Genelkurmay’ın o kendini bilmez ve küstah 27 Nisan muhtırasından sonra yapılan 22 Temmuz seçimlerinin hemen öncesinde Anadolu’da dolaşmıştım.
Orduya büyük bir öfke, AKP’ye büyük bir destek vardı.
Antep’teki benzinciden Nevşehir’deki lokantacıya, Kayseri’deki garsondan Tokat’taki bakkala kadar çok geniş bir kesimin siyasi tercihi çok açık ve netti.
Döndüğümde, “AKP en aşağı yüzde kırk beş alacak” dediğimde İstanbul’daki arkadaşlarım inanmadı.
Hâlbuki Anadolu’da biraz dolaşmak gerçeği görmeye yetiyordu ama İstanbul, Anadolu’yu tanımıyordu, oradaki gelişmeleri, zenginleşmeyi ve insanların siyasi bilincinin berraklığını fark edemiyordu.
“Yeni bir anayasa yapacağını” söyleyen AKP’nin büyük zaferi ve Genelkurmay’ın yüzüne inen ağır bir tokatla sonuçlandı seçimler.
Seçimlerden sonra AKP, bütün anayasayı değiştirmek yerine “başörtüsü özgürlüğünü” ön plana alan bir değişikliği tercih etti.
Ortalık karıştı.
Seçimden önce Anadolu’da dolaştığım yerleri bir daha dolaştım.
Aynı coşkuyu ve belki de daha büyük bir öfkeyi göreceğimi bekliyordum.
Onun yerine “başörtüsü kavgasına” çok mesafeli, AKP’ye “bunun ne gereği vardı” diye kızan bir Anadolu’yla karşılaştım.
Üniversiteli kızların haklarını savunan ve “sembolik” değeri dindar muhafazakârlar için çok yüksek olması beklenen bir kavga, benim tahmin ettiğim desteği bulamıyordu.
O zaman, seçimlerdeki coşkuyla, başörtüsü kavgasındaki mesafeli soğukluğun nedenlerini anlayabilmek için epey düşündüm.
Güneydoğu dışındaki Anadolu, Turgut Özal’la başlayan, Başbakan Erdoğan’la daha da yükselen bir zenginlik ve kalkınma yaşıyor, yollar, kentler, kasabalar, köyler, İstanbul ahalisinin zihnindeki elli yıl öncesinden kalma “Anadolu görüntüsünün” çok ötesinde, asfalt yolları, şakır şakır yanan elektrikleri, tertemiz hastaneleri bir yana bırakın, neredeyse bütün kasabalarda hatta köylerde “internet cafeler” var.