Yıl 2009 Aylardan Mart tarihte yeniden var olduğumuzun yeniden yazıldığı zaman.
Birkaç gün sürecek faaliyetler öncesinde kulübümüzde toplanarak toplantı yaparız. Bu önemli faaliyet öncesinde de toplantımızı yaptık. Uzun yola çıkmadan önce yapılacak faaliyetin durumuna göre alınacak tedbirler ve mevsim durumuna göre yeterlilik, malzemeler bir bir kontrol edilmesi, konuşulması ve yapılması gerekenleri gözden geçirdik. Ayrıca katılımcıları tamamı 12 Mart akşamı saat 18.30da kulüpte buluştuk ve kamp malzemeleri kişilere göre sayılarak teslim edildi. Madem ki biz spor kulübüyüz lisanslı Sporcularla yola çıkmalıydık. Sporcu lisanslarının vize edilip edilmediği kontrol edildi. Bütün sporcularımız vizeliydi. Çadır arkadaşları seçildi. Hemen kaynaştılar, daha toplantı bitmeden planlar yapmaya başladılar. Bu bir kulüp için çok güzel bir olaydı. Özellikle bir tanesi var ki ilk defa aynı çadırı paylaşacağı arkadaşına. Şöyle diyordu ben horlarsam sen rahatsız olur musun?diye sordu çadır arkadaşına. Gelde gülme bu söze. Kalkış saatimiz, molalarımız, yemek dahil faaliyetle ilgili bütün detaylar konuşuldu ve hareket günü olan 16 Mart 2009 saat 10.00da milli buluşma yerimiz olan PTT önünde buluşmak üzere ayrıldık.
Nihayet o gün gelmişti. Ama o kadar yorgun ve uykusuzdum ki bu kısa zaman zarfında nasıl yetişebileceğimin planlarını yapmaktaydım. Ben, Rize Türk Telekomda çalışıyorum. İşyerimde nöbet sistemine geçtik bu şekilde çalışıyoruz. 15 Mart 2009u akşamı nöbet sırası bendeydi ve ertesi sabahta uzun bir yolculuğa çıkacaktım. Dinç olmam gerekiyordu çünkü bütün sorumluluk bendeydi. Gece nöbet tutarken bir taraftanda bu anlamlı faaliyetin nasıl geçeceğini, geçmesi gerektiğini hayal ediyordum. Bu hayal nöbetimin daha zevkli ve çabuk geçmesini sağladı. Gün yeşil cennetimin üzerine doğmaya başladı. Bendeki heyecan gittikçe artmaktaydı. Oysa daha önce birkaç defa bu heyecanı tatmıştım.
Saat 9.00 olmuştu nöbeti devralacak arkadaşa devrettim. Üç iş günü izin aldım, nöbet istirahatımla beraber toplam beş gün izinliydim. Buda benim için yeterli bir zamandı ve ben bir taksiye atlayarak evin yolunu tuttum. Zamanım çok azdı. Üstelik uykusuz ve yorgundum. Eve vardığımda taksiye beklemesini söyledim. İçeri girdiğimde daima yanımda olan eşim kahvaltıyı hazırlamıştı. Benim hiç zamanım yoktu. Sadece bir bardak çay içebildim. Hemen daha önce hazırlamış olduğum sırt çantamı, batonlarımı aldığım gibi kapıda bekleyen taksiye atladım ve doğruca buluşma noktamız olan PTT önüne geldim. 15 dk. Önce gelmiştim fakat hemen hemen herkeste gelmişti. Şoförümüzde gelmişti. Yola çıkmak için her şey hazırdı. Şoförümüz 21 yaşında ufak tefek, sempatik, yakışıklı, güzel gamzeleri olan bir delikanlıydı. Biraz tedirgin oldum ve hemen sordum. Sen daha önce uzun yola gittin mi dedim? Bu soru karşısında gözleri yuvalarından fırladı. Çok bozuldu. Şöyle bir kaşlarını çatarak; tabiî ki gittim, Samsuna gittim dedi. İçimden anlaşıldı dedim. Allahtan arabada en az beş tane uzun yol şoförü var dedim. En iyi uzun yol şoförü Ömer KÖROĞLU vardı.
