Ahhh...

Ahmet ALTAN

Bazen insan bütün yaşadıklarının anlamsız olduğunu fark edebilir.

Saçmalıklarla dolu bir hayatta o saçmalıklar hakkında yazmanın insanı nasıl büyük bir saçmalığın parçasına dönüştürdüğünü hissedebilir.

Bugün ciddiye alınan birçok şeyin elli yıl sonra hiçbir anlamı kalmayacağını görebilir.

Böyle anlar bir gazete yazarı için felaket anlarıdır.

Birdenbire, Godard’ın filmindeki Portos’a dönersiniz.

Üç silahşorların en şişmanı ve en az düşüneni olan Portos, bir gün kuşattıkları bir kalenin surları dibine bombayı bıraktıktan sonra tam kaçacakken birden “nasıl yürüdüğünü” düşünür.

Aklı “yürüyüşe” takılınca olduğu yerde kalakalır.

Ve, bombayla birlikte havaya uçar.

Ben de bu yazıyla birlikte havaya uçacak gibi hissediyorum.

Çünkü Portos gibi beni olduğum yerde kilitleyen bir soru soruverdim kendime.

Niye bu saçmalıklarla ilgili yazı yazmak zorundayız?

Aslında ben çok güzel küfrederim, severim de küfretmeyi.


“Ulan, kancık kasığında döllenmiş...”
diye başlayıp, internet sitelerinin çok sevdiği deyimle, saydırabilirim.

Niye küfretmiyorum da akıllı olmaya çalışan yazılar yazıyorum?

Niye akıllı olmanın bütün sıkıcılığını yükleniyorum?

Irkçılığı bütün zerreciklerine kadar emmiş iki ilkel kabilenin kavgası niye benim derdim oluyor?

Kendi ölümüme aldırmıyorum, niye başkalarının ölümüne aldırıyorum?

En önemli meselenin ırk meselesi olduğu bir toplumda ne anlatacağım?


“Irkçılık kötü bir şeydir arkadaşlar, sakın ırkçı olmayın”
mı diyeceğim?

Olun.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.