Önce şunu söyleyeyim: Dünyanın kaderini, önümüzdeki yüzyıllarda alacağı şekli İslâm belirleyecek. Müslümanlar bunu görebilecek özgüvene sahip değiller.
Ama bu gerçeği Batılılar çok iyi biliyorlar.
Batılılar derken özellikle İngilizleri ve Yahudileri kastediyorum.
İngilizlerle Yahudiler küresel sistemin sahipliği konusunda bir asırdır yoğun olarak savaşıyorlar birbirleriyle. Ama iş, İslâm düşmanlığına gelince, birlikte hareket etmekte tereddüt bile göstermiyorlar.
ŞARK MESELESİ: İKİ TEMEL HEDEFİ
Şark Meselesi, hem Osmanlı’nın hem de bütün Müslümanların ölüm fermanıdır, dense abartılı olmaz sanırım.
Şark Meselesi’nin iki temel ayağı var: İlk aşamada, İslâm’ı -tarih yapan bir aktör olarak İslâm medeniyetini- tarihten uzaklaştırmak. İslâm dünyasının fiilen sömürgeleştirilmesi bu.
İkinci aşamada da, hormonlu Müslümanlar icat ederek Müslümanları İslâm›dan uzaklaştırmak. Bu da Müslüman toplumların zihnen sömürgeleştirilmesi.
Şark Meselesi’nin birinci ayağı, Osmanlı’nın durdurulması, Hindistan’ın, Türk dünyasının ve Arap dünyasının parçalanmasıyla başarıya ulaştı.
İkinci ayağı da, iki asır önce, ilkin, Arabistan Yarımadası›nda Vehhâbîlik / Neo-selefîlik üzerinden hâricî mantığı ve gelinen noktada da tekfirci şebekeler ve terör örgütleri icat edilerek, ardından hâricî mantığının panzehiri olarak Hindistan’da Kadıyânîlik ve gelinen noktada da Türkiye›de Fetö icat edilerek, kitlelere ölümü göstererek sıtmaya razı etmeyi hedefleyen İslâm›ı Protestanlaştırma projesiyle hayata geçirildi.
Hâricî mantığı da, bunun panzehiri olarak devreye sokulan İslâm’ı Protestanlaştırma projesi de, kitlelerin sekülerleştirilerek toplumun hayatından İslâm’ın uzaklaştırıldığı, bireysel inanç meselesine indirgendiği hormonlu Müslümanlar icat etmeyi hedefliyordu.
Şark Meselesi’nin bu iki hedefi de kısmen de olsa başarıya ulaşmış görünüyor. Birinci hedef, daha belirgin olarak başarıya ulaştı, ikinci hedefin başarıya ulaşması, yani kitlelerin İslâm’dan uzaklaştırılması öyle kolay tam olarak başarıya ulaşamayacak Müslüman toplumlardaki İslâmî oluşumlar, İslâm’ın hâricî mantığına indirgenmesine de, protestanlaştırılmasına da izin vermeyecekler.
Batı uygarlığının seküler kapitalist saldırısı, Çin’in, Hind’in, Japonya’nın ve uzak Asya kaplanlarının kendi kültürlerinden vazgeçmeleriyle ve seküler-kapitalizme teslim bayrağı çekmeleriyle sonuçlandı. Asya ülkelerinin yaşadıkları kültürel inkâr kültürel intiharla sonuçlandı.
Aynı şey İslâm dünyasında yaşanmadı: Müslüman toplumlar İslâm’ı terketmediler. Aksine Müslüman toplumların direniş, diriliş ve varoluş süreci yeni bir safhaya ulaşacak, Müslüman toplumlarda yetişen öncü kuşaklar, hem dünü ve bugünü derinlemesine anlayacak, eleştirecek hem de gelecek asırları inşa edecek uzun soluklu bir hakikat medeniyeti inşası yolculuğuna çıkacaklar inşallah…
ONLARIN HESABI VARSA, ALLAH’IN DA BİR HESABI VAR!
