Biz, bu toprakların çocuğuyuz: Şâirin “Anadolu kıtası” diye tarif ettiği, bendenizin “Anadolu kıtası, insanlığın son adası” diyerek, umutlarımızı yeşertecek bir diriliş ve varoluş kaynağına dönüştürdüğüm bu aziz ve çilekeş toprakların.
BU TOPRAKLAR'IN RUHUNU DİRİLTMEK YENİDEN
Burası, yalnızca bir “toprak” parçası değil; burası, hakikat ağacının üç kıtaya hakikat medeniyetinin adalet ve hakkaniyet, merhamet ve kardeşlik “meyvelerini” ulaştırdığı ve tattırdığı bir umut kaynağı ve ufuk ırmağı.
Bu topraklarsa, Türkistan-Horasan havzasında binbir çileyle yeşertilen ilim, irfan ve hikmet ağacının meyvesi.
“Bu topraklar” deyip geçmeyecekseniz: Durup düşüneceksiniz önce; biz, bu topraklar(d)a ne ektik diye?
Nasıl bir ruh yeşerttik de, onca saldırıya yılmadan, usanmadan, bıkmadan ulvî bir ruhla hem göğüs gerdik hem de insanlığa sulh-ü salahı, silm-i selâmeti, hakk-ı adaleti, özetle hakikat medeniyeti denen bir hazineyi hediye etmemize rağmen bu hazineyi elimizin tersiyle ittik, bile isteye terketmeye yeltendik?
Ve tefekkür çabanıza şunu da ilave edeceksiniz: İnsanlık çapındaki bu hazineyi nasıl keşfedeceğiz ve insanlığa takdim edeceğiz yeniden ve taptaze bir ruhla?
Bu toprakların ruhunu harekete ve hayata geçirecek insanlığın susuzluğunu giderecek, gelecek çağlara soluk üfleyecek köklü bir zihin sıçraması ve zihniyet devrimi gerçekleştirerek elbette.
Bu zihin sıçramasını ve zihniyet devrimini nasıl gerçekleştirebileceğimizi daha sonraki yazılarda, fikir ve sanat, “kültür” ve medya, eğitim ve sosyal hayatta ayrıntılı olarak göstermeye çalışacağımı hatırlatarak bu toprakların ruhunu ve bu ruhun anlamını anlamaya ve sizlerle paylaşmaya devam ediyorum.
MABED'İ KORUYAN, MEDENIYETI KURAN UMUT VE UFKUN YURDU
Bu topraklar korunamazsa, medeniyetimizin güneşi Mekke, ay'ı Medine korunamaz; dünya, karanlığa gömülür, insanlık hakikat ışığında mahrum kalır ve ölür.
Bu topraklar, umudun kaynağıdır: Çünkü bu toprakları hakikat ağacının yeşerdiği bir umuda dönüştüren çile de, maya da, ruh da Medine'den süt emerek meyve vermiştir.
Bu topraklar aynı zamanda ufkun da kaynağıdır: Dünya tarihi dün burada yapıldı; bugün yine buradan yapılıyor; yarın da hem burada hem de buradan yapılacak!
Burası, hem Mabed'in korunduğu yegane sınırdır, hem de hakikat medeniyetinin Selçuklu ve Osmanlı sûretine bürünerek muhkem, sarsılmaz bir şekilde kurulduğu ve insanlığa adalet ve hakkaniyet, sulh ve selâmet meyvelerinin sunulduğu çilekeş toprağın adıdır.
BATILILARI KORKUTAN RUH!
Bu topraklar, özüne döndüğü zaman, insanlığın özlemini çektiği söz'ü söyleyecek yeniden.
Bu toprakların üstünde yaşayanlarla altında yatan hazineler arasındaki bağ yeniden kurulduğunda, bu topraklardan nasıl leziz sular fışkırdığını görüyoruz zaman zaman.
Şu an, mazlum Suriyeli kardeşlerimizle ilgili ruh dolu, insanı kanatlandıracak kadar umut dolu öylesine güzel, gözyaşıtıcı kardeşlik hikâyeleri yaşanıyor ki, bu hikâyeler çoğaldığı zaman, insanlığın önünü açacak, insanlık hikâyeleri fışkıracak!
Bu toprakların en ücra köşelerinde mazlum Suriyeli kardeşlerine evlerini veren, en değerli şeylerini vermekten çekinmeyen, onlara aslâ yalnız olmadıklarını hissettiren leziz kardeşlik destanları yazılıyor...
Batılıların korkularının gerisinde yatan hâlet-i ruhiye budur!
Eğer bu ruh, toprağın altından yeniden toprağın üstüne çıkacak olursa, bu toplum bu ruhla donanarak yeniden ayakları üzerinde doğrulursa, bu ruhun karşısında duramayız, diye korkuyor Batılılar!
Korkulacak bir şey değil bu oysa!
Ama onlar sömürgecilik ve emperyalizm suçlarından ötürü korkuyorlar: Tanrı fikrini yok ettiklerini, tabiatı delik deşik ettiklerini, bütün medeniyetleri tarihten sildiklerini, dünyayı cehenneme çevirdiklerini çok iyi biliyorlar.
Ve bu topraklardaki aziz ve leziz ruhun tarihe çekidüzen verecek kıvama geldiğinde ve tarihe yan verecek kıyama yöneldiğinde kendi sonlarının geleceğini iliklerine kadar hissediyorlar!
FIRTINA BATI'DAN, RÜZGÂR DOĞU'DAN ESİYOR... AMA...
İnsanı şaşırtan ve çıldırtan asıl mesele bu değil.
Bu toprakları tepe tepe çiğneyip de bu toprakların taşıdığı ruhu göremeyen dahası yok etmekten çekinmeyen celladına âşık gulyabanilerin sergiledikleri gönüllü kölelik ruhsuzluğu. İnsanı çıldırtan bu!
Bunlara da, Batılılara da şunu söylemekle yetiniyorum: Korkmayın! Hakikatten korkulmaz! Bu topraklar, bütün insanlığı sular! Ve insanlığa diriltici umut ruhu ve varedici hakikat ufku sunar!
Öyleyse, yakıcı soru/n şu tam bu noktada:
İnsanlığı diriltecek “rüzgâr” Doğu'dan esiyor!
İnsanlığı bitirecek “fırtına” Batı'dan!
Ama insan bu hakikati göremiyor ve fırtınaya “tutuluyor” yine de!
İyi de neden?