Ah Muhammed Hoca!

Kendisi bu çerçevede yeniden medyada görünmeseydi yazmazdım. Ama demek ki, hâlâ, "mahalle baskısı"na karşı savunma sadedinde medya önüne çıkmayı gerekli görüyor, ben de onun bu çabasına katkıda bulunmak için yazmaya karar verdim.


Ne olduğunu dünyaya anlatsın ve rahatlasın Muhammed hoca!


Cumhurbaşkanı Gül tarafından İTÜ rektörlüğüne getirilen Prof. Dr. Muhammed Şahin'den bahsediyorum.


Adı "Muhammed", kendisi "Rizeli" olunca ve Cumhurbaşkanı Gül tarafından rektörlüğe seçilince, "muhafazakar" diye "yaftalanmış" ve bundan kurtulmak için çırpınan Muhammed Şahin'den...


Hürriyet'in Pazar ekinde Nuray Çakmakçı'ya yakınıp duruyor:


-Hak etmediğim suçlamalar. Muhafazakar olduğum, AK Parti'ye yakın olduğum söylendi...


-Değil misiniz?


-Tabii ki değilim. Ben sosyal demokratım. Atatürkçü laikim. Ailecek öyleyiz. Oysa eşimin kapalı olduğu bile söylendi.


-Beni bir gün caminin önünden geçerken yakalasalar, tamam diyeceğim. Halbuki benim duruşum belli. İçki içerim, hayatım boyunca hiç oruç tutmadım.


-Bana 'Muhammed, Rizeli, Başbakan'ın arkadaşı' dediler. Öyle ileri gittiler ki..."


Nasıl bir diyalog?


Nasıl bir mahalle baskısı?


"-Beni bir gün caminin önünden geçerken yakalasalar..."


Türkiye'de yaşayan bir profesörde "caminin önünden geçerken yakalanma"yı büyük endişe haline getiren halet-i ruhiye...


Ben Muhammed Hoca'daki bu halet-i ruhiyeye, Cumhurbaşkanı Gül'ün Suudi Arabistan gezisi sırasında tanık oldum. 


İşte bugüne kadar anlatmayıp da, şimdi anlatacağımı söylediğim tanıklık o.


Muhammed Hoca, Hürriyet muhabirine "yanlış anlaşılmasın" diye o geziyi de izah ediyor. "Şu anda Batı'da kriz var, kaynak yok, kaynak Ortadoğu'da... Bizden Teknokent hizmeti almak istediler" diyerek...


Ne olur ne olmaz! İzah etmek lazım.


O gezide yaşadıklarımız önemli.


Malum, Suudi Arabistan gezisi deyince, "Umre" de gündeme girer.


Cidde'ye gelmişiz ve bir "Umre" heyecanı başlamış. Milliyet'ten Güngör Uras ve Hürriyet'ten Vahap Munyar dahil, işadamları vs... herkes heyecanla umreye hazırlanıyor. Muhammed Hoca, biz, gazetecilerle sıcak ilişkiler içinde. Ama sancılı. "Umre"yi ne yapsın? Yapsın mı yapmasın mı?  Onu tayin eden Cumhurbaşkanı bile umre yapacak. O ise kararsızlıklar içinde kıvranırken karara varıyor. Umre yapmayacak. Kendisine "muhafazakar" dedirtmeyecek.


Biz gazeteciler, Mustafa Karaalioğlu, Nuri Elibol,  Şeref Oğuz, küçük bir "mahalle baskısı" ortamı oluşturuyoruz.


Ama bizim "reel" baskımız, taa Türkiye'den gelen "güdümlü baskı" karşısında solda sıfır kalıyor. Hoca kararlı. Umre yapmayacak. Kendisine "muhafazakar" dedirtmeyecek. 


-Ben solcuyum arkadaş. Sosyal demokratım.


Gazeteciler "baskı"da...


-Ya Hocam, ne olacak, şunun şurası Suudi Arabistan'a kadar gelmişsiniz. Bu bir kültür. Evren bile gelip umre yaptı. Demirel, Kabe'nin içine girdi.


-Üstelik, Hürriyet'in, Milliyet'in yazarları bile umre yapacak.


-Olmaz kardeşim, duyulur edilir. Zaten rektör seçilirken demedik şey bırakmadılar.


Hoca;


-Annemi getirmeliydim ben umreye.. Ne kadar sevinirdi? diyor.


Cidde'den Mekke'ye doğru yol alıyoruz. Mekke'de, Harem-i Şerif'in hemen dibindeki Kral'ın misafirhanesindeyiz. Herkes ihramları ile Harem-i Şerife, Kabe'ye doğru yola çıkmaya hazırlanıyor. 


Hoca umre yapmayacak, bunda kararlı.


Ben, belki de Harem-i Şerif'e haksızlık yaparak diyorum:


-Hocam hiç olmazsa Harem-i Şerife girin ve gezin. Kabe'ye bakın.


Bir Müslüman çocuğu bu kadarını bilmeli diye düşünüyorum.


Onu kabul ediyor. Sadece onu kabul ediyor.


İşte, duymak isteyenlere ilan ediyorum. Muhammed Şahin Hoca, Cumhurbaşkanı ile Suudi Arabistan'a gitti, Mekke'ye kadar vardı ve umre yapmadı. Harem-i Şerife girip, olan biteni seyretmekle yetindi.


Acaba benim bu tanıklığım, Muhammed Şahin Hoca'nın hoşuna gider mi? Benim bu yazımı alıp, "İşte bakın, bu da benim umre yapmadığımın tanıklığı" diye kullanır mı?


Biliyorum çok kötü bir tanıklık bu. Hiçbir zaman yapmak istemediğim bir şey bu. Bu tanıklık yakar insanı, biliyorum. Bir insanın, "Ben içki de içerim", "caminin önünden geçerken yakalanmak da istemem" diye kendi kendisine yaptığı tanıklık da iyi bir şey değil.


Ama burası Türkiye ve bu ülkede "laik mahalle baskısı"nın bir bilim adamı üzerindeki boğucu varlığının yansıması bu. 


Bu durumda analara, babalara seslenmek lazım;


-Çocuğunuz gelecekte rektör olacaksa adını koyarken bir kere daha düşünün.