Hava kapalı hafiften yağmur çiselemekteydi. Sanki bizi uğurlamaktaydı. Ayrıca bu faaliyette şartları gereği yanımızda olamayan Deniz, Osman, Muharrem, İsmet ve kendi gelemese de telefonla arayarak sesiyle yanımızda olan sevgi arkadaşlarımız yolcu etmek için bizimle beraberlerdi. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyoruz. Bu güzel uğurlamadan sonra hareket ettik geçmişimizden geleceğimizi görmeye.
Araba içinde görülmeye değer büyük bir heyecan ve neşe vardı.Güle oynaya Trabzon il sınırları içine girdik.Şehrin yakınlarında arabamızın lastiği patladı ve sanayi çarşısına gittik. Lastikler yapılırken fırsat bu fırsat dedik öğlen yemeğimizi burada yiyebiliriz düşüncesiyle hemen caminin altında mütevazi bir lokantaya girdik. On iki kişiydik. Yemek olarakta Karadeniz peynirlisi yanında da ayranı tercih ettik. Kısa bir sürede yemeklerimizi yedikten sonra lastikleri yapılan arabamıza bindik.
Yol uzundu. Ben yorgundum, gözlerimle başımı koyacak yer arıyordum. Genç sporcularımdan Tolga ve Deniz bunu fark etmiş olacaklar ki, arkadaki beşli koltukta uzanmam için yer açtılar. Buna ihtiyacım vardı. Hayır diyemezdim geçtim koltuğa. Uyumaya çalışıyorum fakat bir taraftan da Anadolu yarım adasının kuzey batısında yer alan, Biga yarım adasının en yüksek dağı olan, Ege bölgesini ve Marmara bölgesini birbirinden ayıran, bir ucu Çanakkalede, diğer ucu Balıkesirde olan, Edremit körfezini kuzeyini takiben, kuzeydoğu-güneybatı yönünde 60-70 km uzunluğunda, batıda Dede dağı, ortada Kaz dağı, doğuda Eybek dağı, kuzeydoğuda Gürgen dağı, Kocakatran,Küçükkatran ve Susuz(Sakar) dağından ve ayrıca bağrında bir çok tarihi efsane saklayan eski ismi İDA olan Kaz dağlarını hayal etmekteydim. Özelliklede tırmanış yapacağımız Kaz dağının Sarıkız zirvesini düşlemekteydim. Daha önce birkaç defa bu tırmanışı yapmıştım ama yinede heyecanlıydım. Bu sefer sanki bambaşkaydı benim için bu düşünceler eşliğinde dinleniyordum.
Çanakkale ayrı bir rüya idi benim için.
En çokta beni mutlu eden değer verdiğim arkadaşlarımdan birinin uzaklardan bu faaliyete günübirlikte olsa katılacak olması idi. Birkaç kişi haricinde faaliyete katılanların birçoğu yeniden var olduğumuzu bütün dünyaya kanıtladığımız yer olan Çanakkaleye ilk defa geliyorlardı. Bu yüzden çok heyecanlıydılar, durmadan sorular soruyorlar bu da beni çok mutlu ediyordu. Yollarda kar buz her şey vardı. Bu arada direksiyonun başına Ömer abi geçti ve içim çok rahatlamıştı. Aksi takdirde yirmi saatlik yolu yirmi üç saatte gidebilirdik. Tabiki şoförümüz yaşına ve deneyimine göre çok çok iyiydi fakat yinede bazı şeylerin daha iyi olması için belli bir deneyim gerekiyordu.
Çanakkaleye yaklaşmıştık. Hepimiz bunu hissediyorduk. Derken Çanakkaleye 10 km levhasını gördük. Hepimizde bir heyecan bir heyecan, sanki yol bitmek bilmiyordu. Genç kaptanımız Ali kaptanımız Ezineye doğru yanlış rota çizince yolumuz bir 10 km daha uzamış oldu. Yol arkadaşlarımın hepsi sabırsızlanıyordu. Daha doğrusu ben onlardan daha heyecanlıydım. Sanki bu yıl daha başkaydı bu faaliyet. Hissettiğim buydu doğru rotamızı ararken.
Bu faaliyete Erzurumdan katılan BEYSO kulübünün başkanı Çetin BAYRAM aradı. Abi nerede kaldınız merak ettik diye. O sırada bir gülme krizi cevap veremiyordum. Neyse ki geçte olsa uzun ve keyifli bir yolculuktan sonra Çanakkale il spor müdürlüğünün önündeydik.
