Aydın Doğan, son kurşunu atmak için fırsat kolluyor..

İbrahim KARAGÜL

Hürriyet gazetesinin “Karargah rahatsız” başlığına yönelen öfke, basit bir tepki değil. Mesele bir gazetecilik işi, başlık ya da haberin nasıl görüleceği meselesi değil. Teknik bir hata, bir çalışanın kişisel kusuru ile sınırlı da değil.

Mesele bir hafıza meselesidir. Bir kötü sicil meselesi, Türkiye'nin siyasi tarihine işlenen kötü anılar meselesidir. Aydın Doğan'ın ve kurmay ekibinin, ısrarla diri tutmaya çalıştığı bir anlayışı her fırsatta öne çıkarması, boşluk araması, fırsat kollaması, operasyonel güç olarak bekleyişte olması meselesidir.

Türkiye karşıtı her ülkenin doğal ortağı

Milletin eğilimlerine, hedeflerine, kimliğine karşı yelken açan, en önemli sermayesi bu pozisyonu olan, bu rol üzerinden güç ve zenginlik devşiren söz konusu grubun, hareket alanı ne kadar daralmış olsa da, içeriden ve dışarıdan gelecek her güç takviyesiyle asli cephesine döneceği meselesidir. AK Parti ve Erdoğan histerisinin genlerine kadar işlediği, hazımsızlığın kontrol edilemez noktalara ulaştığı görüntüsüdür.

Türkiye'nin, çok güçlü bir dalga yakalayarak, başlattığı büyük dönüşüme dair her girişiminin, her büyük çıkışının karşısında yer alan, Türkiye'yi durdurmak isteyen her ülke ve güç için “doğal ortak olma” niteliğini hiç kaybetmeyen bu grup, ülkemize özürborçludur.

Doğan grubu özür dilemeli

Geçmişin kötü anılarını silmek mümkün olmasa da, bir şekilde, güven tazelemek için milletimizi ikna etmek zorundadır. Bu başaramadığı ölçüde, tarihin yanlış sayfasında yer alan bir çevre olarak kalacak, güç kaybedip eriyecektir. Düşünüyorum da, son otuz yılı göz önüne alınca, bu grubun Türkiye için ne anlama geldiği meselesi oldukça hassas bir soru olarak ortada duruyor.

Kendini hangi değer üzerinden tanımlayabilir?

İslam karşıtlığı ve Baasçı yapı..

Demokrasi mi, özgürlükler mi, vatanseverlik mi, milliyetçilik mi, İslami kimlik mi? Tek tek bütün bu kavramlar üzerinden bir sorgulama yapsak, Hürriyet'in ve söz konusu grubu yerleştireceğimiz hiçbir yer yoktur. Toplumsal tabanı silinmiştir, iktidar alanı daralmıştır.

Askeri darbeleri savunan, destekleyen hatta tahrik eden, özgürlükleri sadece kendi münhasır alanlarına hapseden, demokrasiyi seçkin bir zümreye hasreden, devlet algısını ve milliyetçiliği Baasçılık olarak algılayan, İslami kimliğe karşı açık savaş yürüten bu yapı neyi temsil eder?

Türkiye'nin toplumsal haritasında, devletin sistematik sancılarında, toplumun büyük dönüşüm rüzgarında nerede durur? Anadolu'nun neresinde yer alır? Hangi toplumsal tabanla özdeşleşir? Hangi siyasi kimliğe mensuptur? Hiç birine..

Vesayetin içerideki uzantıları

İçeriye bakınca sadece eski iktidar alanları kalıyor geriye. Artık Türkiye'yi yönetmeyen, yönetemeyecek olan, tarih dışı kalan, küresel ölçekte değişimlere ayak uyduramayan yapılarla eski ortaklıklar kalıyor.

Dışarıya yakınca daha şanslı görünüyorlar. Eskiden de öyleydi. Dışarıdan güç alıp içeriyi yöneten, dış vesayetin içerideki uzantıları olan bu çevrenin müdahale alanları oldukça daraldı. Ancak durum daha da tehlikeli hale geldi. Dışarıdakiler için müdahale araçları azaldığı için onların değeri daha da arttı.

Çünkü onlar bir şirket, ekonomik bir yapı ya da medya kuruluşu değil. Siyasi tarihimize damga vurmuş, hükümetler düşürmüş, bakanlar atamış ya da azletmiş, iç politikayı dizayn etmiş, merkez iktidar alanını belli ölçüde yönlendirmiş bir yapıdır söz konusu olan.

Türkiye kavgası bitmedi, yeni saldırılar gelecektir

Bundan sonra daha da “dışarıdan” olacaklar, daha da yabancı güç haline gelecekler. Türkiye için daha bir ulusal tehdit kategorisine girecekler. Çünkü temsil ettikleri iktidar kimliği tehdit edicidir. İçeride de dışarıda da tehdit edicidir.

