Eflatun, bir insanın iktidar olma isteğini iki şeye bağlar, ya başına ne iş açacağını bilmediği bir işe talip olmaktadır, ya da iktidar olma gücünü arkasına alarak bir ihanet peşindedir. Devlette memuriyete talip olmak değil, teklifle razı edilmek yolu ile olmalıdır. O kişi, o konuda ehliyet ve liyakat sahibi olmasının yanında dürüst bir kişi olmalı ve maaş almamalıdır. Görev süresi ve yetkileri sınırlandırılmalıdır. Daha önce kendi işinden edindiği imkanlarla geçim konusunda sıkıntısı ve ihtirası da olmamalıdır.
Tabi bu ütopya olarak güzel, ancak o zaman için bir site devletinde mümkün olan bir iştir. Benim öğrendiğim kadarı ile, şu 3 şey şart: Dürüstlük, bilgi ve tecrübe, cesaret. Bunlardan biri eksik olsa olmaz. Bundan sonra daha 40 şart vardır ancak bu ilk 3’ü elzem şarttır. Diğerleri 7, 10, 40 şart ehem-mühim olmak üzere mütemmim şartlardır. Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacak kişi Allah ve Resul’ün isim ve sıfatlarını söz, iş ve duruşu ile yansıtmalıdır. Sabırlı olmalı, cömert olmalı, mütebessim olmalıdır.
Bugün aday olmak isteyenlerin bir kısmı menfaat devşirmek bir kısmı devşirdiklerini muhafaza etmek için bir dokunulmazlık zırhı ve kalkan olarak kullanmak, bir kısmı prestij için, kartvizit olarak bu makama ihtiyaç duyuyor. Bunların çoğu o makamın bir paratöner olduğunu, projektörlerle aydınlatıldığını bilmez. Bazıları için siyaset dua ile istenen beladır.
Bizim dilimizde “siyaset etmek” “adam öldürmek” demektir. “Adam asılan meydan”a “Siyaset meydanı” denir. “Siyaset gömleği” idam gömleğidir. “Darağacı”na “siyasetgah” denir. Bir de unutmayın, kamu malı yetim malı gibidir. Sadece yaptıklarınızdan değil, yapmanız gerekirken yapmadıklarınızdan da hesaba çekileceksiniz.
“İnsan kendi ailesinin, akrabalarının sorumluluğunu taşımak bile zor gelirken hangi akılla siyasete talip olurlar bilmiyorum” der bir bilge adam. Hz. Ömer, “eğer din günü, bu görevdeki sevaplarımla, ihmallerim tartıldığında sevaplarımla ihmallerim eşit gelirse, kendimi bahtiyar sayacağım” der.
Zahid’ler, insanların devlet memuriyetinden uzak durmaya çağırmışlardır. Eğer yapmaları gerekirse, oradan dünyalık devşirmek değil, kamudan yana tasarrufta bulunmalarını öğütlemişlerdir. Özellikle de kibir, gaflet, mütrefin’lerden olma konusunda uyarmışlardır.
Aday olacak kişiler ya da aday gösterecek olanlar bu konularda titizlik göstermeliler.
Unutmamak gerekir ki, “bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabilir”. Kim ki neyi ihtirasla isterse, o şey o kişinin imtihanı olur. Hele kötü niyetli kişiler, kendilerini iyi gibi gösterirlerse münafıklaşmaya başlarlar.
Eğer yolsuzluğa bulaşmış, müstekbir ve mütrefin’leri aday gösterirseniz, halk onlara oy vermez. Bu seçimlerde yolsuzluk konusu önemli bir ölçü olacak. O kişiler ne kadar çok çalışırsalar, o partiler o kadar az oy alırlar. Tanınmamış, seciyesi düşük kişileri öne çıkartırsanız, yarın onlar sizi satabilir. Çok akıllı ve dürüst kişileri seçerseniz, yarın onlar mevcut yanlışlar konusunda uyardıkları için içeride sorun (!?) çıkartabilirler.
