Dün iki önemli gelişme yaşandı: Ankara/Batıkent ve İzmir'de boş arazilere bırakılmış yeni bombalar ve mühimmat ele geçti. Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından atanan üç yeni savcının Ergenekon davasıyla ilgili olduğunun işaretini verdi...
Ergenekon'da işlerin hem yolunda gittiğini, hem de her an yoldan çıkmayı getirebilecek kırılgan bir zemin üzerinde yüründüğünü gösteren gelişmeler bunlar...
Gerektiğinde eylem yapması beklendiği için, 'Gladio' tipi örgütler, kendilerine özel cephanelere sahiptir. 'Para-militer' bir örgüt olmasına rağmen Gladio'nun cephaneliği düzenli ordunun silâh ve mühimmat kayıtları zorunluluğu dışında oluşmuştur ve bu sebeple de silâh ve bombalar gizli depolarda saklanır. Bizde bazı sanıkların evleri ve bürolarında ele geçen krokilerden iz sürülerek yapılan kazılarda bulunanlar veya boş arsalara terk edilenler, 'muhtemel eylemler' için vaktiyle gizlenen silâh ve bombalar belli ki...
Bunların ele geçmesi işlerin yolunda gittiğinin göstergesi...
Yeni savcı atamasının ne anlama geldiğini ise anlamakta zorlanıyoruz. Bir süredir 'yargı sürecinin sulandırılması' veya 'içinden çıkılmaz hale getirilmesi' türü söylentiler bazı çevreler tarafından dillendiriliyordu. Gözaltına almada yetkinin daha kıdemli bir savcıya veya bir başsavcıya devredilmesi beklentisi yatıyordu söylentilerin altında. Yeni üç savcı bu söylentileri doğruluyor mu?
Mehmet Ali Şahin'in esas bu konuda garanti vermesi gerekirdi.
İtalya'da Gladio soruşturmasını yürüten Savcı Felice Casson'un bir süre önce yurdumuza gelip Savcıların ellerinin serbest bırakılması, siyasi irade tarafından da desteklenmesi yolunda uyarılarda bulunduğu hatırlandığında, insanın aklına Acaba? sorusu kendiliğinden üşüşüyor: Sayıları artırılarak davayı bugüne kadar izleyen savcıların elleri mi bağlanmak isteniyor acaba? Yoksa siyasi irade süreçten desteğini mi çekiyor?
Umarız, her iki sorunun cevabı da Hayırdır.
Bazı çevreler davanın şimdiye kadar yürütülme biçimini iktidarla irtibatlama eğilimindeydiler; Ak Parti'nin siyasi manevrası ile başlayıp Çeteleşme olsa bile iktidar adına gözdağı verilmek için bazı kişiler davaya dahil ediliyor ile devam eden yakıştırmalar yapıyordu o çevreler... Oysa şu ana kadar yapılanlara bakıldığında, dava süreci, olabildiğince 'hukuki çerçeve' içerisinde yürütüldü; siyasi iktidar da sürece 'engellemeyerek' destek verdi.
Süreçte yanlış yapıldıysa savcıların yanlışıydı, doğruların hepsi de yine savcıların takdir edilmesini gerektiren doğrulardı... Savcı sayısının artırılması hukuki sürecin olumsuz etkilenmesini getirecekse, böyle bir gelişmeden ötürü kim suçlanacaktır dersiniz?
Kafası karışıklar her ortamda vardır; neredeyse ilk kez toplumun üçte ikisi yürütülmekte olan hukuki sürece destek veriyor. Kafası karışık olan, hatta sürece kuşkuyla bakanların herkesi kendileri gibi sanarak yaptırdıkları anketten çıkan sonuç bu. Kamuoyu araştırmasının sonucu, herhangi bir hukuki sürece verilen en yüksek halk desteği sayılabilir...
Böyle bir desteği göz göre göre elinin tersiyle itebilir mi bir siyasi iktidar?
'Susurluk süreci'nin anlamını kavrayıp üzerine gidemediği için bir başka siyasi iktidarın nasıl tepetaklak edildiğini, 'Şemdinli süreci'nin akamete uğramasının nasıl bir hayal kırıklığına yol açtığını en iyi değerlendirebilecek kadroların toplaştığı Ak Parti bu yanlışlığı herhalde yapmaz, yapamaz...
O halde, tarlalardan toplanan bombalar ve silâhların peşine daha iyi düşmek, dava süreci içerisine alınan Danıştay baskını, Üzeyir Garih cinayeti gibi ek konuların üstesinden daha iyi gelebilmek için gerekli görüldüğünden savcı sayısının artırıldığını düşünebiliriz.
Umarım, gerçek de böyledir.