Çünkü Türkiye'ye yönelik müdahalelerin sonu henüz gelmemiştir. 15 Temmuz gibi çok ağır bir travma yaşamış olsak da, yüz yıllık Türkiye kavgasında vesayet çevreleri henüz pes etmemiştir. Saldıracaklar, yeni yöntemler deneyecekler. Bu grup, Türkiye için değil, onlar için değerlidir, doğal ortaktır. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra Türkiye'ye yönelecek her çokuluslu müdahalenin ortakları yine onlar olacaktır.

Bunları kişisel intikam duygusuyla yazmıyorum. Geçmişe bakıp bir değerlendirme yapıyorum. Hürriyet gazetesi, Aydın Doğan'ın medya yapılanmasının tarihine bakan herkes, en kritik zamanlarda kimlerle ne tür ortaklık ilişkisine girdiklerini görecektir.

O kibir, o şantajlar, linç haberleri unutulmayacak

“Kara Cuma” manşetleri, Refahyol'a karşı 28 Şubat cuntacılarıyla, İsrail aşırı sağıyla, ABD'li neoconlarla işbirliği gün gibi ortadadır. Bu ülkenin muhafazakar insanlarına karşı yürüttükleri savaşınanıları canlıdır. O aşağılamalar, o kibir, o tepeden bakış, o linç haberleri, o şantajlar unutulur gibi değildir. En son 7 Haziran seçimleri öncesi yürüttükleri operasyon başlı başına bir suçtur, teröre dolaylı destektir.

Eğer bu grubu masum ilan edeceksek, ülkenin en az otuz yılını silip atmak zorunda kalacağız demektir. Bugün siyasi tarihi yazan, merkez güç alanını oluşturan kitlenin hepsi onların düşmanıydı. Açık savaş yürüttüler. 2003 yılından bu yana AK Parti iktidarına karşı her saldırıda yer aldılar, destek verdiler hatta medya operasyonları yürüttüler. FETÖ'nün ortakları da, HDP'yi pazarlayanlar da onlardı.

Aydın Doğan kaybetti, ama kaybettiğini hala anlamadı

Aydın Doğan ve ekibi yanlış bir tarihe yatırım yaptı. Hesaplarının doğru çıkması için de acımasız bir savaş yürüttü. Öyle ki, Türkiye'nin siyasi kaderine müdahale edeceğini sandı ve bu yönde çabaladı. Çünkü bu savaşı kaybederse her şeyi kaybedeceğini görüyordu. Bu yüzden direndi, direndi.. Her karşı çıkışı bir umut olarak gördü, hepsine sarıldı.

Ve kaybetti… Ama kaybettiğini daha tam olarak anlayamadı. Bu yüzden, her boşlukta öne çıkıyor, eski haline dönüyor. Görüyoruz ki, hala bir yerlerde umut kalmış. Oraları arıyor, oralara yatırım yapıyor, oraları kaşıyor. Mesele o haber değil, atılan başlığın hatırlattıklarıdır. Tepkinin, öfkenin kaynağı da burasıdır.

Doğan grubu kendi geçmişi altında eziliyor

Doğan grubu kendi geçmişinin altında eziliyor. En büyük düşmanı geçmişidir. Kimseyi suçlayacak halleri yoktur. Bu aşamadan sonra bile hala aynı noktada taarruza girişebiliyorlarsa intihar etmeyi tercih etmişler demektir.

Merhum Necmettin Erbakan'ın vefat yıldönümünde, 28 Şubatyıldönümünde, 15 Temmuz'un çok büyük acıları hala tazeyken ve de 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı referandumu öncesi, böyle bir çıkış gerçekten de intihardır.

İşte biz bu yüzden16 Nisan diyoruz..

İşte biz, bu yüzden 16 Nisan'ı çok önemli görüyoruz. Eski iktidar artıklarının, o dar oligarşik kadroların, o imtiyazlı yapıların tasfiyesinin vesayetin sonu olacağını biliyoruz.

Küçük, kontrol edilebilir, birilerinin elinde oyuncağa dönüştürülen, bir İsrailli generalin talimatlarına mahkum edilen Türkiye defterinin kapanıp bir üst ligde, küresel ölçekte oyuncu olacak bir Türkiye için mücadele ediyoruz. Bugüne kadar hep yaptıkları gibi, referandumdan evet çıkmaması için yürütülen söylemin de bu dar çevrelerden beslendiğini biliyoruz.

Son kurşunu atmak için fırsat arıyorlar

Merkez iktidar alanı güçlü, tarihi sorumlulukları olan, Batı'dan gelen talimatlarla yönetilmeyen, hızlı hareket edebilen, karar mekanizmaları iyi işleyen güçlü bir Türkiye için yol alıyoruz.

Referandum, bugüne kadar yapılan reformların, yeniden yapılanmanın zirvesidir. 15 Temmuz olmasaydı, 16 Nisan'a karşı çok büyük operasyonlar yapacaklar, büyük krizler çıkaracaklardı.

Hala öyle arayışları var. Bu yüzden, “Türkiye kavgası” henüz bitmedi, devam edecekler, yeni yollar ve yöntemler deneyecekler” diyorum.

Son kurşunu atmanın bir yolunu bulacaklardır. Göreceksiniz!

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.