Özgürlük, adalet gibi kavramların dilini evrensel dille çeviremeyenler, belli bir ideolojinin borazanlığından başka bir işe yaramaz, sadece öterler. Adaletin ve zulmün sağı solu, Müslüman’ı kafiri, İslamcısı liberali olmaz.
Kemal Türkler’in davasında “şeriatın(hukukun) kestiği parmak acıttı” diye hakkını nasıl savunduysak, yaşayanların da hakkını savunmak zorundayım. Bu, insan olmamın ötesinde inancımla alakalı bir durumdur. Allah adaleti emrederken, “her şeyde ve herkese” adaleti emreder.
“Ey iman edenler! Bir kişiye, bir zümreye, bir düşünceye olan kin ve nefretimiz bizi adil olmaktan alıkoymamalıdır. Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”Maide 8
Yazar Salih Mirzabeyoğlu 1998 yılından beri 13 yıldır cezaevinde. Cezaevinden sesini duyurmaya çalışan bir yazar. 28 Şubat sürecinde tutuklandığı vakit upuzun saçlarını ve sakalını koyun kırpar gibi kesmişlerdi ve yüzünde mor çürükler vardı. Bunun ne manaya geldiğini söylememize gerek yok!
28 Şubat sürecinde bu zulüm yapılırken insan haklarını bayrak yapan sivil toplum kuruluşları yetkilileri görememişler, düşüncelerini tatile yollamışlardı.
O zaman bu haksızlığı göremeyen sivil toplum kuruluşları, şimdi duyarlar mı bilemeyiz; ama Mirzabeyoğlu, aynı şekilde Milli Gazete’ye gönderdiği mektupta “Telegram-Zihin Kontrol İşkencesi” gördüğünü söylüyor. Yeni Akit Gazetesi de bu feryadı ana sayfadan duyurdu.
Refah Partisi milletvekili Hasan Mezarcı, hapis yattığı süre içinde böylesi testlerden geçmiş olabilir mi? Mezarcı, hapisten çıktıktan sonra kendisini “İsa-Mesih” ilan etmişti! Doğrusu kesin bir bilgi yok…
Otuz bin kişinin katili olan Abdullah Öcalan “hücresinde rahat edemiyor, hücresi dar geliyor” diye gündem yapan medyatörler, bu sesi duyarlar mı bilemem. Ancak insan şunu diyesi geliyor; 28 Şubatın kasvetli havasında yüzünüzü maskelediniz, kulağınızı tıkadınız, sinenize çekildiniz, bari şimdi bu sese kulak verin! Adam “şiir yazamıyorum, işkence görüyorum” diyor, medyadan ses seda yok! Sadece birkaç yürekli ses, o kadar!
Öte yandan “Türkiye’de yazarlar içeri alınıyor” diye kıyametleri koparırlar. Baksanıza, “ağa paşa muamelesi” görenlere feryadı figan, “işkence görüyorum” diyene “gık” yok!
1998’de idam cezası verip daha sonra müebbet hapse mahkûm eden Mirzabeyoğlu’nun hâkimi, şu anda Ergenekon Terör Örgütü sanığı İstanbul Üniversitesi sabık rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun da avukatlığını yapmaktadır. Yeni Akit Gazetesi’nden Murat Alan’a konuşan Hâkim Metin Çetinbaş “O dosya da yüzde 100 haklı değildik” diyor. Çetinbaş, “Allah’ın adaleti değil ki mutlak ve kesin olsun. Hiçbir hâkim verdiği kararların yüzde yüz doğru olduğunu söyleyemez” diye açıklama getiriyor.
Amenna, Mutlak doğru Allah’ın kelamıdır, buna şüphemiz yok; ancak bir yargıcın kararı, karineleri bir bir sıraladıktan sonra hükmünü sabit kılar. Tereddüt ve ihtimali bir kenara koyarak bu hükmü verir. Eğer siz, sonradan bu hükmünüzde zafiyet gösteriyorsanız, böyle bir açıklama yaparsanız, bu, o kişinin “adil yargılanmadığı algısı ve yeniden yargılanabileceği” kanaatini doğurur!
Devletin otoriter yönü cezalandırıcı olduğu gibi müşfik yönü de vardır. Devletin müşfik yönü daha da ağır başmalıdır. Her insan için geçerli olan evrensel bir ilke vardır; “beraatı zimmet asıldır” ve bu ilke “suçun delillerle sabit olması” ilkesidir. Eğer isnat edilen suçta karineler kesinlik ifade etmiyorsa, kişinin lehine hüküm işletilir.
Mesele Salih Mirzabeyoğlu meselesi değildir. Kendisinin “silahlı teşekkül kurma ve yönetme” suçlamasıyla müebbede mahkûm edilmesi bir yana, hâkim Metin Çetinbaş’ın açıklamasıyla “kesin karine hükmüne dayanılmadığı” veya “adil olunmadığı” kanaati halinde “kişiye yeniden yargılanma hakkı” hukuken işlevlik kazanır mı, bu hukuk insanlarının görevidir.
Bir gerçek var ki; sayın hâkimin “o dosyada yüzde 100 adil değildik” sözüyle vicdanlardaki hükmü sabit olmuştur.