Diğer gazetelerde genel yayın müdürleri yazarlara “iktidarı sert eleştirmeyin” diyor.
Bizim gazetede yazarlar genel yayın müdürüne “iktidarı sert eleştirme” diyor.
Bu farklılığın beni eğlendirdiğini itiraf etmeliyim.
Tersi beni utançtan öldürürdü.
Bu arada Oral Çalışlar gibi dostlarımız da “kavgaya” katılıyorlar.
İrlanda’da bir barda iki İrlandalı kıyasıya bir kavgaya tutuşmuş, üçüncü İrlandalı yanlarına yaklaşmış, “affedersiniz” demiş, “özel değilse ben de katılabilir miyim?”
Kavgamız “özel” değildir, müsait olan bütün dost ve müşterilerimizi kavgamıza bekliyoruz.
Şimdi dönelim kavgamıza.
Kemalist eğitimin muhteşem başarısını teslim etmek zorundayız, “bize bir Atatürk lazım” inancını bu ülkenin çocuklarının damarlarına öyle bir zerk etmişler ki en akıllı bildiğin adamlarla tartışırken bile iş geliyor “bize bir Atatürk lazım”a dayanıyor.
Güçlü bir “tek adam” olacak, asıl niyetini saklayarak halktan oy toplayacak, halkı “tavlamak” için faşistleşecek, o tek adam faşistleşip güçlendikçe de biz “barışa” yaklaşacağız.
Ben basit bir adamım, karışık işlere pek aklım ermez, benim gördüğüm ve bildiğim şudur:
Faşizme yaklaştıkça, faşizme yaklaşırsın.
Tabii şu sorular da cevaba muhtaç:
Referandum öncesi demokrasi ve barış söylemlerinin şaha kalktığında yüzde 58 destek alan bir iktidar, bugün “gizlice” barışa yürümek ve halk desteği bulmak için neden “milliyetçi” bir dile, Uludere’de gerçekleri saklamaya, Avrupa Birliği’nin demokratik kriterlerinden uzaklaşmaya, medyaya baskı yapmaya, işkencecileri yükseltmeye mecbur?
Avrupa standardında bir demokrasiyi benimsersek, devleti şeffaflaştırırsak, bizim aydınların iyice küçümsemeye başladığı bu halk “barış istemiyoruz” diye ayaklanacak mı?
“Halk” denen bu insanların bir çılgınlar kalabalığı olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Peki, hükümeti destekleyenler gittikçe demokrasiden uzaklaşan bu “tek adamlığın” uyguladığı baskı politikalarının bizi “barışa” götürdüğünü nereden biliyorlar?
Çünkü o adamın “niyetinin” barış olduğunu “seziyorlar”.