Ben yıllarca, öz oğlunu gözlerinin önünde boğduran Kanuni’ye, kendisi her akşam kafayı çekerken içki içenleri öldürten Dördüncü Murat’a değil de neden Abdülhamit’e böylesine şiddetle kızdığımızı, onu “kızıl sultan” ettiğimizi anlayamadım.
Manyaklarla, delilerle, vahşilerle dolu Osmanlı tarihine hayran olup da sadece Abdülhamit’e düşman olmanın sırrını çok yıllar sonra çözdüm.
Abdülhamit, İttihatçıların siyasi rakibiydi ve İttihatçıların hazırlattığı tarih kitapları bütün padişahları bir kenara bırakıp doğrudan Abdülhamit’e saldırıyordu.
Yaptığı hiçbir olumlu işten söz edilmiyordu.
O zaman anladım ki burada her şey siyasettir.
Son dönemlerde de, PKK’nın ve BDP’nin, Kürtlerden nefret eden, Kürtlerin lehine olabilecek her çözümü engelleyen CHP ile MHP’den değil de, sonuca ulaştıramasa da “Kürt açılımı” yapmaya uğraşan, Kandil’den gelenleri “içeri” alan AKP’den nefret etmesini, sürekli ona çatmasını kavrayamıyordum.
Sonra birden anladım, Güneydoğu’da PKK ile BDP’nin dışındaki tek “siyasi” güç AKP’ydi ve onlar için Kürt meselesinin çözülüp çözülmemesinden daha önemli olan oralarda AKP’nin güçlenmemesiydi.
O yüzden, AKP’nin Kürt sorununu çözmek için atmaya kalktığı adımlar önce Kürt siyasetçiler tarafından engelleniyordu.
Devletle Kürtler arasındaki sorunu çözmek için dağlara çıkan PKK, devletle sorununu bir kenara bırakmış, AKP’ye karşı siyaset yapmaya başlamıştı.
Koskoca Kürt meselesi, birdenbire içine “silahın” girdiği siyasi bir çekişmeye dönüşmüştü.
Onun için de sorun kilitlenmişti.
AKP, PKK ile BDP’nin işine “yaramayacak” bir “çözüm” bulmaya uğraşıyor, PKK ile BDP de AKP’nin işine yarayabileceğini düşündükleri her çözüme engel oluyordu.
İki taraf da bir imkânsızın peşinde koşuyordu.
Ne Kürt halkının önemli bir kısmı PKK ile BDP’den vazgeçerdi...
Ne de Kürt sorunu “iktidardaki” siyasi partiyi dışarıda bırakarak çözülebilirdi.
Bu “siyasi çekişme” içinde Kürt meselesi ortadan kaybolmuş, ciddiyetle çözüm arama yolu tıkanmış, saçma sapan işler olmaya başlamıştı.
PKK, çeşitli bahaneler uydurarak Giresun’da, Tokat’ta adam öldürüyor, şiddeti tırmandırmaya çabalıyordu.
Dağlarda PKK’lılar orduyla savaşıyorlardı ama “siyasi söylemlerine” bakıldığında “rakipleri” hep AKP’ydi.
Halbuki iki taraf da “Kürt sorununun çözümüne” muhtaçtı, AKP, kendi iktidarını sağlamlaştırmak için ülkeyi huzura kavuşturmak, savaş giderlerini durdurup bunları ekonomiye kaydırmak, CHP’yle MHP’nin işine yarayan milliyetçilik rüzgârını dindirmek zorundaydı.
PKK ile BDP ise, “Kürt sorununu” çözmek için ortaya çıktıkları için halklarına bir “çözüm” borçluydular ve savaş uzadıkça Kürtler arasında bu iki örgütün “yaptıkları” gittikçe daha ciddi biçimde sorgulanıp kuşkuyla karşılanmaya başlıyordu.
Çözüme muhtaç bu iki taraf şimdi çözümden uzaklar.
PKK, “şiddeti arttırırım, ülkeyi cehenneme çeviririm, AKP’yi deviririm” diye oluşturuyordu stratejisini, AKP’nin yerine gelecek “bir gücün” sonunda PKK ile uzlaşacağını ve bunun “siyasi rantına” sahip olmayacağını, siyasi rantın tümüyle kendilerine kalacağını planlıyordu.
Şiddetin patlaması sonucunda AKP’nin yerine gelecek “gücün”, o şiddetin elli milyon Türkte yaratacağı öfkeyle bir “karşı şiddet” dalgası yaratabileceği ve bu şiddetten kendine bir “iktidar” oluşturabileceği ihtimalini hiç umursamıyorlar.
Şimdi, şiddetin patlayacağı bir dönemin başındayız, Kürt meselesinin çözümünün “Kürtlerin eşit ve huzurlu” vatandaşlar haline getirilmesi demek olduğunu unutan taraflar, koskoca sorunu “daracık bir siyasetin” içine hapsedip, o dar yerde bir kan gölü oluşturacaklar.
Bundan çözüm çıkmayacak, bela ve ölüm çıkacak, Türk de Kürt de bu beladan nasibini alacak, hep birlikte ölüp, hep birlikte acı çekecekler.
Bu kanlı akılsızlıktan nasıl kurtulacağız?
Kendi bünyesindeki “milliyetçi” damarın baskısını hisseden AKP, bir de CHP ile MHP’nin milliyetçi markajı varken bu sorunun çözümüne kolayından abanamaz, BDP’nin herhangi bir çözüm için kudreti yok, PKK ise zaten çözüm arar gibi gözükmüyor.
Bence, Apo’nun devreye sokulması gerekir.
Biliyorum, PKK’yı eleştirince Kürtler nasıl çıldırıyorsa, Apo’nun adını duyunca da Türkler çıldırıyor ama bu iki çıldırmadan bir “akıl” çıkmıyor, sadece kan çıkıyor.
Apo, Kürtlere yeniden “Kürt sorununun” gerçek anlamını hatırlatıp, PKK’yı anlamsız şiddet hareketlerinden çekebilecek tek güç şu anda, Kürtlerin arasında ondan başka kimse sesini çıkaramadığı gibi çıkaranın da canı yanıyor.
Apo, “PKK’yı sınır dışına çekebileceğini” de söylüyor zaten.
Bence, gizli ya da açık Apo ile görüşülmeli, bu şiddet önlenmeli, hem Kürtlerin eşit vatandaşlar olması sağlanmalı hem de Türkiye’nin önü açılmalı.
Türk ve Kürt evlerine sıra sıra cenazeler gelmeye başlamadan önce yapılmalı bu.
Bir karar vermeden ya da öfkelenmeden önce, öleceklerden birinin sizin yakınınız olabileceğini de hiç aklınızdan çıkarmayın.