Türkiye öyle bir zeminde ilerliyor ki nötr kalma lüksü yok. Ya taarruzda olmalı, ya savunmada kalmalı… Ya bağımsız olmalı, ya onurundan olmalı… Ya efendiler koltuğunda oturmalı, ya paryalığa eyvallah demeli… Ya dik durmalı, ya boynu bükük kalmalı…
Yeni Türkiye’nin doğuşu sancılı geçiyor. Etrafımızda ateş çemberi, dünyanın efendileri burnundan soluyor, ajanlar içimizde cirit atıyor, terör ve kaos mihrakları ful mesai harcıyor, fitne kazanları harlanıyor, kirli ittifaklar şaşırtmaya devam ediyor, dost görünümlü münafıklar pusuda ama Rabbim dualı Türkiye’mizi felaha, feraha çıkarmak için yardım elini uzatmış. Her şeye rağmen Türkiye güçleniyor.
Evet, her şeye rağmen Türkiye, Yeni Türkiye’ye dönüşüyor fakat bu girift yolda her şeyi çok daha profesyonel düşünmek ve ona göre adımlar atmak mecburiyetindeyiz. Böyle bir ortamda hiçbir adım hesapsız ve şuursuz atılamaz.
Geçenlerde fikirleriyle ufuklar açan Sinan abimizle de bu mesele üzerinde hasbihal ettik. Bu yazının sizlere ulaşmasında bu hasbihalin de payı var…
Devletin doğrudan kendisine, kendi geleceğine yönelik ekolu olmalı, okulu olmalı… Karşılaşılan olaylara göre inisiyatif almakla yetinen bir irade günümüz Türkiye’sinde de işe yaramaz, yaramıyor da. Neyle karşılaşılacağını çok önceden bilen, alternatiflerine de hazır olan, birkaç aşama sonrasını dahi öngörebilen stratejik akıl sahibi neferlere sahip olmalı. Bunun için de en akıllıca yol; Beştepe’de Enderun Mektebi...
Yani, Beştepe’de Yeni Türkiye çizgisini sırtlanacak Enderun Mektebinin öğrencileri özel seçilecek. Çekirdekten yetiştirilecek. Klasik eğitim müfredatından arınmış, kendine mahsus eğitim şekli ve sistemi uygulanacak. Her biri belli bir alanın tam donanımlı uzmanı olacak. Kendi alanının dışında hiçbir alana yönelmeyecek. Stratejik ve analitik zekâya sahip bu neferler uzmanlaştıkları alanlarda devlet erkine, istihbaratına, stratejilerine, planlarına, ideallerine, vizyonuna, misyonuna danışmanlık yapacak, bilgi aktaracak, yol ve yön gösterecek. Donanımlarının hizmete dönüşebilmesi için her türlü desteğin verilebileceği, yüz akımız bir Enderun Mektebine ihtiyaç var.
Ha dikkat… Elbette ki Enderun’u deforme etmeye çalışacaklar, kara propaganda malzemesi yapacaklardır, Osmanlı ruhu birilerini titretecektir, daha sonra içine sızmaya da çalışacaklar fakat medeniyet tecrübemiz bunları aşmaya ehliyetlidir. Mekteb-i Enderun’un amacı dışında işlere tevessül etmesine asla müsadere edilmeyecek. Caydırıcı tedbirleri baştan konacak. Ve bu neferler görevlerine sadık kaldıkları müddetçe asli görevlerinde kalacak.
Ayrıca devlete danışmanlık hizmeti verecek düşünce kuruluşları (think tank) da yaygınlaştırılmalı. Türkiye’de çeşitli düşünce kuruluşları var ama etkinliği ve alt yapısı zayıf, formaliteyi karşılayan düzeydeler.
Milli irade ve idaresi ile işbirliği halinde ve organik bağlarla bu iş daha da bir ciddiyet kazanması gerekiyor. Mesela Ortadoğu’nun bütün çekirdeklerini, filizlerini, ailelerini, şehirlerini, mezheplerini, güç dengelerini, rejimlerini, emperyal aktörlerini, finansal düzeneğini, illegal yapılarını, misyonerlerini, tarihsel dokularını, genetik algılarını, alışkanlıklarını, coğrafik karakterlerini, psikolojilerini en ince teferruatlarına kadar bilen, değerlendirebilen, analizlerini gerçekleştirebilen, öngörüler geliştirebilen bir düşünce kuruluşumuz olsa ve bu düşünce kuruluşunun uzmanlık alanı sadece Ortadoğu olsa muhtemeldir ki birçok adımlarımız daha farklı olurdu.
Mesela, Türkiye’deki terör gruplarına yönelik bir düşünce kuruluşumuz olsa ve bu kuruluş; terörün kaynak gördüğü kitleyi, o kitlenin psiko-sosyal ve ekonomik altyapısı, kitle psikolojisini yönetimi, aşiret faktörü, aşiretlerin karakterleri, terörün nemalandığı iç ve dış bağlantıları, ideolojik fragmanları, iletişim ağları, türevleri, çevresel imkânları, korku psikolojisinden yararlanma biçimleri, algı yönetimleri gibi kılcallarını deşifre eden, sahip olduğu bilgileri işleyip analiz edebilen ve çizdiği politika-stratejiler ile reel neticeler alabilen bir kuruluş terör örgütlerine kıpırdayacak alan bırakmaz.
Bütün bunlar, masa başında oturup da ya da kitap sayfaları arasında okunup da fikirler doğurtacak basitlikte yapılmamalı. Sahada olunmalı, temas halinde olunmalı, empatik yaşamlar tecrübe edilmeli ki masa başının da teorik çalışmaların da reel karşılığı olsun.
Bu meseleyi neden ille de vurguladım. Çünkü bugün ve bugüne dek tarihsel bilgim ve şahit olduğum siyasi geçmişimize bakınca bu konuda büyük bir boşluk görüyorum. Bu boşluk doldurulduğunda birçok ayak bağından arınmış olacağımız kanaatindeyim.
Rize’mizin düşman işgalinden kurtuluşunun 98. yılını da bu yazımız vesilesi ile kutlarım.
Allah’ın nusret eli üzerimizden eksik olmasın…