Evet, Türkiye"de devlet iktidarını denetleme üzerine kurulu müthiş bir iktidar kavgası var. Bir tarafta seçilmiş meşru bir iktidar, diğer tarafta bu iktidarın alanını daraltmaya, mümkünse tasfiye etmeye yönelen bir irade.. Hemen her zayıf nokta, zaaf üzerinden, iktidar alanına yönelik müthiş ve sofistike bir saldırı organize ediliyor.
Önce bir muhalefet dili oluşturuluyor. Kamuoyu algısı ciddi biçimde yönlendiriliyor. Ardından bu algıya yönelik operasyonlar servis ediliyor.
Devlet iktidarını denetlemeye, bu denetleme kampanyasının önünde duranları tasfiye etmeye yönelik irade hiçbir şekilde Türkiye ile sınırlı değil. Sınırı aşan, çok yönlü, çok taraflı bir mücadele izliyoruz. Bu kanaat kişisel değil, toplumsal bir zemin bulmuş durumda.
Hemen her olay, kendi seyrinden çıkıp söz konusu çatışmanın aşamaları olarak kabul görüyor. Bu aşamada, doğru şeyler yapsanız bile, bambaşka bir bağlamda; söz konusu güç çatışması bağlamında kabul görecektir. Artık bu noktadan dönmek mümkün değildir.
Bu aşamadan sonra kimse, AK Parti yönetimini devirmeye ayarlı mücadelenin "yerli bir proje" olduğuna, iç muhalefet ve iktidar çatışmasıyla sınırlı olduğuna inanmayacaktır. Bu kampanya ister yargıyla, ister emniyetle, ister olağan muhalefet söylemleriyle yapılsın durum değişmeyecektir.
Dün Türkiye kapsamlı bir yolsuzluk operasyonuyla sarsıldı. İşadamlarından bakan çocuklarına kadar uzanan bu geniş çaplı operasyon bile kamuoyunda sözünü ettiğimiz güç çatışmasının bir uzantısı olarak algılandı.
Bu ülkede hiç kimse yolsuzluğu savunamaz, yolsuzluğa bulaşanları affetmez. Yolsuzluğa bulaşanlar elbette bu millet tarafından tasfiye edilir, cezalandırılır. Bu konuda hiç kimse imtiyaz sahibi olamaz, korunamaz da..
Ancak belki ilk kez bir yolsuzluk operasyonu bu kadar bağlamından çıkıp başka bir operasyonun aşaması olarak algılandı. Sokaktaki insandan entelektüel çevreye kadar herkes, yolsuzluk boyutunu sorgulamak yerine şu soruları soruyor:
"Bu olayın arkasında ne var? Neden bugüne kadar beklendi? Birileri Başbakan"ın etrafını mı boşaltıyor? Hükümete yönelik dolaylı bir operasyon mu yapılıyor? Hedef Başbakan Tayyip Erdoğan mı? Hangi ülke ve çevre bu operasyonun arkasında? Sınırları aşan müdahalenin bir sonraki aşamalarında neler var? Seçime ayarlı bir müdahale mi söz konusu? Türkiye"de yeni bir iç politik dizayn mı yapılıyor?"
Ve benzeri daha bir çok soru ortalıkta dolaşıyor..
Mesela Halkbank konusunda bir uluslararası müdahaleye inananların sayısı oldukça fazla. Malum, Kuzey Irak petrolleri üzerinde yapılan büyük anlaşmalar geçtiğimiz haftalar bu anlamda ciddi tartışmalara neden olmuştu. "Petrol paraları hangi ülkede, hangi bankada toplanacak" sorusu kamuoyu tarafından yakından takip edildi? ABD ile Türkiye arasında bu konuda ciddi tartışmalar yaşandı. ABD yönetimi Irak"ın tüm petrol gelirlerinin ABD"de toplanıp, komisyonu alındıktan sonra buradan dağıtılmasında ısrarcıydı. Son aşamada petrol paralarının Türkiye"de, Halkbank"ta toplanması kararı verildi. 16 milyar dolarlık bir miktardan söz ediliyor burada.