Türkiye Dağcılık Federasyonu(TDF) başkanımız Alaattin KARACA ve diğer illerden gelen katılımcılarda oradaydı hepsiyle selamlaştık ve Rizeden tek temsilci grup olarak katıldığımız Verçenik Dağcılık Ve Doğa Sporları Kulübü olarak Çanakkale şehitlerini anma tırmanışı için yerimizi almıştık. Herkes birbiriyle tanıştı sohbetler edildi, önceden tanışanlar özlemlerini yad ettiler. Bir taraftan da yola devam ediyorduk o sırada kahvaltı yapmamış olduğumuzun farkına vardım. Aç karnına güçlü olamazdık değil mi?
Öyle uyumlu bir gruptuk ki toplu yürüyor, birimiz konuşurken diğerlerimiz onu dinliyor ekibimle gurur duyuyordum. İçimden iyi ki bu gurubun lideriyim diyordum.
Kahvaltı için bir lokantaya girdik. Burada kimimiz kahvaltı için çay, peynir vs., kimimiz çorbayı, kimimizde acılı lahmacunu tercih etmişti. Özelliklede Cemil arkadaşımızın acıdan yüzünün kıpkırmızı olduğu, damla damla ter döktüğü bir lahmacun yiyişi vardı görülmeye değerdi ve çok doğaldı.
Saat 11.00 gibi toplanıldı. Katılım sayısı yetmiş sekizdi. Biz kendi aracımızla yola devam ettik. İlk durağımız resmi törenin yapılacağı Bayramiç ilçesiydi. İlçeye konvoy halinde girdik. Bayramiçin devlet erkanı TDF başkanımızı ve bizi çiçeklerle karşıladılar. Belediye başkanı günün anlamını ve önemini belirten konuşmasını yaptı. Şöyle bir geçmişe dönük hafızamda gezinti yaptım ve bu esnada belediye başkanın şimdiki yapmış olduğu konuşma hemen hemen aynıydı tek farklılık dedesinin Çanakkale savaşında 59. tümenden kurtulan birkaç askerden biriydi ama bu yıl ki konuşmasında dedesi 1914 Allahu Ekber dağlarından hayatta kalan asker olmasıydı.
Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF)nin her yıl geleneksel olarak düzenlediği Çanakkale şehitlerini anma tırmanışı faaliyeti 17 Mart 2009da saat 13.00de Çanakkalenin Bayramiç ilçesinde yapılan Törene Türkiye Dağcılık Federasyonu (TDF) başkanı Alaattin KARACA, Bayramiç kaymakamı, belediye başkanı ve Türkiyenin bir çok ilinden gelen dağcılık sporuna gönül vermiş yetmiş sekiz sporcu, Rize'den Verçenik Dağcılık ve Doğa Sporları Kulübü (VDDK)ün on dört sporcu, bir antrenörle katıldığı, saygı duruşu, istiklal marşımız okunduğu resmi bir törenle başlamış oldu.
Her bir eğitmenin üzerinde emeği olan sevgili başkanımız Türk dağcılığının mimarı Alaattin KARACA hocamız kararlı Anadolu insanı duruşuyla muhteşem konuşmalarından birini daha yaptığı sırada diz üstü bilgisayarının içinde olduğu çantayıTDF eğitmen Çetin BAYRAMa emanet etti. Çetin BAYRAMda gözlerinin içine bakan beş tane elemanına rağmen bizim gruptan Tolga arkadaşımızı çağırıp teslim etmesi küçük bir ayrıntı olarak gözüme takıldı. Tolgacığım boynunda çanta, elinde iki tane fotoğraf makinesi birde VDDK flamasıyla ne zor saatler geçirmiştir.
Kumanyamızı aldık, bindik arabamıza konvoya takıldık. İstikametimiz Ayazma.
Yol boyunca elma ve kayısı bahçeleri sıralanıyordu. Tarlalarda koyun ve keçi sürüleri eşliğinde yolculuğumuz devam ediyordu. Yavaş yavaş Kaz dağlarının karlı tepeleri görünmeye başlamıştı. Daha önce üç defa bu heyecanı tatmama rağmen yinede yüreğime hükmedemiyordum. Serin ve rüzgarlı hava iyice kendini hissettirmeye başlamıştı. Bir taraftanda yağmur içimizdeki tarifsiz heyecan dolu duyguları yeniden var olduğumuzu ispatladığımız topraklarla buluşturuyordu.
