Bir idam ve yine o kirli tasfiye planı

İbrahim KARAGÜL

Bangladeş'te Cemaat-i İslami liderlerinden Abdülkadir Molla dün idam edildi. Türkiye dahil, bir çok ülkede idama yönelik çok ciddi bir hassasiyete tanık olduk. Özellikle sosyal medya üzerinden sınırları aşan bir tepki söz konusu. Aklıma Mısır Cuntası'nın göstermelik mahkemeleri geldi. Allah korusun, benzer sonuçlar bu ülkede de ortaya çıkarsa, Abdülkadir Molla'nın idamına yönelik hassasiyetin çok çok üstünde bir tepki şekillenecek demektir. Bu yüzden, hassasiyeti alabildiğine diri tutmak gerekiyor.

Trajik Pakistan-Bangladeş savaşını sorgulamak elbette iki ülkenin de karşı konulamaz haklarından biri. Çünkü o savaş, özellikle Bangladeş için çok ciddi kıyımlarla, insan hakları ihlalleriyle dolu.

2010 yılında Bangladeş hükümetinin başlattığı konuya ilişkin soruşturma/yargılama çerçevesinde Cemaat-i İslami üyeleri de idama mahkum oldu. Abdülkadir Molla, ilerlemiş yaşına rağmen bu özür taleplerini hiçbir zaman kabul etmedi. Boyun eğmedi, İdam kararı büyük tepkilere rağmen uygulandı.

Hemen söyleyelim; Pakistan ile Bangladeş'in ayrılmasına, o dönemde iki ülkenin de entelektüel ve dini çevrelerinde karşıt olanların sayısı oldukça çoktu. Pakistanlı Ebu'l A'lâ El-Mevdudî gibi, düşünceleriyle İslam dünyasında yankı uyandırmış bir isim bile bu ayrışmaya karşı çıktı. İki ülkede, özellikle İslami grupların önemli bir kısmı, parçalanmaya haklı sebeplerle karşı çıkmıştır ve bu duruş şu an bile son derece sağlıklı bir duruştur.

Bugünkü haritaya bakınca, Bangladeş gibi yolsuzluk, sefalet, güçsüzlük ve başarısızlık örnekleriyle dolu bir ülkenin varlığını sorgulamak hala mümkün.

Ancak Abdülkadir Molla'nın idamı önümüzdeki ay yapılacak seçimler ve bu seçimlerle 'vatanseverlik' oylarına talip olmakla birebir ilgisi var. Oy uğruna ülkenin en zayıf noktasını tahrik eden, istismar eden, Bangladeş halkının duygularını bu yolla oya tahvil eden bir iç politik tasarım dikkat çekiyor.

Ama bu kadar değil. İdamla ilgili çok daha önemli gerçekler var ve o gerçekler Bangladeş'i iç savaşa kadar sürükleyebilir.

Hatırlarsanız Burma-Arakan'da uzunca bir süredir inanılmaz kitlesel kıyımlar yaşanıyor. Budizm öne çıkarılarak, Arakan bölgesinde yaşayan Müslümanlar topraklarından sürülüyor, köyleri-evleri hatta kendileri yakılıyor, bunlardan bir kısmı Bangladeş'teki mülteci kamplarına ulaşıyor, bir kısmı ise hayatlarını kaybediyor. Rohingya Müslümanları konusunda Türkiye'de de belli bir hassasiyet oluştu. Ne yazık ki yeterli değil ve kıyımların önüne geçilemiyor.

Olay; bir Hindu-Müslüman çatışması olarak öne çıkıyor, değil mi? Oysa işin gerçeği daha başka. Burma'dan Çin'e uzanan doğalgaz ve petrol boru hatları projesinin bedelini ödüyor Rohingyalılar. Bildiğimiz, çok yerde karşımıza çıkan 'enerji güvenliği', 'güvenlik koridoru' kavramları burada da önümüze çıkıyor. Boru hatlarının geçtiği bölgelerde yaşayanlar Müslümansa o bölge insansızlaştırılıyor. Çünkü Müslüman topluluk, gelecekte enerji güvenliği için bölgesel istikrarsızlık alanı olabilir. Azınlıktırlar, Müslümandırlar, onlar üzerinden bölgenin istikrarsızlaştırılması son derece kolaydır.

Bu, güvenli koridor meselesi, buna yönelik demografik değişim çabaları petrol ve doğalgaz güzergahında bulunan yeryüzünün bir çok bölgesinde ciddi sıkıntılara, çatışmalara neden olur. Nerede bir ticaret güzergahı varsa, nerede bir enerji güzergahı varsa orada bir demografik değişim ve çatışma vardır.

Bangladeş için böyle bir durum var mı? Onu da tartışacağız ama şu an orada belki bundan daha vahim bir durum var.

Son yıllarda, Pakistan'da yaşanan türde bir iç güvenlik meselesi söz konusu. Uluslararası güvenlik için Bangladeş'in güvenliğini sarsan politikalar söz konusu. Bir nevi Türkiye'deki 28 Şubat gibi, bir İslamcı tasfiye uygulanıyor.

ABD ve Avrupa Birliği Pakistan'da uyguladıkları programın aynısını bu ülkede uygulamaya soktu. İslami hareketleri, cemaatleri, grupları, eğitim kurumlarını, özellikle medreseleri denetim altına almak için Bangladeş yönetimiyle ortak bir proje yürütüyor. Bunu da; 'El Kaide' tehdidini bertaraf etmek' adına yapıyor.

Pakistan'ın denetim altına alındığını, medreselerin Batı denetiminde olduğunu, eğitim programlarının değiştirildiğini, bu eğitim kurumlarında CIA mensuplarının bile ders verdiğini düşünürsek, Bangladeş'te nelere yapılacağını da tahmin edebiliriz. Bir çok cemaat ve grup, terör ve tehdit kategorisine alındı ve Bangladeş yönetimi üzerinden tasfiye ediliyor.

Yönetim ABD ve Avrupalı ülkelerin yoğun baskısı altında görünüyor ama aslında bu baskıyı arayıp da bulamayacağı bir fırsat olarak kullanıyor.

Batılı güçler bu ülkeye şunu söylüyor: 'Bangladeş Pakistan'ın yerine geçti. Hindistan'dan, Afganistan'dan, Burma'dan, Tayland'dan ve Güney Asya'nın bir çok ülkesinden İslamcılar Bangladeş'e akın ediyor. Yüzlerce medrese açıldı. Buralarda teröristler yetişiyor. Bunların önüne geçin. Bu eğitim kurumlarını kapatın, söz konusu grupları yasaklayın ya da etkisini zayıflatın.'

İslamcı tasfiye kavramının bugünlerde en revaçta olduğu ülke Bangladeş!

Abdülkadir Molla'nın idamının sadece Bangladeş-Pakistan savaşına ilişkin bir yargı kararı olmadığını, İslamcı grupları sindirmeye dönük söz konusu kapsamlı projenin bir parçası olduğunu düşünüyorum.

İdam sonrası ülkede çok ciddi istikrarsızlık baş gösterecek. Zaten çatışmalar da başladı. Pakistan'da yaşananların belki daha fazlası bu ülkede yaşanacak. Tasfiye politikası Bangladeş'i önümüzdeki dönemin en istikrarsız, dış müdahalelere açık, örtülü operasyonların yaşandığı bir ülke haline getirecek. Daha şimdiden 'iç savaş' söylentileri dolaşmaya başladı.

ABD ve Avrupa'nın 'İslamcı tehdit' eksenli güvenlik stratejisi bir Müslüman ülkeyi daha kurban haline getirdi.

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.