Tek başına insan ya da kalabalıklar arasında yalnız bir kişi olmak bizim için tercih edilen bir durum.
Allah bizi bir BİREY olarak değil, biyolojik cinsiyet şeklinde erkek ve dişi olarak yarattı. İkimiz de eksik, ikimiz de birbirine muhtaç. İnsan “Ünsiyet peydah eden” demek. Aramıza muhabbet koydu.
Sonra biz bir aile olduk, çocuklarımız oldu. 7 göbekte insan büyük bir aileye dönüşür. Akraba topluluklar bir kabile oluşturur. İki kişi ile kurulan bir aile, 5 çocuk sahibi olsa, onların her biri dışarıdan bir hanım alsa ve her birinin 5’er çocuğu olsa bu hep böyle devam etse, 7. göbek, ortalama 60 yaş hesabı ile 200 yıl bir süreçte 15.000 kişilik bir akraba topluluğu oluşur. Bunlar arasındaki soy-boy birliği zaman içinde kabilelere dönüşür. Allah bizi kabileler halinde yarattı ki tearüf edelim diye. O kız alıp vermemek, erkek ve kadın kanı, yaşadıkları coğrafya, din, dil hepsi bu süreçte bir kimlik oluşturuyor. Bu anlamda 7 göbek, nesil ötesine ilişkin iddialar aslında çok da anlamlı değil. Sonuçta bir kişinin hayatı, zamana ve mekana şahidliği nihai olarak en fazla 100 yıl. Geri kalanı tevarüs edendir. Tarihtir, gelenek-görenektir.
Kavim vardır, ama kavmiyetçilik yoktur, İslam’da. Akif öyle der “fikri kavmiyyeti tel’in ediyor peygamber”. Şimdi “Biz” biz yapan, bizi başkalarından ayıran, alamet-i farikaları olan bir “millet” olarak şimdi tarihi övgü ya da sövgü kitabı gören anlayıştan uzaklaşıp dirilmemiz gerekiyor.
Önce insanı doğru tanımlayalım. İnsan 4’ü asli, 3’ü arızi 7 kişilikten oluşur. Akıl, ruh, can, nefs asli olarak, Melek, Cin, Şeytan arızi olarak bizim içimizde var.
Bizim yönetmeye çalıştığımız sadece akıldır.
Bir yandan hakikatin bilgisi, ki önemli bir bölümü vehbidir, sezgisel (hissi kablel vuku) ve fıtridir, bir bölünü nebevidir, geri kalanı beş duyu, ilim, istişare, şûra, maarif yolu ile kesbi olandır.
Bir kişi, bir şahıs, bir ferd nasıl olunur hiç düşündünüz mü? Kişilik, şahsiyet, ferdiyet nasıl oluşur. Sizi siz yapan, sadece sizinle sınırlı ferdi özelliğiniz ne. Biz parmak uçlarımız gibi farklıyız. Toplum içinde sizin benzeşik ve ayrışık olduğunuz alameti farikalarınız olan ama ünsiyet ederek farklılıklarınıza rağmen barış içinde bir arada yaşama iradesi ile oluşturduğunuz bir kişiliğiniz vardır. Ayrıca bir şahsiyetiniz vardır, okuyarak, düşünerek sürekli geliştirdiğiniz. Sanırım biz bu değerleri kaybettik. Herkesin ötekinden aldıkları ya da ötekinin zaaflarını kullanarak elde ettikleri şeyleri elde etmek için fırsatçılığı ve kurnazlığı ile her kalıba girmesi ile kendine bir makam elde etme peşinde.
Evlenirken “Allah’ın emri, peygamberin gavli” üzere diyoruz da, kim Allah’ın emri ve peygamberin söz ve davranışlarının farkında. Herkes evi var mı, arabası var mı, işi var mı, maaşı kaç para onu önceliyor. Aklı, imanı, ahlakı nasıl; merhametli mi, şefkatli mi, sevgili mi, sabırlı mı, mülayim ki, cesur mu, sebatkar mı, edebli mi, hayalı mı, iffetli mi, vefalı mı, kötü alışkanlığı var mı bunu soruyor mu, merak ediyor mu?
Rızık, kader ve ecel bir imtihan vesilesi. Allah cc bizleri, bunları kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecek.
Kimse bu işleri haşa Allah’a bırakmak istemiyor, garantiye almak istiyor sanki. Sahip olduğu, elde ettiği ya da elde etmek istediği şeyleri helal-meşru yoldan mı elde etti ya da elde etmek istiyor yoksa, gayri meşru yollardan mı sahip olmuş o şeyler, kimsenin çok da umurunda değil sanki. İşte o zaman Allah da o işin bereketini kaldırır.
“Aile çözüldü, dağılıyor” değil, artık kurulamıyor bile. Gençler evlenmiyor. “Seviyeli birliktelik” diye bir şey icad ettiler.
Kimi “Muta nikahı” diye bir yol buldu, kimi “Dini nikah” diye bir gizli evlilik yapma peşinde.
Zaten evlenme yaşı çok yükseldi. Kadın-erkek çalışıyor, o zaman çocuk istemiyorlar, köpekle idare ediyorlar. Devam eden evliliklerin mutluluk katsayısı çok düşük. Bu evlilikler aslında kahır yükü!