Halkbank merkezli ikinci tartışma İran konusundaydı. Her ne kadar ABD-İran nükleer meselede en azından altı aylık anlaşmaya varsalar ve söz konusu mali ambargo yumuşatılmış olsa da, anlaşma öncesi Türkiye ile İran arasında ambargoyu by-pass eden bir süreç işletildi. Halkbank üzerinden İran"ın mali durumu yumuşatıldı.
Reuters ve Batılı finans çevrelerinin ardı ardına bu bankayı konu eden raporlar/haberler yayınlaması, ABD yönetimi ve uluslararası finans çevrelerinin hem banka hem de Türkiye"ye baskı üstüne baskı uygulaması tesadüf değildi. Üstelik İran"la Batı arasındaki yumuşama Türk ekonomisini, doğal olarak bu bankayı daha da öne çıkarıyordu.
Halkbank olayının, dar anlamda yolsuzluk boyutu dışında bir uluslararası operasyon boyutu fazlaca öne çıkıyor. Bu alanda da ABD"deki neocon çevreler, sermaye çevreleri ve İsrail aşırı sağının izleri söz konusu.
Şimdi olayı sadece bir yolsuzluk olarak Türkiye kamuoyuna kimse anlatamaz. Herkesin; bu açıdan operasyonun "uluslararası boyutuna", "enerji kavgasına" ve "finansal cezalandırma" yönüne dikkat çekmesi doğaldır.
Dedim ya, kamuoyu algısı artık ilk gerekçelere fazlaca odaklanmıyor, itibar etmiyor, "arkasında ne var"ı sorguluyor. Birileri İran ambargosu döneminde de, Batı-İran anlaşmasından sonra da kaybediyor olmalı ki, yolsuzluk operasyonları üzerinden Türkiye"yi cezalandırmaya girişmiş.
Aslında "Türk-Leaks" başlığı altında İran"la kayıt dışı para hareketleri üzerine ilk haberi Yeni Şafak yayınladı. Dün gün boyu bu haber servis edildi. Olayın mali/vergi boyutu, yolsuzluk boyutu ayrı bir konu. Ama olayın sınırları aşan bir operasyonun malzemesi olması, başka bir bağlamda kullanılması ayrı bir konu. Türkiye"de bunlar oluyor. Bir çok konu kendi bağlamından çıkarılıp başka bir hesaplaşmanın malzemesi yapılıyor.
Hatırlayalım: ABD Kongresi"nin Temsilciler Meclisi kanadında, İran"a uygulanan tek taraflı yaptırımlara rağmen Türkiye"nin Halkbank üzerinden İran"la ticareti artırdığı iddiasıyla, Türkiye aleyhine bir imza kampanyası başlatılmıştı. Washington"ın en güçlü lobi örgütlerinden İsrail yanlısı AIPAC"in önayak olmasıyla yürütülen kampanyaya 47 milletvekili destek verdi. Dışişleri Bakanı John Kerry hem de Hazine Bakanı Jack Lew"a gönderilen bir mektupta; "Sizden Halkbank"ın İran"a altın transfer edilmesindeki işlemlerini yaptırıma tabii faaliyet olarak ele almanızı istiyoruz" deniliyordu.
Şimdi bu olaya "yerli bir operasyon" nasıl diyeceğiz? İran altınları üzerinden iktidar hesaplaşması Türkiye"nin çıkarlarını vuruyor. Kimler adına, kimlerin çıkarları adına?
Birileri Türkiye"de çok ciddi bir hesaplaşma başlattı. Gezi olayları üzerinden yürütülen cezalandırma ve kontrol altına alma stratejisi fiyaskoyla sonuçlandı. Şimdi başka bir yöntem deneniyor. Olağan muhalefet alanlarının etkisizliği birilerini çaresiz bırakmışlar ki, yeni bir muhalefet inşa etmek için yeni bir proje uygulanıyor? Bu çevreler, yeni yöntemin son şans olduğunun farkında. Bu yüzden çatışma çok çetin geçecek...