“Devleti kutsayan” bir anlayışa sahip değilim. Kutsallık, “değerler dizisi” üzerinden anlam kazanır. Devlet, vatandaşının hukukunu çiğnetmiyorsa eyvallah…
Devlette “yönetenler ve yönetilenler” arasındaki hukuku dengeleyen bir yapı vardır. Bu yapı “adalet” esaslı bir yapı olmadığında “zalim devlet” ortaya çıkar. Bu durumda birileri milletin çıkarlarını bir zümreye peşkeş çekiyor demektir.
Devlet, hakkaniyete riayet ettiği müddetçe “adil devlet” vasfını kazanır. Önemli olan bu hedefte çaba sarf etmektir. Samimi olmaktır…
Devletin âli menfaatleri “insan” odaklı olmalıdır. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” boşuna dememişler.
AK Parti 10 yılı aşkın bir süredir, samimiyetle, devletin işleyişini halkın lehine çevirmek adına önemli adımlar atmıştır. Eksiğiyle fazlasıyla…
Bu adımları atarken çeşitli badirelerden geçmiştir. 2007 yılında askerden 27 Nisan muhtırasını yemiştir. Yine 2008 yılında Anayasa Mahkemesi’nce kapatılma davası var…
AK Parti “demokrasinin önündeki bariyerleri kaldırmak” adına 12 Eylül 2010 yılında referanduma giderek %50’yi aşan halk desteğiyle konumunu sağlamlaştırmıştır.
Ondan sonra neler oldu?
Ondan sonra “dünyanın dengesini değiştirecek” devasa projeleri hayata geçirmeye çalıştı. Bir kısmını başardı. Daha büyük atılımlar ise bir bir gün sayıyor…
Küresel güçler, Türkiye’nin bu inkişafından rahatsız olmuştu. Zira bu topraklarda Osmanlının küllerinden doğan yeni bir ruh hâkimdi. Bunu gördüler ve tedbir alınmalıydı!
Uluslar arası güç odakları ve yerli işbirlikçileri için tek çare kalıyordu. Halkın nezdinde AK Parti’yi itibarsızlaştırmak!
Ve işe koyuldular...
2013 yılında AK Parti’ye karşı İstanbul Taksim’de gezi olayları tertip edildi. AK Parti kamuoyunun, muhalefet partisi MHP’nin ve sivil toplum örgütlerinin de desteğini alarak Türkiye üzerinde oynanan oyunu bozdu…
Uluslararası tertibin hileleri tutmamıştı. Farklı bir yöntem uygulanmalıydı. Halkın nezdinde küçük düşürecek, “yüz kızartıcı” bir suç isnat edilmeliydi. “Kayıp trilyon” davasıyla rahmetli Erbakan Hoca’ya öyle yapılmadı mı?
Mısır’da aynı senaryo uygulanmadı mı?
Mısır’da alnı secdeye inen insanlar, “güce tapınan selefiler”, zalim diktatör Sisi’nin yanında yer almadı mı?
Tayyip Erdoğan’a da aynı yüz kızartıcı suç isnat edilmeye çalışıldı. Yolsuzlukla itham edildi. Zira halkın devlet yönetiminde en çok hassasiyet gösterdiği konu, yolsuzluktu!
Düzenlenen tertip, dünün tekrarıydı ama bu fırsatta çok daha organize olmuşlardı…
Hükümet, isnat edilen yolsuzlukların bir “tertipten” ibaret olduğunu söylerken bu meselenin “milli” bir mesele olduğunu da yüksek sesle dile getirdi...
“Vatan sevgisi imandandır” diye bir inanış var. Hükümet bu inançla “eğer ülkem zarar görüyorsa veya zarar görecekse partinin âli menfaatlerini de riske atabilirim” dedi ve düğmeye bastı. Top artık Tayyip Erdoğan’dan çıktı ve tertip, parti meselesi olmaktan ziyade “ülke meselesi” haline geldi. Bu amaçla CHP eski genel başkanı Deniz Baykal, bu kirli oyunların bir mağduru olarak devlete yardımcı olmak adına harekete geçmesi manidardır. Sivil toplum kuruluşları da devrede…
Süreç devam ediyor…
Süreci hep beraber takip ediyoruz. Meseleyi “AK Parti ile Cemaat arasında” cereyan ediyormuş gibi göstermek yerine fotoğrafın tamamına bakmakta fayda vardır. Evet, “Cemaat” bu meselenin bir parçası olabilir. Ama cemaatinde üstünde bir yapıyı görmek lazım!
