Öncelikle söyleyeyim, dün “acil bir işim” çıktığı için, okuduğunuz bu yazıyı “erkenden” yazmak zorunda kaldım... Dolayısıyla, dün açıklanan “AK Parti Seçim Beyannamesi”nde neler vardı, bilmiyorum... O beyannamede, herkesin merakla beklediği “Çılgın Proje” var mıydı, onu da bilmiyorum... Gerçi bilmeme de gerek yok... Çünkü, Erdoğan’ın kendisi “çılgın” bir adam!.. Elbette, “projesi” de “çılgın” olacak!..
Dediğim gibi, bu yazıyı sabah erken saatlerde yazıp, gitmek zorunda kaldım.
İşte bundan dolayıdır ki;
Gündemdeki bir başka konuya değinmek istiyorum. Evet, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Fransa’daki ikinci “One minute” çıkışına!..
“Çılgınca bir çıkış”tı!..
Ama, “kendisine yakışanı” yaptı!
Erdoğan’ın bu çıkışı, büyük “yankı” yaptı, her kesimden “değişik tepkiler” aldı... “Arkadaş Fransız galiba!” sözlerini kimi çok sevdi, kimi de “basit” buldu!..
BİRİ BUNU SÖYLEMELİYDİ
Bana sorarsanız, derim ki;
“Söylendiği yere bakın!”
Bilirsiniz, atalarımızın; “Her horoz kendi çöplüğünde öter” diye bir sözü vardır... Çünkü horozun “kendi çöplüğü” hem onun için “güvenli”dir, hem de “maraza” çıkartacaklar yoktur!..
O halde, öt ötebildiğin kadar!..
Ama, “başka horozların çöplüğü”nde ötmeye “yürek” ister, “cesaret” ister!..
Öyle ya, ne çıkacağı belli olmaz!..
İşte Tayyip Erdoğan’ın da; Avrupa Parlamenterler Meclisi’nin toplandığı Strasbourg’da; yani “Fransa’nın göbeği”nde konuşması, konuşmanın da ötesinde “Fransa’ya ve Avrupa’ya fırça” atması, bir “yürek işi”dir!..
Orada ne dedi Erdoğan?..
“Aynaya bakın” dedi... Fransa’ya yüklendi... “Ortadoğu’yu petrol kuyuları olarak görmeyin” dedi... Bir yandan “İnsan hakları” ve “Demokrasi” diyeceksin, ama kendin “insan hakları”nı haklayacaksın!..
Sarkozy’nin Fransa’sında;
“Çarşaf” yasak, “peçe” yasak!..
Tabiî, “Yahudileri eleştirmek” de yasak!..
Hem “Yahudi”lere toz kondurmayacak, “Yahudiler aleyhinde” yazılan kitapları toplatacak, “yazar”ları Fransa’ya sokmayacak, girenleri “zindan”lara atacaksın, hem de bir “kitap” olayından dolayı Türkiye’yi suçlayacaksın!..
Erdoğan’ı kızdıran da bu;
“Önce aynaya bakın!”
“Bu mu inanç özgürlüğü,
Bu mu demokrasi?”
ASIL EZİLEN MÜSLÜMAN!
Malûm, Erdoğan, o toplantıda;
“Fransız bir parlamenter”in, Türkiye’de dini azınlıkların sıkıntı yaşadıklarını ileri sürmesi üzerine de, “Zannederim arkadaş Fransız. Ama Türkiye’ye de Fransız” dedi...
İşte bu söz, çok konuşuldu.
İşin doğrusu, çok da sevildi...
Meğer, Erdoğan’ın “Türkiye’ye Fransız kalmışsınız” dediği Fransız parlamenter Muriel Marland-Militello adlı kadın “İstanbullu” imiş, iyi mi?..
“Kadıköylü” imiş!..
Yani, “Selâmi’nin ilçesi”nden!..
Ehh, Selâmi Öztürk’ün de, “Türkiye ile ne kadar ilgili olduğu” tartışılır!..
Her neyse... İş bu hanım milletvekili, “ailesinin hikâyesi”ni şöyle anlatmış:
“Anne tarafından Ermeniyim. Adımız Selyan. Anneannem ve dedem Kadıköy’de yaşardı. 1915’e kadar İstanbul’da kaldılar. Annemin adı Madlen’di. Bir akşam Müslüman Türk dostları kapılarını çalıp, tehcir edileceklerini söylemiş, kaçmalarını sağlamış. Bugün hayattaysam, o zaman ailemi kurtaran Türkler sayesindedir.”