Bu duygular eşliğinde geldik Ayazmaya. Herhangi bir yere art arda Ömer abi ve Refikin yapmış olduğu espriler eşliğinde çadırlarımızı kurduk ve arabamızı uygun bir yere park ettik. Akşam olmak üzereydi, yemek içinde acele etmeliydik. Yol arkadaşlarımın sanki hiçbir şey umurlarında değildi yağmur çamur demeden bulundukları yerin ve zamanın tadını çıkarıyorlardı. Kısa bir istirahattan sonra akşam yemeği için toplandık aramızda ne yapalım diye düşünürken hep bir ağızdan Rizenin milli yemeği muhlamaya karar verdik. Ayazmaya bile milli yemeğimiz tattırmalıydık. İçimizden en iyi yapan kim var diye düşünürken
1240 yılından beri sloganı ile yaklaşık 30 yılın dağlarda geçiren Ömer Köroğlu ustadan başkası olamazdı. Bol tereyağlı muhlama hazırdı. Gerçektende dağda yemiş olduğum en güzel muhlama idi üzerinede bir bardak çay bundan daha güzel bir keyif olamazdı.
Yemeklerimiz yedikten sonra sabahki tırmanış için hazırlıklarımızı yapmaya başladık. Hazırlıklarımızı yaptıktan sonra uyumak için çekilmeden önce kamp yerine 1.5 km uzaklıktaki tesise inmeye karar verdik. Erzurum grubu da bize katıldı. Tesise vardığımızda yüzümüzü okşayan sıcak hava bizi mest etti çünkü dışarıda yağmurlu ve soğuk bir hava vardı. Şöminedeki yanan ateş sanki içimizdeki dağlara olan aşkımızı temsil ediyordu. Sürekli harlı. Ayrıca İzmir grubunun dostane sıcak davranışları sohbetleri ortamı dahada vazgeçilmez kılıyordu. Çaylar içildi kolbastı ve horon oynandı ama yarın bizim için büyük bir gündü. Önemli ve anlamlı bir tırmanış vardı bu yüzden saat 22.30 gibi ayrıldık oradan. Kamp yerindeki çadırlarımıza yerleştik sabah 5.00te uyanmak üzere saatlerimizi kurduk. Uyku tulumlarımızın fermuarını çektik. Gün ilk ışıklarını üzerimize bırakırken saat daha 5.00 olmamıştı. İkram edilen helvalarla beraber birer bardak çaylarımızı içtik. Hava kapalıydı oysa bizim ruhumuzda güneş çoktan doğmuştu. Kuş sesleri kocaman ağaçlarının altından havayı gülümsetiyordu. Küçük bir konser eşliğinde yürüyüş düzenini aldık ve başkanımız Alaattin KARACA hocamız akşam yağmur muhalefeti nedeniyle yapamadığı yürüyüş güzergahının nasıl olacağını bu yürüyüş ve tırmanışta eşlik edecek olan görevlilerin isimlerini açıkladı.
18 Mart 2009 zaferin ilk ışıkları ile ile saat 6.00da zirveye ulaşmak için yürüyüş başladı. Başkanımız Alaattin KARACA liderliğinde, antrenörler; Bandırmadan Mustafa KIZILTAŞ, Rizeden Emin Ali KALCIOĞLU, Erzurumdan Çetin BAYRAM, Mihmandar olarakta Balıkesirden Ferit ŞEREMETin görev aldığı teknik ekip hazırdı. Tırmanış gurubunda telsizler dört kişiye dağıtıldı. Bir taraftanda sayım yapılıyordu 77 son sesi duyuldu ve herkes tamamdı.Yürüyüş devam etmekteydi. Rotamızın öncüsü Ferit ŞERAMET önden yürüyordu. Çünkü bu rotayı en iyi bilen oydu ve ayrıca dört yıldırda bu tırmanışın rehberliğini yapmıştır. Herhangi bir kopmaya müsade etmeden başarılı bir şekilde bu tırmanışı gerçekleştirdiğin için Ferit abi çok çok teşekkür ederiz. Her adımda karlı bölgeye yaklaşıyorduk. İşte kar taneleri bizi selamlamaya başladılar gittikçe sevgi yoğunluklarını arttırdılar. Biz çok rahattık çünkü her şey başkanımızın kontrolü altındaydı.
