Ne bir Atatürkçü subayın oğlu, ne de bir Atatürkçü akademisyenin yeğeniyim. Ne İzmir gibi modern yaşamı benimseyen bir şehirde, ne de Atatürk’ün en çok sevildiği Eskişehir’de doğmuşum.
Rize’nin Güneysu Gürgen Köyünde, muhafazakar bir ortamda doğdum ve çocukluğum da burada geçti. 12 Eylül öncesi AP seçmeninin ağırlıkta olduğu, Erbakan hareketinin az da olsa kabul gördüğü, birkaç solcuyla birkaç ülkücünün de yaşadığı bir çevre…
Öyle Atatürk ile ilgili çok da olumlu şeyler duyamayacağımız bir çevre…
Sadece babamdan, mevcut siyasetçiler dışında Osman BÖLÜKBAŞI’ nın hikayelerini duyardık. Kemal Paşa diye Atatürk’ün savaş anılarından bahsederdi arada, ama bugünkü anlamda bir Atatürkçülük anlayışı mevcut değildi.
İlk olarak, gerçek anlamda Atatürk’le, ilkokul kitapları aracılığıyla tanıştık. 12 Eylül öncesi, öğretmenlerimizin bir çoğu sol görüşlü olmalarına rağmen, Atatürk’le ilgili düşüncelerini pek bilmezdik. Çünkü herkes kendi ideolojisi peşine düşmüş, aşırı kutuplaşma sebebiyle sağduyu kaybolmuştu. Söz arasında şunu da belirtelim; herşeye rağmen, o dönem okuyan, ülkesi için kaygı duyan ve dolayısıyla da örnek alabileceğimiz insan sayısı bugünkünden daha fazlaydı.
Neticede ortaokul, lise derken Atatürk’le ilgili daha çok bilgi sahibi olsak da, aklımda hep ilkokul kitaplarında gördüğümüz, Kocatepe’deki düşünceli Atatürk resmi ile kalpağıyla kar üstünde uyurken resmi kalmıştı. Bu resimleri bugün de çok anlamlı bulurum.
Sonra sorduk, sorguladık elbette… Çünkü bazı çevrelerin söylemleriyle, gerçekler ve mantık örtüşmüyordu.
Öncelikle şu soruların cevabını bulmaya çalıştım:
Kurtuluş Savaşı’ndan önce Osmanlı Devleti ne durumdaydı?
Mondros Ateşkes Antlaşmasının maddeleri ve bu antlaşma neyi amaçlıyordu?
Mustafa Kemal hangi şartlarda Anadolu’ya geçti?
Şimdi bütün bunları kronolojik sıraya koyarak, maddeler halinde anlatmaya gerek yok. Sayfalar yetmez… Sadece birkaç hususa değinip geçeceğim. Kimseye tarih dersi verme niyetinde de değilim. Sadece gerçeğe ulaşmada birkaç yöntem…
Çanakkale’ de büyük bir zafer kazanmamıza rağmen müttefiklerimizin yenik sayılmasıyla 1. Dünya Savaşı’nı kaybetmiştik. Düşman gemileri boğazlardan elini kolunu sallayarak İstanbul’a gelmişti ve başkent işgal altındaydı. Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmış ve Anadolu’nun işgal planı hayata geçmişti. Bu antlaşma ve daha sonra sadece Osmanlı’nın paylaşılmasını hedefleyen Sevr Antlaşmasını İmzalayan Osmanlı Hükümetiydi.
Peki Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla neler değişti?
İstanbul İşgal edildi, Amerikan, İngiliz, Fransız gemilerinin desteğiyle Yunanlılar Ege’ye asker çıkardı ve Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemeye başladılar.
Güneyde Fransızlar ve İtalyanlar, Doğuda Ermeniler topraklarımızı işgal etmekle kalmadı, halka büyük bir zulüm ve saldırı kahpeliğine giriştiler.
Bakın Mustafa Kemal hala İstanbul’da…İşgaller sırasında Osmanlı hükümeti işbaşında, ülke topraklarından ziyade saltanat ve halifeliğin derdindeler!
Bu şartlarda Mustafa Kemal Samsun’a çıkıyor, kongreler yapıyor ve Anadolu’ nun her köşesinden gelen temsilcilerle Ankara’da Meclisi açıyor.
Seferberlik, savaş hazırlıkları, bazı ülkelerle yapılan anlaşmalar derken büyük bir plan-program sonucunda tüm cephelerde savaş kazanılıyor, işgal altındaki topraklar küllerinden doğarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olan Lozan Barış Antlaşması imzalanıyor ve yeni bir devlet kurulmuş oluyor.
İnkılaplar konusuna çok fazla girmeden bir iki konuyu vurgulayıp geçelim.
Ne deniyor? Yok Atatürk batı hayranı, yeni alfabeyle mezar taşlarımızı okuyamaz olduk, toplum cahil kaldı falan…
Bu konuda sadece şunu söyleyerek geçelim. Abdülhamit zamanında açılan yüzlerce Misyoner Okulu ve Anadolu’da mantar gibi çoğalmış olan Mason Kulüpleri kapatıldı. Osmanlıda değil mezar taşını okumak halkın % 95’i zaten okur-yazar değildi.