Kimi boşanabilirse boşanıyor.
Boşanmak da ayrı bir dert. Kadın da, erkek de, çocuklar da, her iki tarafın aileleri de zarar görüyor bu işten. Kimi psikolojik yardım alıyor, kimi intihar eğilimi içinde alkole vuruyor.
CEDAW, İstanbul Sözleşmesi, Lanzarotte derken bulduk belamızı. Birileri kadın hakları filan derken anaları ağlattılar. Kadının kocası var, erkek evladı var, kardeşi var. Erkeğin anası, karısı, bacısı var. Aile içine bu fitneyi sokanların Allah belasını verir. Veriyor da zaten. Madem cinsiyetçi bir akılsızlıkla, “toplumsal cinsiyet” diye şeytani bir plana kanıp, onun için kadını erkeğe karşı korumak için seferber oldunuz, hadi bir yasa da “gelin-kaynana kavgası için yasa çıkarın” da göreyim sizi. İsterseniz “elti-görümce yasası” da çıkarın. Ama önce karar verin; din, ahlak, gelenekten bağımsız bu biREY’leri nasıl zabtedeceksiniz. Artık anne-baba, dede-nine, amca-dayı, hala-teyze, enişte, bacanak, kayınbirader yok, ebevenyn var, birtakım akraba BİREY’ler var. GENDER’i kimlik kartlarına yazdılar. Kadın-erkek yok ki artık. Yeni dünya düzenine göre “Tanrı ve para ile birlikte biyolojik cinsiyet de tedavülden kaldırılacak”.
Metaverse hoşgeldiniz! Genesiste yeni tanrılarınızı sizi yeniden yaratacaklar! (Haşa). Ve hatta siz de tanrı olabileceksiniz, uslu çocuk olursanız! TransHumanizm yasalarına göre Biyolojik cinsiyet dönemi bitti. Toplumsal Cinsiyet eğilim-yönelim, deneyime göre şekillenen bir tercih konusu. Siz neden bahsediyorsunuz? Cinsiyeti, tercihe göre, değişken ve akışkan bir biçimde şekillenecek Kimerik canlılar ihtiyaca göre, sistem tarafından üretilebilecek.
Allah (cc) Şeytan’a kıyamete kadar mühlet verdi. Hz. Nuh zamanında, Hz. İbrahim’in yeğeni Hz. Lut zamanında toplum büyük tereddi yaşadı. Bugün de benzer bir fitne ile karşı karşıyayız. “Tam bulduk” derken birçok şeyi kaybettik.
Elimizde kalan dünyevi birkaç şey. Kaybettiğimiz elde ettiklerimizden çok daha fazlası aslında.
Çocuklarımızı kaybettik, elimizde köpekler ve porselen bebekler. Biz onlara elektronik oyuncaklar, cici elbiseler alırken, birileri onların aklını ve kalbini çaldı, geç fark ettik! Millet büyük bir aile olmalıydı, ama olmadı işte, kederler paylaşıldıkça azalacak, mutluluklar paylaşıldıkça çoğalacaktı, biz paylaşmayı da unuttuk.
Neyse fark etmeye başladık bazı gerçekleri sanırım. “Pandemi süreci”(!) de, bazı gerçeklerin farkına varmak için iyi bir tecrübe oldu. Sonuçta karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır.
Şüphesiz def-i mazarrat celbi menafiden evladır.
Bu kötü gidişe dur demek için devletin taşları toprağa bağlayıp, köpekleri sokağa salan mevzuat yığınından bir an evvel kurtulmamız gerek, ama şu ana kadar atılan somut bir adım yok.
Sadece İstanbul sözleşmesinden çekilme kararı var ama sözleşmenin hükümleri mevcut yasada var.
Sonra bizim ailemize bir çekidüzen vermemiz gerek. Bu yasa olmasa da zaten mevcut durum ve gidişat iyi değildi. Çözüm diye sundukları, kaş yapayım derken göz çıkarmak gibi bir şey oldu.
Aile kan kaybetmeye devam ediyor. Aile dağılınca ne ferd kalır ve ne de toplum. Kişi ailede kendini bulur, ehlileşir ve toplumda bir yer edinir. Yoksa toplum da çöker. Aile de olmayan, kazanılmayan adalet, barış ve hürriyet gibi değerler, toplumda felaketlere kapı aralar. Kahtı rical başlar, insanlar kendi başının çaresine bakmak için ihkak-ı hak peşine düşer. Bu süreç ne kadar uzarsa, bu işin faturası o kadar ağır olur, tahribat artar, süre uzar, işin içinden çıkmak daha da zorlaşır, bunun kan ve can maliyeti artar. Oysa yanlışın neresinden dönülürse kârdır. Taş yerinden oynadığında olaylar hızla gelişir. Gidişat yokuşaşağı koşar gibi gider. İnsanlar ne yapacağını bilemez, neye ve kime inanacağını şaşırır da, kaçtığını zannettiği şeye doğru koşar. Sonuç bellidir. Herkes ailesine sahip çıksın. Aileyi kaybederseniz, geride sahip çıkacağınız fazla bir şey kalmaz. Ne iktidar kalır, ne devlet. Geriye kalan sadece bir ah-u zar, ağıt, pişmanlık ve acılardır.
Selâm ve dua ile.