Şu hâle bakın;
Bugün “hayatta” olmasını “Müslüman komşulara borçlu” olduğunu söyleyen bu kadın, şimdi kalkmış, “Türkiye’deki dinî azınlıkların sıkıntı yaşadığını” iddia ediyor!..
Türkiye’ye, gerçekten “Fransız!”
O kadar “Fransız” ki;
Türkiye’de “asıl sıkıntı yaşayanlar”ın “dinî azınlıklar” değil, “Müslüman çoğunluk” olduğunu bile bilmiyor!..
Öyle ya;
Türkiye’deki “Müslüman” çoğunluğun çocukları “başörtülü” olarak üniversiteye bile gidemiyor!.. “Dinini öğrensin, Allah’ını, Peygamber’ini tanısın” diye aileleri tarafından İHL’lere gönderilen çocuklara “katsayı zulmü” uygulanıyor!..
İşte görüyorsunuz;
Sırf “gerilim” çıkmasın diye, “başörtülü” bir hanım, “milletvekili listeleri”ne bile alınamıyor!..
Bütün bunların yanı sıra;
“Başbakan’ın kızı” olmasına rağmen; Sümeyye Erdoğan, sırf “başörtülü” olduğu için, gittiği tiyatro salonunda “hakaret”e maruz kalıyor, iyi mi?..
“Ermeni bayan” da kalkmış, “dinî azınlıklara baskı”dan dem vuruyor!..
Bu bayan, gerçekten “Fransız!”
Çünkü Türkiye’deki Müslüman çoğunluk, hiç olmazsa “azınlık hakları” kadar haklara kavuşmak için, can atıyor!..
Onun bu yaptığına,
Dense dense; “Besle kargayı, oysun gözünü” derler ki, yaptığı budur!..
AVRUPA İYİCE BEZDİRDİ!
“Türkiye’deki azınlıklar”ın durumu böyle... Onlar “dil”lerini de rahatça öğreniyorlar, “din”lerini de!.. “Dinî yaşantı”larına da karışan yok, “ibadet”lerine de!..
Peki, “Avrupa’daki azınlık”lara ne demeli?.. Onların hiç mi “sıkıntı”ları, hiç mi “şikâyet”leri yok?..
Ne tevafuktur ki;
Erdoğan’ın “Avrupa’ya ayar” verdiği konuşmanın yankıları devam ederken, Belçika Parlamentosu’nun başörtülü Türk milletvekili Mahinur Özdemir, İstanbul’da bir “sempozyum”daydı!..
Önceki gün Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki sempozyumda konuşan Mahinur Özdemir, Belçika’daki tüm “demokrat partiler”in “Türkiye’nin AB’ye girmesi” için destek verdiklerini, buna rağmen Türkiye’nin “hâlâ bekletilmesi”nin bıkkınlık verdiğini, “bezdirdiğini” söylüyor ve diyordu ki;
“Daha çok bezdirme politikası. Yani, biz bezdik. Belçika, sosyal yapı olarak çok önde gelen bir devlet. Elde ettikleri haklarını ve özgürlüklerini Türkiye realitesinden 50 yıl önce kurulmuş bir toplum olarak görüyorlar. Buraya sadece yazın gelen, birkaç yılda bir gelen toplumda bu düşünce sahip. Yani insanların Türkiye’yi bilmemesi... AB süreci o kadar uzun süredir devam ediyor ki insanlarda artık bezme var. İnsanların ‘Zaten sonucu görüyoruz’, ‘Zaten üye olamayacağız’, ‘Türkiye’nin AB’ye ihtiyacı yok’ şeklinde açıklamaları var. Tabii bunu değiştirmemiz lazım. Belçika’daki demokratik tüm partiler, Türkiye’nin AB üyeliğini tamamen destekliyorlar.”
Görüyorsunuz ya, “bezmiş” insanlar!..
Bu “bezginlik” dolayısıyladır ki; “Belçikalı Türkler’in yüzde 64’ü”nde şöyle bir kanaat oluşmuş: “Türkiye’yi, sırf Müslüman bir ülke olduğu için AB’ye almıyorlar!.. Zaten üye olamayacağız!”
Söyleyin Allah aşkına;
Oradaki Türkler böyle bir “kanaat”e sahipken, Erdoğan; Strasbourg’ta esip gürlemesin de ne yapsın?..
Elbette “kafa tutacak”tı, elbette “posta koyacak”tı, elbette “azarlayacak”tı!..
Çünkü o, bir “papyonlu monşer” değildi... “Avrupa’nın uysal çocuğu” gibi davranıp, “göze girmek” gibi bir kaygısı da yoktu!..
