2009 YAŞ’ta TSK’dan kimler atılacak?

Yazı yazmak için masaya oturduğumda aklımda bambaşka bir konu vardı.

Hatta gece yatmadan yazının bir bölümünü özetlemiş idim bile.

Yazının konusu da 29 Mart seçimlerini belirleyecek iki zıt eğilimin, 2008’de seçmen iradesine karşı yapılan iki eylem ile (Anayasa değişikliğinin iptali ve parti kapatma davası) küresel krizin işsizlik yansımalarının bileşkesinin ne olabileceği idi.

Bu amaçla yazıya oturduğumda karşımda açık olan televizyon kanallarından birinde Malatya Zirve Yayınevi katliamının azmettiricisi olarak dönemin Malatya Jandarma Alay Komutanı’nın gözaltına alındığını duydum.

Ve 2009 Mart seçimlerinin sonuçlarına yönelik yorumu zorunlu olarak pazara ya da pazartesiye erteledim.

Her katliam insanın tüylerini diken diken eder ama Malatya katliamı beni biraz daha ürpertiyor zira o olayın yaşandığı gün ve saatte bendeniz oradaydım ve korkunç olaydan çok kısa bir süre sonra bir konuşma yapmam için beni Malatya’ya davet eden Belediye Başkanı ile birlikte Zirve Yayınevi’nin önüne gelmek zorunda kalmış idik.

Bugün, olayın azmettiricisi olarak dönemin Malatya Jandarma Alay komutanının gözaltına alınması doğrusu çok ama çok ciddi bir meseledir.

Doğrudur, herkes yargı tarafından mahkum edilene kadar masumdur, bu ilke ceza hukukunun en temel ilkesidir, bu nedenden Albay’a bugünden suçlu demek hukukun temel ilkelerine aykırıdır.

Ancak, her pisliğin altından emekli ya da muvazzaf bir askerin çıkması da kabul edilebilecek bir konu değildir.

Danıştay cinayeti, Hrant Dink cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi katliamı vs. tüm bu olayların arka planında mutlaka emekli ya da muvazzaf bir subayın adı geçmektedir.

TSK’nın imajı, ürettiği yaşamsal dış güvenlik kamu hizmetinin niteliği açılarından bu durum kabul edilebilecek bir konu olmaktan çoktan çıkmış bulunmaktadır.

TSK’ya yönelik bu tür yazı ve eleştirilerimiz karşısında süper zeka birileri bizleri ‘asker-ordu düşmanlığı’ ile suçlamakta, karalamaktadırlar.

Gerçekten asker-ordu düşmanlığı diye bir konu varsa, bu asker ve ordu düşmanlığı, TSK’nın adının, imajının cinayetler, katliamlarla birlikte anılmasını normal karşılayan, buna itiraz, hatta isyan etmeyenler, bu berbat durumu örtbas etmek isteyenler için söz konusu olacak bir durumdur.

Bizler, her pisliğin arkasından bir subay isminin çıkmasından gerçekten çok rahatsız oluyoruz ama bu rahatsızlığımızın temel nedeni bu kötü gidişata birileri dur demez, askeri ve orduyu bu kirli görüntüden arındıramaz, temizleyemez ise bu görüntü ve imaj kirliliğinin ilk vuracağı yerin en temel kamu hizmeti olduğunu düşündüğümüz dış güvenlik kamu hizmeti olması nedeniyledir.

Maalesef, en azından çok yakın geçmişe kadar, TSK’nın çok üst kadrolarında bu durumu normal karşılayan, hatta destekleyen, örgütleyen kişilerin olduğu bugün bilinmektedir.

Ama bu konu bugün bu kadar detaylı bir biçimde ortaya çıkarılmış ve tartışılıyor ise TSK’nın yine çok üst kadrolarında askerliğin özünün, dış güvenlik kamu hizmetini siyasal otorteye bağlı olarak etkin bir biçimde yerine getirmek olduğu bilincine sahip kişiler sayesindedir.

Bugüne dek ağustos aylarında TSK’dan yapılan temizlik harekatlarının objeleri bilinmektedir.

Bu ağustos ayında beklentimiz, TSK’nın kendini başka açılardan da temizleme ihtiyacı duyması, hukuk devletinin en temel ilkelerine saygısız kadroların bu çok önemli kurumdan arındırılmasıdır.

Bu süreçte oluşabilecek hukuksuzluklara karşı da YAŞ kararlarının yargı denetimine açılmasının zorunluluğunu da bir kez daha belirtmekte yarar görüyorum.