Bu işin şirazesi kaydı. İyi insanları listeye koyarsanız, seçimi kazanabilirsiniz, ama yarın onlar içeride sıkıntı çıkar.
Bakın toplum belli bir ölçüde çok akıllı, dürüst, cesur olmadan, yöneticilerin çok akıllı, dürüst ve cesur olması mümkün olmadığı gibi, böyle bir yönetim gelirse, halk onlar ile uyumlu şekilde çalışamaz. Bizim topyekun, hep birlikte tevbe etmemiz ve düzelmemiz gerekiyor. Bu siyaset değirmeni nice dev gibi insanları öğüttü. Bazıları da, aşağılık kompleksi ile, toplumu dönüştürmek için çıktığı yolda, makam, para ve karşı cinslerle hemhal olunca kendileri dönüştü ve sapıttılar. Siyasetin böyle dönüştürücü bir gücü var. “Reel Politik” put’u, nice boyun eğmez denilen kişiye boyun eğdirmiştir. Onun için siyasete giren dini hassasiyet sahibi birileri, ya ibadetini ve manevi, ahlaki gayretini artıracak ya da Şeytan’ın maskarası olacaktır. Bu noktada, 19. yüzyılda yaşamış olan İngiliz tarihçi ve politikacı John Dalberg-Acton “Güç yozlaştırır; mutlak güç, mutlaka yozlaştırır. Bu düşünceye sahip insanlara göre “Büyük insanlar, her zaman kötü insanlar olmaya meyyal, yaa da çevresi tarafından o yönde davranmaya zorlanan insanlar”dır. İslam geleneğinde “Rabbim beni bana bırakma, beni nefsimle başbaşa bırakma” diye dua etme geleneği bu endişeyi ifade etmektedir. Nefsin heva ve hevesleri, dünya malı, makamı, metaı için meyli, dindar bir kişiyi kaygılandırır. Aynı gelenekte halkın din ve devlet büyüklerini ilah ve rab edinmemesi uyarısı vardı. Onları kibre yönlendirecek tavır uslup ve bayanlardan sakınmak gerekir. Kamu adına hareket edenlerin denetime açık olması, şeffaf olması, bir bakıma cam evde oturması gerekir.
Siyasiler büyük vaadlerde bulunmamalı. Çünkü Allah’ın kendilerini nasıl imtihan edeceğini bilemezler. Geçmişte yaptıkları ile de övünmemeli? Sonunda yapılan iş bir siyasi taşeronluktur. Yaptığı işin maliyeti, kimlere, hangi şartlarda, niçin verildiği, niçin başka yere değil de oraya yapıldığının iyi ölçülüp tartışması, hepsinin mantıklı ve makul bir cevabı olmalı. Ben yaptım oldu olmaz. Sonuçta siyaset velayet değil vekalet müessesesidir. Asrı saadetten sonra 4 Halife dönemini iyi okumak gerek. Hz. Ali döneminin nasıl sonlandığını da görmek gerek. Kimse kendi aklına ve nefsine güvenmesin! Biz günde 40 defa Fatiha okuruz ve hep “Ya Rab, bana Hakkı Hak, batılı batıl göster, Hakda toplanmamızı nasib et”diye dua eder. Kıral da böyle, alimde, yoksul bir dua eder, bir ümmi de. Geleceği biz bilmeyiz, yalnız Allah bilir. Yönetime aday olanlar istişare ve şuradan ayrılmamalı. Peygamberlerin ve 4 halifenin sahip olduğu yetkileri esas ve örnek almalı. Mutlak otorite, la yüs’el bir kişilik beklentisi sapkınlığın başlangıcıdır. İstişare ve Şura’dan, ehliyet ve liyakat’tan ayrılmamalı. Adil olmalı. Kibir, inat ve gösterişten uzak olmalı.
