Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğu canlı yayında izledim.
Konuşması çelişkilerle doluydu ama bence asıl sorun o değil.
Asıl sorun, bir genelkurmay başkanının konuşmasının bilmem kaç televizyon tarafından canlı olarak yayınlandığı bir ülke olmamız.
Bizim bilinçaltımız temelinden çarpılmış.
Çok doğal geliyor bize Genelkurmay Başkanının her konuda bir başöğretmen edasıyla konuşması ve bu konuşmanın böyle yayınlanması.
Hangi gelişmiş ülkede böyle bir sahneye rastladınız?
Hiçbir ülkede.
Biliyorum, bizim özel koşullarımız var diyecekler.
Zaten de sorun o işte, özel koşullarımız olması ve cumhuriyet tarihi boyunca bu koşulların hiç değişmeden sürmesi.
Asıl can alıcı soru da bu:
Niye bizim özel koşullarımız var?
Kürt meselesi derseniz, Britanyayı, İspanyayı hatırlamanız gerekir.
Oralarda İrlanda ve Bask sorunları vardı, genelkurmay başkanlarının konuşmaları her yıl böyle televizyonlardan yayınlanıyor muydu?
Hayır.
Bizim, evet, özel koşullarımız bulunuyor, daha doğrusu bir tane özel koşulumuz var bence, o da ordunun siyasetin içinden çıkmama direnci.
Dün Genelkurmay Başkanının konuşmasında, bizim özel koşulumuza göre olumlu sözler de bulunuyordu.
Türkiye halkı, dedi.
TSK demokrasi rejimine saygılıdır dedi.
Bir ordu, demokrasiye saygılı olduğunu açıklamak zorunda kalıyorsa ve bu olumlu bir işaret olarak görülüyorsa, zaten bu da bir sorundur.
Ordunun demokrasiye saygılı olması, söylenmeye bile muhtaç olmayan bir gerçek olarak yerleşmiş bulunmalı bir ülkenin hayatına.
Ama ordu demokrasiyi öylesine hoyratça hırpaladı ki bu ülkede, böyle bir lafı bile olumlu bulacak hale geldik.
Tabii, çok tuhaf sözler de söyledi.
Ulus-devleti savundu mesela.
Hem Avrupa Birliğine başvuracaksın hem de ulus-devlet kalacağız diye tutturacaksın.
Avrupa Birliği üyesi ulus-devlet nasıl olunacak?
ABye üye olursan, ortak para kullanacaksın, hukuk birliği olacak, ortak anayasayı kabul edeceksin, sınırlar bulunmayacak.
Ulus-devlet ortadan kalkacak anlayacağınız.
Peki, Genelkurmay Başkanı Avrupa Birliği üyeliğine karşı mı?
Açıkça söylemedi ama eğer ulus-devlete bu kadar meraklıysa ABye karşı demektir.
O zaman da bir toplumun bütün hayatını ve geleceğini değiştirecek bir siyasi konuda Genelkurmay Başkanı nasıl belirleyici olmaya çalışır?
Devlet politikası olarak AB üyeliği benimsendiyse, sen de buna karşıysan, yapabileceğin tek şey istifa etmek ve AB karşıtı bir siyasi parti kurmak ya da böyle bir siyasi partiye katılmaktır.
Ama sen belirlenmiş bir devlet politikasına karşı çıkarsan ve istifa etmeyip bu konudaki fikirlerini dikte etmeye kalkarsan, TSK demokrasiye saygılıdır lafı havada kalır.
Demokrasilerde, genelkurmay başkanları bu tür siyasi kararlara karışamıyorlar.
Karışmaya kalktıklarında, sana ne, sen kendi işinle uğraş cevabını alıyorlar.
Bana sorarsanız, Orgeneralin konuşmasındaki büyük hatalardan biri de koruculuk sistemi için gösterdiği örneklerdi.
Irakta ve Afganistanda Amerikalıların koruculuk sistemini kurduklarını söyledi.
İyi de, onlar o topraklarda işgal ordusu, kendi ülkendeki uygulamalar için işgal ordularının yöntemlerini örnek gösteriyorsan, kendini kendi topraklarında işgal ordusu gibi görüyorsun sonucu çıkar.
Bir ordu, kendi topraklarında işgal ordusu gibi davranmamalı.
O davranışların sonucu iyi olmuyor.
Bir de Huntington meselemiz var.
Orgeneral, Huntingtondan o kadar söz etti ki Huntingtonın da bir general olduğunu düşünmeye başladım.
Huntingtona atfen ileri sürdüğü taleplerin en tehlikelisi ordunun özerk davranma gereğiydi.
Ordu savaşta özerk davranamaz.
Savaşın zamanını, yerini, amacını ve hedefini parlamento belirler.
Ordu, o hedefe ulaşmak için yapılması gereken askerî eylemlerin biçimini belirlemekte özerktir sadece.
Kimse onlara, şuraya da dört tabur kaydır diyemez.
Ama ordu da, ben savaşın amacını ve hedefini belirleyeceğim diyemez.
Savaş siyasetin bir parçasıdır ve o yüzden kiminle, ne zaman savaşılacağına siyasiler karar verir.
Genelkurmay Başkanı, anayasanın değiştirilemez maddelerinden de söz etti.
Bundan Genelkurmay Başkanına ne?
Aftan söz etti.
Bundan Genelkurmay Başkanına ne?
Asıl sorun bu işte, Genelkurmayın bu ülkeyi yönetmek istemesi, dahası bunun kendi hakkı olduğuna inanması.
Genelkurmay başkanlarının konuşmaları hakkında yazı yazmak zorunda kaldığımız sürece sorun bitmez.
Bir gün buna ihtiyaç kalmadığında Türkiyenin özel koşulları ve sorunları da sona ermiş olur.