Eski genelkurmay başkanlarından emekli Orgeneral Büyükanıt, dün Milliyet’ten Fikret Bila’yla yaptığı konuşmada, “27 Nisan Muhtırasının” aslında bir muhtıra olmadığını söylemiş.
27 Nisan muhtırası bizim ordunun yaptığı en büyük hatalardan biriydi.
Halkın tepkilerini fark etmemenin ya da bu tepkilere aldırmamanın sonucunda yayınlanmıştı.
Ve, 22 Temmuz seçimlerinde sandıklar ordunun yüzünde patlamıştı.
Halk, “artık yeter” demişti, “yeter artık siyasete karışmayın.”
Ordu, bu açık mesajı da almadı.
Generaller, eşinin başı örtülü diye Cumhurbaşkanı’nı protesto ettiler, Parlamento’ya gitmediler, Hayrünnisa Gül’ün Çankaya’daki resepsiyonlara katılmasını engellediler, havaalanlarındaki seremonilerde köşe kapmaca oynadılar ve toplumun büyük bir kesimini bütün bu davranışlarıyla kızdırdılar.
Seçim sonuçlarına rağmen “halk bizim umurumuzda değil” havaları vardı.
Bir orduya yakışan davranışlar değildi bunlar.
Halkı, CHP lideri Baykal’la birkaç gazeteden ibaret sanmanın yarattığı hatalardı.
Gelişmişliği yalnızca “sembollerden” ibaret olarak görüp, laikliği “saç ve içki fetişizmine” döndürmenin sığlığını “çağdaşlık” diye tanımlamanın getirdiği yanlışlıklar, kendini “seçkin” diye nitelemekten hoşlanan, derinlikten yoksun zavallı küçükburjuvaların temsilcisi haline getirdi orduyu.
Halktan, hayattan, üretimden, ekonomiden, gerçeklerden kopuk ufak bir zümrenin silahlı ama etkisiz sözcüsüne döndüler.
Dünyanın ve Türkiye’nin hızla değiştiğini bir türlü kavrayamadılar.
Medyanın bir kısmındaki inatçı körlük, onları da şaşırttı.
Silahla, darbeyle, muhtırayla “değişimi” engelleyebileceklerini sanma gafletine düştüler.
Bir diktatörlüğe göre biçimlenmiş cumhuriyetin kendilerine sağladığı “ayrıcalıklarla” geçirdikleri seksen yıl, sanırım onlarda, “onlar istemedikçe hiçbir şeyin değişmeyeceğine” inanma alışanlığını besledi.
Çok fütursuz ve saygısız davrandılar.
Böyle davranmanın bir gereği yoktu.
Darbe hazırlıkları, planlar yaptılar, cuntalar kurdular.
Küçükburjuvalardan aldıkları alkışları, bütün toplumun hayranlığı gibi algıladılar.
Halbuki hem dünya, hem de Türkiye, ordunun artık değişmesini, kışlasına dönmesini, işiyle uğraşmasını, seçimlerde oy alamayan partilerle işbirliği yaparak siyasete müdahale etmemesini istiyordu.
Bugün ordunun siyasi desteği, CHP’nin aldığı oy kadardır.
Bu destek, orduyu eski konumunda tutmaya yetmez.
Daha fazla destek bulamazlar, bu destek de gittikçe azalacaktır.
Ordunun içindeki darbe planlarının, cuntaların ortaya çıkması, cami bombalamak, kendi uçağını düşürmek gibi çılgınca hazırlıkların yakalanması, ordunun, hukukun duvarlarına çarpmasına yol açtı.
Hiç olmayacak sanılan şeyler olmaya başladı.
Balyoz planıyla ilgili olarak “paşaların” gözaltına alınması, poliste ifade vermesi, “bazı şeylerin değiştiğini” sanırım askerlere gösterdi.
Artık askerlerin suç işleme özgürlüğü yok.
Suç işleyen hesabını verir.
Burada önemli olan birilerinin cezalandırılması değil.
Hukuk, bir intikam aracı değildir, amacı cezalandırmak da değildir, asıl amacı, insanların “suç işlediklerinde cezalandırılacaklarını” bilmelerini sağlamak ve suçu engellemektir.
Büyükanıt’ın telaşlı açıklaması, “parlamentoya müdahale” etmenin bir suç olduğunu ve cezalandırılabileceğini kavramış olmasından kaynaklanıyor.
Şu andaki bilgisi ve bilinciyle bir daha “muhtıra” yazacağını, televizyonlara çıkıp “muhtırayı yazmış olmakla”, bir savcıyı “işinden attırmakla” övüneceğini sanmam.
Bu bilincin bütün orduya yerleşmesi, hem orduyu hem Türkiye’yi kurtaracak bir gelişmedir.
Aynı bilinç, hukukçularda da ortaya çıkacaktır.
Genelkurmay Başkanı’nın emriyle savcıları görevden almanın, 367 gibi skandalların, hukuku yok saymanın “suç” olabileceğini onlar da fark edecektir.
Son gelişmeler, “Cumhuriyeti korumak” bahanesiyle hukuku yok sayabileceklerini sanan kesimlerde bir “hukuk bilinci” uyandırıyor.
Yeni ve alışmadıkları bir durum bu, hukukun bile “dokunamadığı” çarpık bir zirveden, hukuka saygılı bir vadiye iniyorlar.
İnmek, onları yüceltecek, kendi halklarından saygı ve sevgi görecekler.
Türkiye de yoluna sağlıklı bir şekilde, güvenle devam edecek.