Bir şey yapmalı…

Bu kriz nereye gidiyor?

Sanayinin krizden etkilenme derecesi beklentilerimizi çoktan aştı. Artık temkinli duruştan tedbirli duruşa geçme fırsatını da kaybediyoruz.

Kasım ayı kapasite kullanım yüzde 72,2'den Aralık ayında yüzde 64,7'ye şok bir düşüş yaşamıştı. Oysa Aralık ayının ilk on günü bizde ve son on günü yurtdışında tatil olduğundan "geçici" kabul edilebilirdi. Fakat Ocak ayı kapasite kullanım oranı yüzde 63,8 geldiğinde gördük ki bu krizin bahanesi tatillere de sığmıyor. İş vahim…

Ocak ayında ihracat TİM kayıtlarına göre Aralık ayının 60 milyon dolar daha altında gelerek ilk işareti vermişti. Önümüzdeki ay Ocak ayı sanayi üretimi açıklandığında muhtemelen yüzde 20'lere ulaşan daralmaları göreceğiz.

Kapasite kullanmama gerekçelerinde iç ve dış talep yetersizliği neredeyse tek gerekçe. Bu kadar talep sorunu yaşanıyorsa ilk müdahale para politikası araçlarına düşüyor. Yani Para Politikası Kurulu (PPK) belki de ABD'de olduğu gibi erken toplanıp acil şok faiz müdahalelerini sürdürmesi gerekebilir.

Maliye politikası araçları açısından tam bir çıkmaz noktada bulunduğumuzu hepimiz biliyoruz. Bir tarafta IMF dayatması ve eski alışkanlıkla bütçe disiplininin sağlanma isteği yer alıyor. Oysa diğer tarafta bütçeyi sağlamlaştırmak amacı ile özel sektör sıkboğaz ediliyor.

Bugün kriz nedeniyle petrol fiyatları inanılmaz şekilde düşmüşken akaryakıt vergileri hâla çok yüksek seviyede tutulmaktadır. Keza diğer enerji kaynaklarında da maliyet unsuru fiyatlara yansıtılmamıştır. Bu kadar yüksek dolaylı vergi yükünü kaldırabilecek bir ekonomik atmosferimiz çoktan gelip geçmiş, ama hükümet bir adım atmamakta direniyor.

İç talebi canlandıracak tedbirleri sadece para politikasına bırakmak çare olamayabilir. Bu nedenle sektör bazında teşvik paketleri de uygulamaya alınmalıdır. Mesela otomotiv sektöründe hurda indirimi 30 yaş olarak belirlendiğinde zaten 2004 yılında bu imkânın 20 yaş ile kullanıldığını bilmiyor muyduk? 2004'de hurda indiriminden yararlanamayanlar bugün de yararlanamıyor; yararlananlar ise zaten fırsatı kullandılar.

Krize karşı çare IMF'den değil kendi ekonomi yönetimimizde bulunmalıdır. Örneğin kamu harcamalarında karşılıksız "transfer harcamalarının" sınırlandırılıp hizmete yönelik harcamaların arttırılarak sürdürülmesi tercih edilebilir. Hatta üretim destekleri de bu açıdan ele alınabilir.

Sermaye açısından önlemlere ise hiç değinmeyeceğim. Çünkü yıllardır "faizci" sistemi eleştirenlerin bugün tam da "faizci" kesilmeleri; buna karşılık ortaklık adına bir adım atmamaları tam bir felaket durumudur. Bir de şirketlere birleşin, ortak olun gibi öneride bulunuyorlar.

Dün Aralık ayı ödemeler dengesi açıklandığında ayrı bir şok daha yaşadığımı belirtmemde sakınca olmamalı. Dış ticaretin bıçak gibi kesildiği Aralık ayında dahi cari açık 3 milyar dolar gibi çok yüksek geldi. Çünkü yurtdışı hizmetler sektörümüzün (müteahhit sektörü başta gelir) çöktüğünü gördük. Kriz sadece bizi içerden değil dışardan da vurmaya çoktan başlamış. Yurtdışı inşaat işçilerimiz yakında evlerine dönerken artık Türkiye'de iş peşinde koşacaklarını bilmemiz gerekiyor.

Krizin şiddeti açısından 2001'i bile aratacak gelişmelerin yaşandığını görerek "bi şey yapmalı" diye uyarımızla yazımızı bitirelim.