Bazıları mürşitsiz cennete gidilemeyeceğini, mutlaka bir mürşidi görmek ve ona bağlanmak gerektiğini söylüyorlar.
Bu hususta cevap verirseniz sevinirim. (Rumuz: Akgör)
Evet, doğrular ve haklılar. Mürşitsiz cennete gidilemez, gitmek de mümkün değil. Cennet yolunu tutanlar, cennetlikler ve cennet ehli mutlaka bir mürşidin rehberliğinde yola çıkmışlar ve onunla birlikte hareket etmişler.
Kim bu mürşit ve mürşitler? Kim bu rehberler ve yol göstericiler?
Gerçek mürşit Kur'ân'ın kendisidir. Çünkü "Mürşit" kelimesi bir Kur'ân ifadesidir; anlamını da Kur'ân verir.
Kehf Suresi'nin 17. âyetinin son kelimesi "mürşiden/mürşidâ" kelimesiyle biter. Kelimenin geçtiği cümlenin anlamı şöyle:
"Allah kime yol gösterirse, işte o doğru yolu bulmuştur. Onun saptırdığı kimse için ise doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın."
Mürşit, "doğru yolu gösterecek" ifadesiyle mealde yer alır. "Gerçek mürşit Kur'ân'ın kendisidir" derken, Kur'ân Allah'ın kelamı olması hasebiyle doğru yolu yaratan, kullarını doğru yola ileten Yüce Allah'tır. Allah kullarına hakkı bildirmede ve ulaştırmada da iki vesileyi kullanır. Biri Kur'ân, diğeri de peygamberler...
***
Peygamberimiz (a.s.m.) ise kendisine indirilen Kur'ân'la insanları İslâm'a davet etti, irşat etti, mürşitlik yaptı. Bu yönüyle "mürşitlik" sıfatını ve görevini Kur'ân kılavuzluğunda Allah Resulü hakkıyla yerine getirdi.
Peygamberimiz irşadı, vahiyle ilk muhatap olmasından itibaren kıyamete kadar devam edecektir. Çünkü getirdiği din ve irşadı, insanlık var oldukça yaşayacak ve her gün yeni yeni insanlar bu irşatla yollarını bulacaktır.
Ama "mürşit" kelimesi bir tasavvuf kavramı olarak bilindiği ve bu anlamda kullanıldığı için, asırlar boyunca birebir irşat görevi de tarikat kanalıyla yapıldığından bu kavram tasavvuf ehli arasında yaşayarak günümüze kadar gelmiştir.
Bu arada özellikle Osmanlı sonrası yıkılışların, çöküşlerin ve dağılışların sıkça yaşandığı, ciddi anlamda tekke ve tarikatların amansız darbelere maruz kaldığı dönemlerde, tasavvuf yolu resmi engellere uğradığı, kanun yoluyla yasaklandığı, tasavvufa ve tarikata intisap edenler suçlu görüldüğü ve hakim karşısına çıkarıldığı için irşat görevi daha farklı şekillerde devam etti.
İslam âlimleri yazdıkları kitaplarla, yetiştirdikleri talebe ve öğrencilerle, oluşturdukları cemaatlerle imana muhtaç gönüllere ulaşmaya çalıştı. Bu yönüyle irşat görevi, mürşitlik vazifesini ciddi anlamda kitaplar üstlendi.
***
Türkiye'de İslam cemaatlerinin oluşması ve yaygınlaşması sonucu tasavvuf eğitimi ve tarikat hizmetleri de eskiden olduğu gibi irşat görevine yeniden başladı.
Bu manevi yolu tanıyan insanlar özellikle tarikatların değişik kollarından istifade etmeye yöneldiler.
Fakat bu arada Risale-i Nur hizmeti gibi kitaba dayanarak Kur'ân ve sünnet eksenli irşat görevi yapan cemaatler de bir tek şahıstan öte "şahs-ı manevi" olarak bu yolda gayret gösterdiler.
Bunların yanında değişik vakıf, dernek ve isimler altında Ehl-i Sünnet çizgisinde İslami hizmetler yapan kurum ve kuruluşlar da mevcut.
Bu zengin ve değişik/çeşitli hizmet cemaatlerinin birinde yer almak bir tercih ve gönül meselesi olduğundan, her Müslüman kendisini nasıl ifade ediyorsa, o şekilde manevi ihtiyacını karşılıyor.
Bunun için "tasavvuf ve tarikat" anlamında mutlaka bir mürşide bağlanmayı gerekli görmek, hem uygulamada mümkün değildir hem de oluşan ve yürüyen İslam cemaatlerinin hizmetlerini görmezden gelmek olur.