Başkanımız, Çetin Bayramla beni önden iz açmam için görevlendirdi. Dağda en çok sevdiğim işti bu. Kimsenin dokunmadığı bu bembeyaz örtüye dokunanın ben olması. Bu anlatılmaz bir duyguydu benim için. Çetinin bacakları uzun olduğu için benimle arayı fazla açtı ama her şey Alaattin hocamızın kontrolündeydi. Her hamlemizi telsizle takip ediyor gerektiğinde bizi yönlendiriyordu. Zaman zaman kar izleri kapatsa da çabası nafile. Biz ak saçlı dağların dostlarıydık. Bütün grubun keyfine diyecek yoktu. Her şey yolundaydı. Tamamen kış koşullarında, bir kişi haricinde hiç fire vermeden başkanımız teknik bilgisi eşliğinde, Ferit beyin işaret ettiği güzergâhta, Çetin ve benim açtığımız iz istikametinde gerçekleştirdiğimiz tırmanış sonucunda Saat 14.00de 1100 mtlik SARIKIZ zirvesindeydik.
Zirvenin başı dumanlı, gözü yaşlıydı. Zirvede zaferi, bağımsızlığı, yeniden varoluşunu şehitler için saygı duruşunu gerçekleştirip, istiklal marşımızı okuyarak zirveye yakışır törenle kutladık.
Törenin yüz güldüren anı ise Tolganın benden Rize Üniversitesi bayrağıyla resim çektirebilir miyim diye benden izin istemesi. Bu sporun nasıl oluyorda bu kadar kısa zamanda tüm Türkiyeye yayılmasının anlamıydı. Bir kaya kadar sağlam ve dürüst, bir kardelen kadar sıcak, bir menekşe kadar narin, zirveyi hedefler, enginlerde gezeriz çünkü biz Türk dağcısıyız. Artık inişe geçme zamanı gelmişti. İniş yapacağımız bölge karlıydı. Başkanımız herkesi beşerli gruplara ayırdı. İpi ilk göğüsleyende liderimiz, başkanımız Alaattin KARACA hocamızdı. İlk olarak o geçti arkasında telsizlerle komuta ederek grupları tek tek indirdi.
Ferit ŞERAMET ve Çetin BAYRAM aşağıda koca koca kestane ağaçlarının olduğu havuzlu bölgede yemyeşil yosunların olduğu suyun kenarında grupla bizim birleşmemizi sağladı. Kamp yerine yaklaşmıştık. Yürüyüş esnasında yanlış hatırlamıyorsam İzmir grubundan biri bana kuzu kulağı ikram etti ve bu ince davranış çok hoşuma gitmişti. Çok teşekkür ederim. Yürüyüş sırasında arkadaşın birinin yuvarlandığını fark ettim fakat düşüşünü öyle bir kontrol etti ki bir şey olmadan atlattı aksini düşünmek korkunçtu.
Kamp alanına geldiğimizde hava birden perdelerini çekti ve karanlığa bürünmüştü. Her yer kaşlarını çatmış bağırıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamak üzereydi. Hemen apar topar toplandık. Çadırlarımızı kılıflarına bile koyamadık. Katılımcılar bölgelerine döndüler. Rize Verçenik Dağcılık Ve Doğa Sporları Kulübü (VDDK) bölgede iki gün daha kalarak destanın yazıldığı Gelibolu şehitliklerine ziyarette bulunmak üzere istikamet Çanakkale dedi.
Kalacağımız yer olan spor il müdürlüğünün güreş idman salonuna serdik matlarımızı, girdik uyku tulumlarımızın içine, yarına ait düşlerimizi göz kapaklarımızın arkasında oynatmaya başladık. Yarın büyük bir gündü bizim için. Gelibolu şehitliğini gezecektik. Rehberi aradım saat 7.00de buluşmak üzere sözleştik. Yarının ayrıca benim için bir önemi daha vardı.Her daim desteğiyle yanımızda olan arkadaşımız bize katılmak için İstanbuldan geliyordu. Sabah ilk onun telefonu ile uyandım. Garajdayım diye beni aradı çok sevinmiştim. Arabayla gidip karşıladık ve onuda gruba dahil ederek şehitliğin yolunu tuttuk. Bu gezi esnasında bizimle birlikte Erzurum grubu Besyocularda yer alacaktı.
VDDK BAŞKAN www.vercenik.org.tr
TDF EĞİTMEN
Emin Ali KALCIOĞLU