Pisa Kulesi gibi bir ordu bu.
Temeli yanlış atıldığından, üstüne konan her taş, çıkılan her kat, bu yapıyı biraz daha çarpıtıyor, ordu olmaktan biraz daha uzaklaştırıyor.
“Dışarıdakilere” karşı sınırları korumak için değil de, “içerdekilere” yani kendi halkına karşı “rejimi” korumak için biçimlendirilmiş bir ordu, elbette asli görevinden uzaklaşıyor, siyasallaşıyor ve “muhafızı” olduğu rejimin “efendisi” olma ihtirasından kendini kurtaramayıp siyasetin içine dalıyor.
Bir ordu, siyasi iktidar olmak için mücadeleye başladığında, kaçınılmaz olarak kendi içinde de siyasi iktidar kavgaları, cuntalar, hizipler oluşuyor, disiplin kayboluyor.
Hem bu sistemi korumak, hem de bu sistemi halkın gözünden saklayabilmek için de yalanlar, çarpıtmalar, tehditler, JİTEMler, cinayetler birbirini kovalıyor.
Onun için, bugün Balyoz cuntasında adı geçen bir generalin de katıldığı Hudson toplantısında “Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı öldürme, bombalı saldırılar” yapma planları konuşuluyor...
Onun için Apo’ya gidilip “savaşı kızıştırın” deniyor...
Onun için istihbarat raporlarına rağmen ardı ardına karakol baskınlarına göz yumuluyor, karakollardaki askerlere yardım gönderilmiyor...
Ordunun muhafızlığını ve efendiliğini yapmak istediği rejim de, ordunun kendine biçtiği rol de ancak “ülkenin gerginlik” içinde olmasıyla sürebilir.
Bütün darbe planlarında rastladığımız, “kışkırtmalar, suikastlar, cinayetler, saldırılar” da hep bu “gerginliği” taze tutabilmek için.
Yoksa, bir ordudan kendi ülkesini “karıştırmak” için bu kadar çok plan çıkar mı?
Ordunun rolü, amacı, yaptıkları ortaya çıktığı, dünya ve Türkiye çok değiştiği, halk yeni bir “rejim” istediği halde generaller hâlâ eski alışkanlıklarından vazgeçmiyorlar.