Türkiye, 9 Ekim 2019 tarihinde Barış Pınarı Harekatını başlattı. Buna mecburdu. Suriye sınırına konuşlanmış PKK/PYD terör örgütlerinin temizlenmesi amaçlanıyordu bu harekatla. Türkiye çeşitli vesilelerle, güney sınırındaki bu tehditle ilgili uluslararası kamuoyunu bilgilendiriyordu. Obama döneminden bu yana da Suriyeli mültecilerle ilgili güvenli bölge teklifini bir çözüm olarak dünya kamuoyuna sunuyordu. Lakin teklifi süper güçler tarafından göz ardı ediliyordu.
Bunun üzerine 9 Ekim’de, tüm dünyadan yükselen “Yapmayın!” ikazlarına aldırmadan Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye sınırından içeri girdi. Harekat Türkiye açısından beklenildiği gibi büyük bir başarı ile icra edildi. Akçakale-Tel Abyad – Ceylanpınar-Resulayn arasındaki bölge hızla kontrol altına alındı. PYD güçlerinin operasyonel varlığı Türkiye’nin geliştirdiği teknolojik donanım ve yüksek askeri kapasite sayesinde bertaraf edildi. Terör örgütleri üzerindeki baskı o kadar arttı ki örgütün hamisi ABD, diplomasi kartını masaya sürmek zorunda kaldı. ABD Başkan yardımcısı Pence beklenmedik bir ziyaretle Beştepe’nin kapısını çaldı. Türkiye bu noktada da soğukkanlı bir şekilde terör örgütüyle ilgili haklı tezlerini yineleyerek kararlılığını gösterdi. İki ülke arasında varılan anlaşma, Türkiye’nin birinci sınıf bir diplomasi yürüttüğünün, askeri güç kullanımıyla ilgili zamanlamanın ne kadar doğru yapıldığının bir göstergesiydi adeta.
Ayrıca Soçi’de yapılan zirveyle de bu zafer tüm dünya nezdinde, teyit edilmiş oldu.
Bu duruma stratejide, rakibi “bir çıkmazın boynuzları üzerine oturtmak” diyorlar.
Türkiye’de kendi lehine bir anlaşmaya mecbur ederek ABD ve Rusya gibi iki dev gücü, bir operasyon çerçevesinde de olsa, bir çıkmazın boynuzlarına oturtmuş oldu. Bu kadar büyük güçlere karşı, sınırlı enstrümanla bundan daha iyi bir sonuç düşünülemezdi. Dolayısıyla ortada, neresinden bakarsanız bakın kayda değer bir diplomasi zaferi var.
KARAKOMİK PROTESTO
Öncelikle “Hokkabaz” dışında hiçbir Cem Yılmaz filmini baştan sona izlemeye katlanamadığımı belirtmek istiyorum. Değişmeyen bir kadroyla çekilen, ilginç mizah anlayışıyla bezeli o tuhaf filmler benim sinema anlayışıma da, mizah filmi beklentime de uymuyorlar. Ama konu komedyenin filmleri değil, son filminin protesto edildiği ile ilgili dönen polemikler…
Cem Yılmaz’ın Karakomik filmleri gösteriminin ilk üç gününde beklenilen ilgiyi görmemiş ya, bunu Yılmaz’ın siyasi paylaşımlar yapmasına bağlıyorlar. Özellikle milliyetçi muhafazakar kesim bu durumu böyle değerlendiriyor ve buradan bir zafer çıkarılmaya çalışılıyor.
Eğer bu doğruysa…
Yılmaz’ın gişesinin ciddi bir kısmı ülkenin milliyetçi- muhafazakarlarından geliyor demektir.
Eğer gişedeki düşüklüğün, sinema izleyicisinin bu yıl düşmesinden değil, bilet fiyatlarının yüksekliğinden değil (yaklaşık 30 lira), eksik tanıtım kampanyasından değil de muhafazakarların boykotundan kaynaklandığı doğruysa…
Muhafazakarların gişe hasılatını tepetaklak edecek potansiyel bir güce sahip oldukları ve siyasi hesaplaşmayı başka her şeyden üstün tuttukları da doğrudur.
Eğer bunlar doğruysa…
O zaman akla başka sorular da geliyor ama önce yukarıya birkaç ekleme yapayım.
Bence filmin beğenilmemesinin nedeni sadece protesto ile açıklanması hiç mantıklı değil. Bence bunda filmin piyasa beklentisini karşılar nitelikte olmaması, yahut komedyenin diğer filmleri kadar eğlence vaat etmemesi, gösterim tarihinin iyi seçilmemiş olmasının payı, olabilir.
Komedi filmleri izleyen milliyetçi muhafazakar izleyici oransal olarak illaki az değildir. Ancak bu izleyici profilinin ne kadarının siyasi bir refleksi vardır ve ne kadarı siyasi tepkisini filme gitmeyerek göstermiştir, bu bilinemez.
Yukarıda “doğruysa” diyerek saydıklarımıza dönersek…
Birilerinin galipmişçesine kasıldığı gibi, milliyetçi muhafazakar kesim bu tür konularda böyle organize ise neden daha önce sanat camiasıyla ilgili hiç bir meselede benzer bir tepki göstermedi. Tepki gösterilecek bir film, dizi ya da program olmadığından mı acaba? Buna inanılabilir mi?
Ailelerin ekran başında olduğu saatte, Transeksüellerin jüri üyeliği yaptığı ses yarışmaları yapıldı bu ülkede. Yıkıcı içerikli dizi filmler reyting rekorları kırdı, kırmaya da devam ediyor. Fakat bunlardan hiçbiri sosyal medyada bu kadar konuşulmadı.
Bence bunun böyle olmasının tek nedeni- yukarıda belirttiğimiz gibi- sözünü ettiğimiz içeriklerin siyasetle ilgili olmaması…
Toplum siyaset dışında çok az şeyi ciddiye aldığı için başka endişelerden kaynaklanan bir tepki doğamıyor maalesef…
Bu konudan bağımsız olarak, burada her zaman izleyicinin demokratik tepkisini izlemeyerek göstermesi gerektiğini savundum. Bu izleyicinin tek silahıdır bana göre ve bu silahı dilediği yapıma yönlendirebilir, yönlendirmelidir de...
Ben işe şuradan bakıyorum. Madem bu siyasi polemiklerden dolayı bir izleyici konsensüsü oluştu. O halde bu konsensüs televizyona da yönlendirilmeli. Çünkü kötülüğün asıl kaynağı sinema değil orası, yani çocukların da izlediği, ücretsiz ekran… Bu konuda kalem oynatan arkadaşlardan ricam aynı tutkuyla, aynı kararlılıkla, insanları televizyon yapımlarını denetlemeye kışkırtmaları…Eğer temiz ekranı da siyaset kadar dert ediyorlarsa tabii…