20. yüzyılın başlarında Osmanlı tarihten uzaklaştırılınca, Batılılar, özellikle de İngilizler ve Yahudiler bayram yaptılar.
Böylelikle Osmanlı topraklarının tabiî zenginliklerine, doğal ve petrol yataklarına İngilizler el koyacaklardı kolaylıkla.
İkinci olarak da, Osmanlı coğrafyasının göbeğine, Filistin›e Yahudi devleti kurdurulacaktı hiçbir güçlü engelle karşılaşmadan. Ne de olsa Müslümanların hâmisi Osmanlı durdurulmuş, Osmanlı’yı bütün mazlumların hâmisi yapan hilâfet de yürürlükten kaldırılmıştı.
Hilâfetin çöktüğü, Müslümanların hâmisi Osmanlı’nın tarihten silindiği bir ortamda, İngilizler de, Yahudiler de daha rahat at oynatabilirlerdi.
Ancak onların bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardı…
BATILILARIN KÂBUSU: TÜRKİYE’NİN VE İSLÂM’IN YÜKSELİŞİ!
Çağımızda İslâm, 1980›lerde bütün dünyada altın çağını yaşadı. Hem İslâm dünyasında hem de Batı’da: İslâm dünyasında İslâm, siyasî, sosyal, kültürel ve entelektüel söylemlerin merkezine yerleşti; Batı’da ise özellikle de elitler, okumuş yazmış kesimler atasında İslâm hızla yayılmaya başladı.
Bu durum, bütün emperyalistlerin alarm zillerinin çalmasına yetti. İslâm’ın gelişi, dirilişi, tarihe girişi durdurulamazsa, Batılıların dünya üzerinde kurdukları kapitalist sömürü düzeninin çökmesi önlenemezdi. Sadece kapitalist sömürü düzeninin çökmesi değil, Batı dünyasının hızla Müslümanlaşması da mukadderdi.
Bu gerçeği en iyi görenler, olaylara uzun vadeli perspektiflerle yaklaşabilen tarihçiler, tarih felsefecileri ve çaplı düşünürlerdi.
Çaplı bir düşünür filan olmasa da, bütün akademik kariyerini İslâm›ın yeniden tarih sahnesine çıkmasını önleyecek çalışmalar üzerine yoğunlaştıran Yahudi asıllı İngiliz tarihçi Bernard Lewis, Avrupalıların kâbuslar görmesine yol açabilecek bu gerçeği görmüş hatta biraz da Batılı yöneticileri uyarmak için provokatif bir dil kullanarak Türkiye’nin her ne sûretle olursa olsun Avrupa Birliği’ne (AB) alınmaması çağrısında bulunmuştu. Bernard Lewis, “Türkler, AB’ye alınırsa, AB yüz sene içinde Müslümanlaşır” diyordu!
Bernard Lewis, sinsi, zeki bir istihbarat elemanı gibi çalışıyordu. Hem İngiliz devletine hem de Amerikan yönetimine stratejik raporlar hazırlıyordu.
Türkiye’nin laik yörüngeye oturması, İslâmî medeniyet iddialarını aslâ yeniden üstlenmeye kalkışmaması için Ermeni meselesinde Türkiye’nin tezlerini destekliyor görünüyordu, Türkiye’nin Batı’nın “onurlu” (ne demekse artık!) bir parçası olduğunu söylüyor, modern Türkiye’nin İslâm medeniyetini terk ederek Batı uygarlığını benimsediğini, geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini yazıyordu.
Özetle, Türkiye’nin laik yörüngeden çıkmaması için var gücüyle çalışıyordu. Türkiye medeniyet iddialarını yeniden üstlenmeye kalkışırsa, tarihin akışı başka türlü gerçekleşebilir, emperyalistlerin bütün hesapları çöpe gidebilir, diye korkuyordu.
O yüzden İslâm’ın yükselişi ve Türkiye’nin yeniden medeniyet iddialarını üstlenmesi önlenmeliydi.
Lewis burada İslâm düşmanlığının küresel ölçekte benimsenmesinde kilit rol oynayan teorik metinler yazacaktı.
Pazar günü devam edeceğim…