişimi açısından da önemli olabilirdi.
Olur ya da olmaz, tartışmadan bunları konuşabiliriz. Bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olunmaz.
Bu bilgilerle 20 yıl kadar önce tanışınca o güzergahı dolaştım. Kandıra kırığından deniz kabukluları yanında bazı yamaçlardan deniz kestanesi fosilleri topladım. Hatta onlardan biri evimde, masamda durur.
Tabii birileri için Montrö, Mustafa Kemal dönemine ait bir sözleşme olduğu için o “mukaddes”tir ve dokunulamaz(!). Ve tabii ebediyyen ondan daha iyisi yapılamaz!?
Şimdi bu arada Cumhurbaşkanının tek imza ile İstanbul Sözleşmesinden ayrılma kararını hatırlayın. Peki yarın Türkiye tek imza ile Montrö’den çekilirse ne olacak. Bakarsınız Lozan’dan da çekiliriz. Ankara Anlaşmasını da iptal ederiz. 2 tane Ankara Anlaşması var. Biri Cemiyet-i Akvam döneminden kalan, Kasımpaşa konferansının devamı olan, Güney sınırımızı belirleyen Ankara Anlaşması bir de AET üyeliği ile ilgili. Hani bakarsınız AB’den de çekiliriz. Bundan da korkuyor olabilirler. Biz AB’den ayrılırsak, halimiz nice olur değil mi!?
Ya hu, İstanbul Sözleşmesinden çekildik diyoruz da, daha GREVİO konusunda bile bir adım atılmadı. Ya bu sözleşmeler nas mı, Allah’ın emri mi? Adamlar Great Reset’ten söz ediyor, biz 19.YY sonrası savaş yıllarında oluşan kavram ve kurumlarla 21.YY anlamaya, açıklamaya çalışıyoruz. Sahi sizin o devrimci o inkılapçı aklınıza ne oldu! Nasıl bir çağdaşlık bu!
Şimdi bu tartışmayı bırakalım da, düğmeye kim bastı onu bulalım.
Bunun arkası gelir. Bu bir politik alerji testiydi. Bakalım kim ne yapıyor, nerede duruyor.
Darbe olmaz diye kendinizi kandırmayın. Şeytan tatile çıkmıyor. Dış destek bulurlar, içeriden de şartları oluştururlarsa yine denerler.
Bu konuyu anlamak için Balkanlar’da, Kafkaslar’da neler oluyor onlara bir bakın. Ukrayna’da neler oluyor, Yunanistan’daki askeri tatbikatın gayesi neydi ona bakın. Doğu Akdeniz’e, Kuzey Afrika’ya, Süveyş Kanalına, İran’da neler oluyor ona bakın derim.
Şimdi savcılıktan gelecek bilgilere bakalım. Olayı siyasi polemik konusu yaparak bir yere varamayız. Kulağa hoş gelen sözler, çözüm yerine vakit kaybı olabilir. Toplumsa daha karamsar bir düşünceye sebeb olabilir. Bu da ötekilerin işine yarar. “Eli ayağı boş değil, tuttuğu iş değil” kabili işlerden de uzak durmak gerek. Övünmenin ve dövünmenin de kimseye faydası yok. Olmaz olmaz deme, olmaz olmaz.. Fitne dönemlerinde Şeytanın tatile çıkmadığını, fazla mesai yaptığını unutmayalım!?.
Bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmayalım. Dış güçler ve içimizdeki darbeci hainleri unutmayalım. Ama kişi olarak nefsimizdeki Şeytan, aklımızı, imanımızı, topluluk olarak, cemaat, parti, vakıf, dernek, oda her neyse, muhalefetteki hainlere odaklanıp, yanımızdaki hainlerden gafil olmayalım. Yani, Şeytanın sağdan gelenine, münafık karakterlilere, fasıklara, ins’in Şeytanlarına dikkat.
Selâm ve dua ile.