Yıllarca, yapılması gerekenin tam tersi yapılmış bu ülkede.
Siyasiler “orduyu” sorgulayıp eleştireceklerine, “ordu” siyasileri sorgulayıp eleştirmiş.
Askere hiç dokunulmamış.
Hiçbir hatası sorgulanmamış.
Genelkurmay, Ankara’nın göbeğinde “kutsal bir mabet” gibi dokunulmaz olarak kalmış.
Sonuçları ortada.
Disiplinsiz, içinde cuntaların fink attığı, darbe planları yapan bir ordumuz var.
Buna ilaveten, ordunun “askerî” yetenekleri ve refleksleri de epeyce su götürür.
Ordu, PKK baskınlarında çok ağır kayıplar veriyor, PKK’nın tankı yok, topu yok, zırhlısı yok, denizaltısı yok, uçağı yok ama canı istediği zaman istediği yeri vuruyor.
Ve, en korkuncu, her baskından sonra çok tuhaf ve şaşırtıcı gerçekler çıkıyor ortaya.
33 asker olayında, Dağlıca baskınında, Aktütün baskınında en hafif deyimiyle “ağır ihmal” sayılabilecek zaaflarla karşılaşıyoruz.
Şimdi aynı tuhaflık, Reşadiye baskınıyla ilgili olarak da koca bir soru işareti olarak dikiliyor karşımıza.
Reşadiye’de askerlerin öldürülmesi tam “barış açılımına” denk geldi, aynen 33 asker olayında olduğu gibi bu baskın da barışı torpilledi.
Baskının olduğu yer Tokat.
Sıcak bir çatışmanın olmadığı bir bölge.
PKK militanlarının arasına karışabileceği bir Kürt nüfus bulunmuyor.
Genelkurmay, baskından sonra “Tokat’ta PKK’lıların bulunduğuna dair ellerinde bir bilgi olmadığını” açıkladı.
Bugün yayımladığımız Mehmet Baransu imzalı haberdeki belgeler, bu “açıklamayı” doğrulamıyor.
Reşadiye baskınının tarihi 7 Aralık 2009.
Kasım 2009 tarihinde, PKK merkez karargâhından Dersim birimine “ilerdekilerden” bahseden bir mesaj geliyor, ordu bu mesajı dinliyor, “ilerdekilerin” Tokat ve Sivas’taki PKK’lılar olduğunu da biliyor.
“İlerdekilerle” ilgili ellerinde “bilgi” varken, neden “biz Tokat’ta PKK’lı olduğunu bilmiyorduk” diyorlar?
Kasımdaki mesajdan ordu yönetiminin haberi yok mu?
Yoksa, niye yok; varsa, niye “bilginin” olmadığını söylüyorlar?
PKK’nın Tokat birimine “baskın” emri, 3 aralıkta PKK’nın Zap karargâhı üzerinden “şifreli” bir mesajla iletiliyor.
Mesajın Zap üzerinden gelmesi, PKK karargâhının da “baskından” haberdar olduğunu gösteriyor, halbuki Kandil de aynen bizim ordu gibi “bizim bu baskından haberimiz yoktu” açıklaması yaptı.
Zap karargâhından geçen bu kadar “önemli bir baskın” mesajından Kandil haberdar değil mi?
Nasıl haberdar değil?
PKK’nın da bu açıklaması “gerçek” gibi gözükmüyor.
Silahlı Kuvvetler, 3 aralıkta gelen bu “şifreli” mesajı yakalıyor.
Kayıtlara geçiyor.
Ama ne iştir ki, bu “baskın” mesajının şifresini ordu çözemiyor.
Şifreli mesajın gelişiyle baskının gerçekleşmesi arasındaki dört günlük sürede de bu şifreyi çözmeyi beceremiyorlar.
Yirmi beş yıldır savaştığı PKK’nın şifrelerini çözmeyi beceremeyen bir ordu, nasıl bir ordudur?
Şifreleri çözemiyorsa, PKK haberleşmelerini dinlemenin manası ne?
Diğer bütün şifreleri çözüyor da Tokat baskınının şifrelerini mi çözemiyor?
Neden çözemiyor?
Yok eğer şifreleri çözecek becerisi ve yeteneği varsa, neden önlem almıyor?
Fevkalade tuhaf bir durum.
Bütün büyük PKK baskınlarından sonra biz bu tuhaflıklarla, beceriksizliklerle, ihmallerle, yeteneksizliklerle, aldırmazlıklarla karşılaşıyoruz.
Niye böyle bu?
İnsana “ne oluyor bu ordunun içinde” dedirten bu garipliklerin hesabı orduya hiç sorulmuyor, hiçbir komutan sigaya çekilmiyor, bir istifa, bir yargılama, bir soruşturma yok ortada.
Eğer bu bir futbol maçı olsaydı, bütün bu olaylardan sonra “bu maçlar şikeli” derdik ama bu bir futbol maçı değil, bu bir savaş ve insanlar ölüyor.
Bizim medyanın bir kısmı ve ana muhalefet partisi, saçma sapan açıklamalarla dikkati hep sivillerin üstüne çekmeye çabalıyorlar ama asıl dikkat etmemiz gereken yer “askerî” cenah, asıl acayiplikler orada yaşanıyor çünkü ve o acayipliklerin neticesinde hem insanlar ölüyor hem de siyasi iklim değişiyor.
Bence artık ordunun ciddi bir denetim altına alınması ve her insan kaybının hesabının sorulması gerekiyor, yoksa böyle “şifre” çözemeyen, aldığı istihbaratı değerlendiremeyen, her baskını “şaşkınlıkla” karşılayan ve sürekli darbe planları yapan cuntası bol bir orduyla çok insan ölür bu ülkede.