Bu sıralar Atatürk’ün “Gençliğe Hitabesi” hayli gündemde. Star Gazetesi yazarı Mustafa Akyol; “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi Kaldırılsın” diye bir yazı kaleme almıştı. Cumhuriyet Gazetesi de Hükümetin “Özel Okullar Yönetmeliği” çerçevesinde bazı düzenlemelerde bulunduğunu ve “Sıra Gençliğe Hitabe’de” başlığını atarak Hitabe’nin kaldırılacağını iddia etti. Mesele kaldırılıp kaldırılmayacağından öteye anlam taşımaktadır…
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi, o dönemin şartlarında mükemmel bir lisan ve üslup örneği olarak karşımızdadır. Günümüzde bu nitelikte bir “hitabe” bulmak zor! Kişisel olarak bu hitabeyi değerli ve anlamlı buluyorum. Ama her sınıfta, çocuklarımızın çok yönlü yetiştiği bir bilimsel ortamda bu objelerin göz önünde olmasını nasıl izah edeceğiz?
Okullarımızın bir köşesinde bu ve buna benzer kitabelerin ve resimlerin olmasında fayda vardır. Ancak her sınıfta, bu objelerin en can alıcı yerde bulunması, Türkiye örneğinde karşılaşacağımız bir durumdur. Şekilciliğe takılmak “devletin bekası için olmazsa olmazlar” olarak göremeyiz. Gelişen ve değişen dünyaya ayak uydurmak, Atatürk’ün de öngördüğü “uygar ve medeni toplumlar” hedefinde bir yaklaşım olsa gerek!
Cumhuriyet Gazetesi “bir zihniyetin mutlak uzantısıyım” iddiasıyla kendisine “statükoyu kutsamak” gibi bir görev yüklediğini biliyoruz. Toplumun inkişafın(gelişmenin) önünde en büyük engeli, “statükoda ısrarcı olmada” görüyorum. Bu mevcut durum; kimi zaman Atatürk üzerinden “korku senaryoları” yazıp çizmeye, kimi zamanda tarihi özeleştiriyi yaparken özgür düşünceyi “tarihle hesaplaşma ve intikam alma” şeklinde ortaya çıkarabilmektedir. Bir fikre karşı olan tahammülsüzlüğü “kıyamet senaryoları” ile ifade edemezsiniz. Bu abartılı bir durum olur ve zamanla inandırıcılığınızı da kaybedersiniz.
Herkes Atatürk’ün bir köşesine tutuyor veya tutunuyor…
Neticede Atatürk’ü “kullanmayan” yok; zira o Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi ve çok önemli bir lider!
Biz de bir köşesinden konuya el atalım istedik...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurucusu sıfatıyla Atatürk, bu sıfatın dışında nasıl bir kimlik ve dokunulmazlığa sahip?
“Tarihi şahsiyetlerin dokunulamazlığı” diye bir bilimsel kıstas var mı?
Atatürk; hikmetinden sual olunamayan (hâşâ), “la yüs’el” bir kimliğe mi haiz?
Akademik zeminde tartışması, özeleştirisi yapılamayacak mı?
Tartışıldığı zaman Cumhuriyet tehlikeye mi düşer?
Atatürkçülük, “paradigmal” bir şey mi?
Her şeyin diyalektiği “Kemalizim” düşüncesinde mi toplanmıştır?
Hâsılı Atatürk; İyiliğin, doğruluğun, güzelliğin, aydın olmanın, inkişafın, kültürün, vatansever olmanın ve hatta Türk olmanın mikyası mı?
Geçenlerde anaokuluna giden kızım ve arkadaşının arasında geçen diyalogu dehşetle izledim. Çocuklar Atatürk’e öyle anlamlar yüklüyorlar ki, “her şeyin mikyası Atatürk’tür” anlamında davranış sergiliyorlar. “Şunu yaparsak Atatürk kızar, bunu yaparsak Atatürk’ün hoşuna gider” mealinde birçok şey…
Gelin işin içinden çıkın. Bir yandan eğitim sistemi, bir yandan inandığın bilimsel kriterler…
Çocukların bu yaklaşımı bana çocukluğumu hatırlattı. Okula ilk adımımı attığımda o kadar “Atatürk telkini” vardı ki, sanki Tanrı ile Atatürk arasında tercihe zorlanıyordum. O ikilemi ilköğretimde hep yaşadım. Oysa ikisi kıyas götürmez farklı şeylerdi; ama sistem adeta onu “tanrılaştırmakta”, ulaşılamaz kılmakta, neticede bize çocuk dimağımızla bu acı tecrübeyi yaşatmaktaydı…
“Atatürk ulaşılamaz, onun gibi bir dâhiyi bir daha bu topraklar yetiştiremez, o bizim varlık sebebimiz, o anamız babamız, her şeyimiz” yaklaşım buydu!
Tabi sorun bizim çocukluğumuzla sınırlı değil elbet. Bu durum bize tarihten tevarüs ediyor. O dönemin şartlarında vaaz edilen fikirler günümüze indirgediğinizde “mevcudu korumak” gibi bir durumla karşılaşabiliyorsunuz. Statüko dediğimiz şeyin bizatihi kendisi bu!
Emin olun Atatürk’ün büyüklüğüne gölge düşürmek gibi bir niyetimiz olamaz. Bu ne haddimize ne de nezaketimizle bağdaşır. Her tarihi şahsiyet, kendi şartlarında değerlendirilmesi gerekir. Ama basmakalıp cümleler artık bizi şuur yoksunu yapmakta, ezberci bir nesil olmaktan öteye yol aldırmamaktadır.
Mesela bu yazıyı fütursuzca, galiz ifadelere varıncaya dek eleştirenler çıkacaktır. “Atatürk olmasaydı sen bu yazıyı yazamıyor olacaktın” diyen “fikir yoksunu” tepkisel davranışlar olacaktır. Bunlara cevabımız çok basittir. Doğru, her şey esbaba tevessülle, yani sebeplere başvurmakla olur. Babam olmasaydı ben ve çocuklarım da olmayacaktı. Osmanlı olmasaydı Osmanlı paşası olan Atatürk diye bir liderde çıkmayacaktı…
“Zorlamalarla Atatürk’ü sevdirmek” gibi bir yanılgı içerisindeyiz. Atatürk’ü hayatın her alanında “dâhi gösterme saçmalığı” artık günümüz şartlarının kabul göreceği bir durum değildir!
Bırakın halk istediği gibi sevsin. Emin olun Atatürk sevgisi şu anki sevgiden daha fazla olacaktır