Bu yapıyı görmeden olayları tahlil edersek, meseleyi sadece “Cemaat ile AK Parti arasında nüfuz savaşı var” diye zannederiz ve yanlışa düşeriz. Cemaat ile AK Parti arasında böylesi bir çatışma zemininde samimi insanlar zarar görürken, aslında devlete karşı “suikast” gerçekleşmektedir!
Mısır’daki gibi, Türkiye’ye has, “modern selefiler” devreye sokulmaktadır!
Bu çok önemli!
Mesele Tayyip Erdoğan meselesinden ötedir. Büyük âlim Yusuf El Kardavi; “Mesele Erdoğan meselesi değil, İslam’a saldırıdır, sahip çıkın” diyerek İslam âleminin karşı karşıya olduğu tehlikeye de işaret etmektedir. Mısır’da nasıl Hıristiyanlık, İslam’a alternatif gösteriliyorsa, Türkiye’de de aynı tehlikenin olduğuna işaret ediyor. Mesela “Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde Ehli Kitap’tan bir başkan yardımcılığı” düşünebiliyor musunuz?
Mesela Türkiye’de “İslam-Hıristiyanlık-Yahudilik” karmasıyla bir “mikser din” ihdas edildiğini düşünün!
Mısır’da Hıristiyan Adli Mansur devlet başkanlığına getirilirken amaç neydi?
Türkiye’de de Tayyip Erdoğan durumun farkına vardı. Yer yer “Bu dini ifsat ettirmeyeceğiz” mealinde sözler sarf etti. Bu sözler “dinler arası diyalog” söyleminden öte bir anlam ifade ediyordu. Tayyip Erdoğan, bu toprakların mayasını korumak ve kollamak adına “Bu bir İstiklal savaşıdır” diyerek ülkenin âli menfaatlerini yüksek sesle dile getirdi.
İnsanlarda “yoluna yol olur, öl ölürüz” diyerek kefen giydi…
Efendim “alnı secdeye inen insanlar” bilerek bu suikastın bir parçası olabilir mi?
Asla!
Ancak seni alet ederler, farkına bile varamazsın!
Biz bu filmi Mısır’da izliyoruz. Alnı “secde etmekten nasırlaşmış”, secde etmekten alnı renk değiştirmiş insanların nasıl Firavun’u desteklediğine şahit olduk ve oluyoruz. Tarihimize baklalım…
17 Aralık 2013’te “darbe” girişiminde bulunanlar, bana Sultan Abdülhamit’i tahtan indiren İslam düşünürlerini hatırlatıyor. Said Nursi, Elmalılı, Mehmet Akif…
Sonradan pişman oldular…
Nihayetinde koca imparatorluk da yek ile yeksan oldu…
Kimin eliyle?
Alnı secdeye inen insanların himmetiyle!
AK Parti’nin hataları, eksikleri, yanlışları yok mu?
Bunları tolere edelim demiyorum. Ama AK Parti’nin eksiklikleri, hataları olmaması için hizmet etmemesi lazım!
AK Parti 10 yılı aşkın süredir hizmet ediyor. Ak Parti’nin rahmet ve bereket yağmurları altında her kesim istifade ettiği gibi, “en çok istifade eden bir camia”, çıkıyor ve bir anda “yolsuzluklar, kirli ilişkiler var” diye feveran ediyor.
Alnı secdeye inen insanlarda bu uluslararası tertibin bir şekilde sacayağı oluyor. Gazeteleri “mal bulmuş Mağribi gibi” kirli senaryoyu “farklı cepheden”, farklı tarzda “faş” ediyor.
AK Parti zaten öteden beri yolsuzlukların var olduğunu, ama bu hükümetin yolsuzlukların üzerine amansız bir şekilde gittiğini defaatle söyledi. Daima özeleştiri yapıyor...
On yıldır olmayan yolsuzluk bir anda “eş zamanlı operasyonlarla” ortaya çıkıveriyor, öyle mi?
Peki devlet şimdiye kadar nerdeydi, kış uykusunda mıydı?
Peeee….
Peki, halk bu işe ne der?
Önümüzde mahalli idarelerde seçim var. Bekleyelim ve görelim.
Ama cemaatin “seçme ve seçilme” noktasında test edilme şansı yok ki?
Ya “ihya” olacak ya da “imha” olacak!
Cemaat, AK Parti’nin yanlışları üzerine değil de “Kur’an ve Sünnet davası” yolunda kendi çizgilerine dönmeyi başarabilecek mi?
“Biz dini bir cemaat değiliz” sözünden tövbe edebilecek mi, hatasından dönebilecek mi?
Bunları “zaman” gösterecek…
Bir yandan devletin hukuku, diğer yandan kardeşlik hukuku…
İyisi mi, Allah devletimize bir zeval vermesin.
İslam âlemi bunun için dua ediyor.