Sonunda herkesin bir kaderi var. Her işin sonucunu takdir eden Allah’tır. Hayır da şer de Onun iradesi içindedir. Biz hepimiz, her zaman, her yerde bir imtihan üzereyiz. Her an, Hak-Batıl, İyi-Doğru, Güzel-Çirkin konusunda sırası ile vahiy, akıl ve sezgisel yönelimlerimizle bir takım tercihlerde bulunuyoruz. Bu bizim imtihanımızdır. Unutmayalım ki, bu dünyada yapıp yapmadıklarımız, söylediklerimiz ve söylememiz gerekirken söylemediklerimiz konusunda, sonuçta ye kendi sırtımızde kendi cennetimize tuğla, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyor olacağız.
Doğru aday seçim oy verdikleriniz sizin adınıza iş yapacaklar, eğer onlar iyilik yaparlarsa size ondan bir pay, kötülük yaparlarsa size ondan da bir pay vardır.
Ya iyilerden en iyiyi seçecekseniz, iyi yoksa, en az kötüyü, kerhen, onu kerih görerek, sol elle, yüzünüzü sağa çevirerek oy verebilirsiniz. Ona muhabbet beslemeyecek ve onu savunmayacaksınız, ileride yanlış söz ve eylemlerine karşı çıkacaksınız.
Seçim süreci ve seçim sonucu ne olursa olsun, sonuç Allah’ın iradesi içindedir ve bu sonuçlar sadece bizim imtihan şeklimizi belirleyecektir. Allah’ın muttaki kullarına hiç kimse zarar veremez. Hem değil mi ki, “Hak şerleri hayra tebdil edendir”. Ya haksızlıklara karşı direneceğim, ya da alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olarak, insanlığın acılarını dindirmek için çalışacağım. “Binbirbaşlı kartala karşı direnen bir kanarya” olacağım, Zümrüt-ü ankaya dönüşeceğim, bazan bir ebabil olacağı, Allah’ın rahmet ve bereketi ile.
Birileri kendi derdine yansın. Eski şimdi sizi masiyete yönlendiren “fasık dostlarınız”dan kurtulmak için onları liste dışı bırakırsanız, size düşman kesilirler. Onları listeye alsanız, yerini beğenmez. Öne çıkartsanız halk size oy vermez.
Unutmayın, Dikkat edin! Firavun sarayında Musa’lar, Harun’lar, Yuşa’lar Asiye’ler, Haacer’ler olabilir. Ya da peygamber evinde inkarcılar, fasık’lar, müfsid’ler de olabilir. Salihler arasına karışmış Münafıklar da.
Usul olarak, def-i mazarrat celbi menafiden evladır. Önce oy vermeyeceklerinizi seçin kendi bölgenizde aday bazında. Büyük ihtimalle partilerin hemen hemen tamamında işe yaramaz adamlar olacak. Önce o adayların üstünü çizin. Bakın bakalım geriye kim kalmış. Varsa iyiler ve hangi partinin lisesinde seçilecek yerde onlardan ne kadar fazla varsa o partiye oy verin. Meclise her partiden namuslu, bilgili ve cesur insanlar girsin. Hiç iyi yoksa, en az kötüyü kerhen. Cennet de 7 kat cehennem de. İyilerden birini seçerken de en iyiyi seçeceksiniz. Partizanlık kavmiyetçiliktir. Hizipcilik, fırkacılık yok. Adil şahidler olacağız. Hak’tan yana olacağız, Hakkın ve Halkın gören gözü ,işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız. “Sen bu yazılarınla kime hizmet ettiğinin farkında mısın” diye soran olursa ben ona “sen kendine bak!” derim. Kınayanların kınamalarına aldırmayacağım. Ben Müslümancı da değilim. Ben Müslümanım, Müslümanlardanım elhamdülillah.
Selam ve dua ile.