Sağlığımızı etkileyen pek çok şey var. Beslenme bunlardan sadece biri ama muhtemelen en önemli olanı da o.
Zaten bu nedenle de yiyip içtiklerimize eskiye oranla daha çok dikkat ediyoruz. Ne var ki, bazı hataları işimize gelmediği için ya da bilgisizlikten görmezden geliyor, tekrar edip duruyoruz. Bu hatalar da, tıpkı o pek etkileyici eski reklamın cümlelerindeki gibi, ‘yol, su, elektrik olarak’, yani bizi ‘hasta ederek’ geri dönüyor. İsterseniz o hataların en önemlilerini çoğunu çok iyi bilmemize rağmen- bir kez daha hatırlayalım.
TAM tahıllı un elde etmek için öğütme taşlarını kullanmamızın tarihi oldukça eskidir ve binlerce yıl bizi bu basit teknikle üretilen tam tahıllı un ürünleri beslemiştir. 1800’lerde makine teknolojileri hayatımıza girmeden evvel işte bu nedenle lifsiz beyaz un çok pahalı bir besindi. Ondan sadece ama sadece kraliyet aileleri ve zenginler faydalanabiliyordu. Beslenmeyle ilgili hastalıklar, örneğin şişmanlık, diyabet, gut ve bunlarla bağlantılı dejeneratif sağlık sorunları da halktan çok zenginleri ve kraliyet ailesi üyelerini etkiliyordu. Ne zaman ki tahıllardan kepeksiz beyaz un ve sonra da şeker kamışı ve pancardan şeker üretimi kolaylaştı ve yaygınlaştı, sağlığımıza ilişkin sorunlar birbiri ardına patlamaya başladı.
Yüz yıl öncesine oranla daha çok hipertansiyon, diyabet, koroner kalp hastası, daha çok artrozlu ve kanserli insan var. Öyle görünüyor ki, beyaz un ve şekere dayalı beslenme kültürümüz büyüyüp yiyecek ve içecek alışkanlıklarımız beyaz un ve şekere bağımlı hale geldikçe, bu hastalıklara daha çok yakalanacağız. Daha da çok hipertansiyonlu, diyabetli, aterosklerozlu, kanserli, artrozlu hastamız olacak. Şişmanlık belası ile yalnız büyüklerimiz değil, çocuklarımız da boğuşacak. Dahası bu iki kötü besin bedenimize bu yoğunlukta girmeye devam ederse, bağışıklık sistemlerimiz zayıflamaya, bellek sistemlerimiz unutmaya, alerjik sistemlerimiz bağırıp çağırmaya, bedenlerimiz daha çok yorulmaya başlayacak; hücrelerimiz çinkoya, magnezyuma, kroma, B ve E vitaminlerine daha çok ihtiyaç duyacak.
İKİ BEYAZA DİKKAT
Bu kötü gidişe dur demek istiyorsak yapmamız gereken şudur: Şekerden, hele hele beyaz şekerden yavaş yavaş vazgeçeceğiz. Çayımıza, kahvemize şeker eklemeyeceğiz. Giderek bir felaket haline gelen tatlı tutkumuz ile mücadele edeceğiz. Sağlıklı zannederek tükettiğimiz ev yapımı meyveli reçellerden, pestillerden, bal ve pekmezden bile vazgeçmeye gayret edeceğiz. Taze sıkılmış da olsa meyve suyu tüketimimizi abartmayacağız. Taze sıkılmış olmayanlarına ise el bile sürmeyeceğiz. Ekmeği yavaş yavaş azaltacak, beyaz ekmek tutkumuzdan da (tıpkı şeker gibi) vazgeçeceğiz. Bunu sadece kilo sorunundan, obeziteden korunmak için değil, hipoglisemiden şeker hastalığına, hipertansiyondan guta, damar sertliğinden kansere kadar önemli pek çok sağlık sorununu azaltmak için başarmak zorunda olduğumuza kendimizi ikna edeceğiz.
PROTEİN ‘ÇÖPLÜĞÜ’
Yanlışlarımız sadece unlu, şekerli gıdaları fazla tüketmekle sınırlı değil. Protein kaynaklarımızda ve tüketme tarzımızda da ciddi arızalar var. Tükettiğimiz hayvansal proteinler de –tıpkı karbonhidratlar gibi- endüstriyel/sanayi tipi besinler haline geldi. Etlerin de tavukların da protein oranları düştü, yağ oranları yükseldi. Tavuklar da, kırmızı etler, yumurtalar da, hatta balıklar bile –artık olta ya da açık deniz balıkları değil çiftlik balıkları yiyoruz- omega-3 fakiri haline geldi. Dahası ineklere, tavuklara, çiftliklerde yetiştirilen balıklara omega-6 açısından zengin yemler verilince, protein kaynaklarımızın omega-3 omega-6 oranları alt üst oldu. İsterseniz biraz daha canınızı sıkayım. Tükettiğimiz süt ve süt ürünlerinin, paketlenmiş tavuk, balık, et ürünlerinin içine eklenen koruyucu ve katkı yapıcı maddeler bunları da kimyasal birer çöplük haline getirdi.