Çünkü o, Metin Münir’in ifadesiyle “yapay Avrupalı” değil, “sapına kadar Türk ve Doğulu” idi!..
O yüzden de;
“Canın isterse!.. İster al, ister alma” dedi ve postasını koydu!..
Bunu da, ancak bir “çılgın Türk” yapabilirdi!..
BELÇİKA’NIN FAŞİSTLERİ!
Sözü Belçika’dan açmışken devam edelim... AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik, önceki gün “yazılı bir açıklama” yaparak, Belçika’daki Vlaams Belang Partisi’nin “ırkçı seçim afişi”ne dikkat çekti.
Efendim, o “afiş”te;
“Türk ve Fas bayrakları”nı sembolize eden “kırmızı bir koyun” ile, “Avrupalı”ları sembolize eden “beyaz bir koyun” varmış...
Beyaz koyun, kırmızı koyunu “Avrupa dışına tekmeliyor”muş!..
Ömer Çelik diyor ki;
“Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki binlerce gencin daha fazla demokrasi ve bir arada yaşama talepleri doğrultusunda sokaklara döküldükleri bir dönemde, Avrupa ülkelerinde giderek kaygı uyandırıcı boyutlara ulaşan yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın bayrağını gençlerin tutması ve Avrupa liderlerinin bu duruma sessiz kalmaları çok manidardır!..
Ayrıca, ‘dünya hükümet kuramama rekorunu’ kıran Belçika’da siyaset yapan bu parti, çöken ekonomik ve siyasi istikrarın faturasını çok tehlikeli ve yanlış bir şekilde başka ulus veya etnik gruplara mal etmeye çalışarak Nazi usulü bir ırkçılığı teşvik etmektedir.
Türkiye’yi insan hakları temelinde her fırsatta haksızca eleştirmeyi kendine görev bilen isimler öte yandan ikiyüzlü bir yaklaşımla Romanları tehdit etmekte, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da mağdur olan binlerce mülteci ve göçmenin sorunlarını göz ardı etmekte, Türklerin ve diğer etnik kökenli vatandaşların evlerinin yakılmasına karşı önlem almamaktadır.”
Demek ki, neymiş;
“Türkiye’ye lâf sokuşturmak” isteyenler, ilk önce “kendilerine” ve kendi “faşist”lerine bakmalıymış!..
Erdoğan soruyor ya;
“Bu mu demokrasi?..
Bu mu insan hakları?”
Az bile söylemiş!..
Ama “oryantalist”ler bunu anlayamaz!
2002’de söyler, 2011’de unutur!
Bu “Ergenekon sanıkları”yla, “Ergenekon avukatları”nın, galiba bir “hafıza problemi” var...
Baksanıza; Bülent Ecevit’in, 11 Temmuz 2002’de, “Başkent Üniversitesi’ndeki son randevuya gitmemesi”nin sebebini, yine 2002’de, Radikal’den Neşe Düzel’e verdiği mülâkatta; “Ecevit o randevuya gitseydi, kendisine çürük veya iş göremez raporu verilecek ve bu rapora dayanılarak Başbakanlık’tan düşürülecekti” diye açıklayan Emrehan Halıcı, şimdi diyormuş ki; “Ben, Sayın Mehmet Haberal’ı hiç suçlamadım!”
“Türkiye Zekâ Vakfı”nın kurucusu ve aynı zamanda “satranç ustası” bir Emrehan Halıcı bunu söylüyorsa; “zekâ”sında değil ama mutlaka “hafıza”sında bir problem var demektir!.. İnşallah, “alzheimer belirtisi” değildir!..
Sadece Emrehan Halıcı’nın değil, “Haberal’ın avukatları”nın da bir “hafıza problemi” olmalı!.. Onlar da, önceki gün bir açıklama yapıp; Haberal hakkında “iftira”lar ve “komplo”lar üretildiğini söylemişler ve de “hakim ve hekim”lere çamur atmışlar!..
İyi de; “Haberal yerinden kımıldatılırsa kalp krizi geçirip, ölür!” diyen kendileri değil miydi?.. Adam, “yerinden kımıldatma”yı bırakın, “başka hastane”ye kaldırıldı, oradan Silivri Cezaevi’ne götürüldü ama, “turp” gibi!.. O kadar “turp gibi” ki; “CHP’den aday” bile oldu!.. Demek ki, “sağlık problemi” yok!..
Peki, ona “hastalık” yakıştıranlar, dediklerini ne çabuk unuttu?.. “Hastalığı” mı komploydu, “adaylığı” mı?..
Halıcı ve avukatlar, bir “hafıza muayenesi” olsunlar!..