Gaipten haber veren!, fi tarihindeki olayları dün yaşanmış gibi anlatan toplumumuz, maalesef 90-100 yıl önceki olayları anlamada sıkıntı çekiyor! Yerli-yabancı bütün kaynaklarda açık ve net bir şekilde yazılı olmasına rağmen…
Burada özellikle genç kardeşlerimize tavsiyem; hiçbir siyasi ideolojinin etkisi altında kalmadan, önyargıları bir tarafa bırakarak, objektif olarak bu dönemi okumaları…
Ama lütfen şunu söylemeyin! En çok rahatsız olduğum konu: Yok tarih saptırılmış, yok efendim anlaşmaların maddeleri değişmiş, olaylar toplumdan saklanıyormuş…
Bu antlaşmaların maddeleri bütün dünya kütüphanelerinde var. Bu antlaşmalara kimlerin imza attığı, Anadolu’nun nasıl ve kimler tarafından işgal edildiği de… Kimlerin manda ve himaye istediği, kimlerin İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi olduğu ve kimlerin Mustafa Kemal’in öldürülmesi için fetva verdiği de var.
Sadece okumak, öğrenmek ve vicdan sahibi olmak yeterli!..
Şimdi toplumun farklı eğilimlerini ele alacak olursak, mesela…
TÜRK MİLLİYETÇİLERİ NEDEN ATATÜRKÇÜ OLMALI?
Yüzyıllar boyunca kendisine “Türk” diyemeyen ve zaman zaman da aşağılanan bir milletin, kendi adını taşıdığı bir devletinin ve bir bayrağının olması…
Uzun yıllar Arap Kültürü etkisi altında kalan toplumumuzun, millet olarak, kendi kültürüyle dünya sahnesinde var olmaya çabası….
Antrparantez, Kemalist, Atatürkçü gibi sözcüklere de fazla takılmadan Atatürk’ü ve yaptıklarını anlamak da diyebiliriz.
SOLCULAR NEDEN ATATÜRKÇÜ OLMALI?
Halkçılık ve İnkılapçılık ilkesi bunu açıklamaya yeterli sanırım.
DİNDARLAR NEDEN ATATÜRKÇÜ OLMALI?
Necip Fazıl’ın deyimiyle, kaba softa ham yobaz, sapkın din adamlarının etkisi altında kalan Müslümanlar, bilim, fen ve teknolojiden uzaklaşarak belli kitlelerin sömürü odakları haline gelmişlerdi. Atatürk’ün Elmalılı Hamdi Yazır’a yaptırttığı Kuran meali ve tefsiriyle, inananlar kendi dinlerinin buyruklarını öğrenip, bunu kendi yaşam alanlarına da uygulama imkanı buldular. Laiklikle de hiçbir zümrenin, inancın başkası üzerine etki etmesi önlenmiş oldu. Bu arada şunu da belirtelim; laikliğin yanlış uygulamalarından dolayı insanların zarar gördüğünü görmemezlikten gelemeyiz. Bu konuya başka bir yazımızda değineceğiz.
KADINLAR NEDEN ATATÜRKÇÜ OLMALI?
Bir örnekle açıklamaya çalışayım. İnkılaplara hararetle karşı çıkan arkadaşlara; “Bir seçimden önce, eşinize, annenize ve ya bacınıza, bu seçimde oy kullanmayın deyin de sonucu bir görün!” diyorum.
Evet bugün birçok Arap ülkesinde, kadınların araba kullanıp kullanmaması konusu tartışılırken, 1934’ te, Avrupa ülkelerinde bile hayata geçirilmemişken “Türk kadınına Seçme ve Seçilme Hakkı” verildi.
Yine miras, evlenme, boşanma gibi birçok alanda kadınlar erkeklerle aynı haklara sahip oldular. Kurtuluş Mücadelesine destek olan kadınlar, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik alanda da kendini göstererek ülkenin kalkınmasında öncü rolü oynamaktadırlar.
ETNİK OLARAK KENDİSİNİ FARKLI TANIMLAYANLAR NEDEN ATATÜRKÇÜ OLMALI?
“Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” anlayışıyla, etnik bir ayrımcılık yapmadan, eşit yurttaşlık üzerine kurulu bir anlayışla, bu ülkede yaşayan herkesin kuşatılması amaçlanmaktadır.
PEKİ HEPİMİZ, BİRDEN NEDEN ATATÜRKÇÜ OLMALIYIZ?
“Biz, seksen milyonluk bir ülkeyiz!” söyleminde olduğu gibi, ilişkilerimizde de referans alacağımız nokta budur. Peki bu oluşumun çekirdeği, hareket noktası ne olabilir ve ya ne olmalıdır?
Kutuplaşmanın ve önyargıların en üst seviyeye çıktığı, toplumun aşırı siyasallaştığı bir ortamda “ATATÜRKÇÜLÜK” bu birlikteliği sağlayabilecek en temel unsurdur. Bu konuda zaman zaman farklı sesler çıkmış olsa da, kritik durumlarda herkesin birleşeceği ortak nokta Aatürk’tür, Atatürkçülük’tür, Atatürk Türkiye’sidir. Böyle bir dönemde, Atatürk’ü toplumun gözünden düşürmek için çalışmak iyi niyetlilikle bağdaşmaz.
Çünkü Atatürk’ü tartışmak, Türkiye Cumhuriyeti’ni tartışmaktır. Atatürk’ü tartışmak, sınırlarımızı, bayrağımızı, varlığımızı tartışmaktır. Bilinçli insanın bundan uzak durması gerekir!
Değerli dostlar, belki de kitapları doldurabilecek, çok geniş konuları birkaç sayfada anlatmaya çalıştım. Bu sebeple, bu hassas konuda varsa bir eksiğimiz affola… Daha çok okumak, araştırmak ve doğruya ulaşmak dileğiyle…