YAĞLARI MAHVETTİK
Sofralarımızın olmazsa olmazı yağlar konusunda da ciddi hatalar yaptık. Zeytinyağını, tereyağı, pamuk, susam, yer fıstığı yağını bir kenara bırakıp soya, ayçiçeği, pamuk çekirdeği yağı gibi omega-6’dan zengin yağlara yüklendik. Neticede zaten omega-3 fakiri, omega-6 zengini haline gelen bedenlerimizi daha da zor durumda bıraktık. Bunlarla da yetinmedik, yağları hidrojenle birleştirip margarinleri ve insan bedeninin en önemli besinsel düşmanları yapay trans-yağları ürettik. Trans-yağ asidi yüklenmiş bedenlerimizin damar sertliğine daha erken yakalanacağını, kansere daha sık paçasını kaptıracağını bilmeden, yıllarca çocuklarımızı okula ‘ekmeğin üzerine sürülmüş margarinler’ ile yolcu edip, okul dönüşünde onları yine ‘ekmek üzeri margarin ve margarin üzerine de toz şeker ekerek ya da reçel’ ekleyerek karşılama yoluna gittik! Yağlara ilişkin yanlışlarımız bunlarla da sınırlı kalmadı. Bitkilerden daha fazla yağ çekmek için toksik kimyasal çözücüleri kullanmaya başladık. Yağları beyazlatmak, kokularını gidermek, tatlarını düzeltmek için yüksek ısılı işlemlerden geçirdik, kimyasal çözücülerle muamele ettik. Bütün bunlar yağ fiyatlarının düşmesini, aynı kızartmalık yağın tekrar tekrar kullanılmasını -yani maliyetinin azaltılmasını- sağladı belki ama yağlar yağ olmaktan çıktı. İçlerindeki zararlı serbest radikallerin miktarı arttı, faydalı omega-‘ler kayboldu, koruyucu antioksidanlar zarar gördü.
SONUÇ: HATA BİZDE
Anlatmak istediğim şey şu: Yaşadığımız sağlık sorunlarının da yaşlılıkta karşılaştığımız problemlerin de çoğu bizim bilerek, isteyerek ciddiye almayıp “Boş ver!” diyerek yaptığımız hataların, “Daha çok kazanayım” diyerek başvurduğumuz ticari hilelerin kısacası vurdumduymazlık, dikkatsizlik, doyumsuzluk ve paragözlülüklerin eseridir. Hastalıkların çoğu kötü beslenmeyle ilişkilidir ve yukarıdakilerle ilişkili. Ne yiyip içtiğinize lütfen dikkat ediniz.
BANA GÖRE
Mutluluk ve huzur sağlık ve zindelikte
İHTİYAÇ duyduğumuz iki temel şey var: Sağlık ve zindelik! Bu ikilinin optimize edildiği hayat, daha iyi daha güzel bir hayattır. Sağlık fiziksel/bedensel, ruhsal/zihinsel, sosyal ve moral olarak optimum bir ‘iyi olma’ durumu, zindelik ise ‘enerjisi yeterli bir iyilik hali’dir ve sadece sağlıklı insanlar kendilerini zinde hissedebilirler. Sadece sağlıklı ve zinde insanlar daha mutlu, huzurlu ve keyiflidir. Zindelik için –bunu bedensel ve ruhsal zindelik olarak düşünmek gerekir- daha fazla bedensel aktivite –düzenli, ritmik periyodik olması şart değildir-ve daha çok ruhsal iyilik egzersizleri lazımdır. Bu ikisinin kesiştiği noktada yaşamınızın kalitesi artacak, performansınız yükselecek, huzurunuz maksimize olacaktır.
BANA GÖRE
'Merkez' beyindir
SAĞLIKTA da ‘sürdürülebilirlik’ kavramı önemlidir ve sürdürülebilir sağlığın idare merkezi zannettiğinizin aksine kalbiniz değil beyninizdir. Canlılığın da merkezi kalp değil beyindir. Hayatla ölüm arasındaki kararı da kalp değil beyin verir. Vücudun kendi kendini iyileştirebilmesi (PHYSİS) bize verilmiş en büyük hediye, bahşedilmiş en büyük güç, bu işin merkezi ise beyindir. Beyni ve sinir sistemi sağlam olmayan hiçbir vücut kendini yeterince iyileştiremez, kendine yeteri kadar yardım edemez. Kendiliğinden iyileşme fonksiyonlarını gereği kadar devreye sokamaz, tıbbi yardımlardan ihtiyacı kadar yararlanamaz. Yapması gereken fonksiyonları yeteri kadar yerine getiremez. Yaşaması gereken hayati deneyimleri yaşayıp hayatın keyfini süremez.
BİR ÖNERİ
HER İLACI SORGULAYIN
DAHA çok sağlık ve zindelik arıyorsanız yaşamınıza daha fazla doğallık ekleyip her sorunun çözümünü ilaçlarda aramayın, başınız her ağrıdığında, sırtınız her kaşındığında, kalbiniz azıcık hızlı çarpıp tansiyonunuz azıcık fırladığında hemen ilaca sarılmayın. İlaçlardan –buna gereksiz yere kullanılan bitkisel haplar, vitamin, mineral ve antioksidanlar da dâhildir- uzak durun. Daha az ilaç kullanmanın daha temiz bir çevrede, daha temiz bir beden ve ruha sahip olmakla başarılabileceğini unutmayın. Size tavsiye elden her bir ilacı ona gerçekten ihtiyacınız olup olmadığı yönünde sorgulayın. Çok güvendiğiniz doktorların verdiği basit bir ağrı kesiciyi bile “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?” demeden yutmayın. Her ilacın iki ucu keskin bir bıçak olabileceğini hatırlayın. En faydalı ilaçların bile bazı koşullarda, bazı kişilerde toksik ve zararlı etkiler yapabileceğini aklınızdan çıkarmayın.