Bugün de siyasetten değil, kendimizden söz edelim

Hasan KARAKAYA

“Siyaset” öyle bir “hızlı” gelişti ki, Ramazan’a girmenin “haz”zını bile yaşayamadık... Bir yanda “4 Komutan’ın istifası”yla yaşanan olağanüstü saatler, bir yanda önceki gün toplanan Yüksek Askerî Şûra’daki “yeni fotoğraf” derken neredeyse Ramazan’ın geldiğini bile anlayamadık.

Her şeyden önce;

Cenab-ı Allah’a şükürler olsun ki, bizleri “11 ayın sultanı Ramazan”a bir defa daha kavuşturdu...

İnşallah, “rahmet, mağfiret ve bağışlanma” ayı olan Ramazan’ın “bereket”inden nasiplenen, “Allah’ın rızası”nı kazanan ve “affedilen” kullardan oluruz.

GÖRMEZ’DEN UYARILAR

Önceki gün, Diyanet İşleri Başkanı sayın Mehmet Görmez’i dinledim televizyonların birinde...

Sayın Görmez, o “tatlı sesi”yle; yılın diğer aylarında yapılan “hayırlı amel”lere “bir sevap” verildiğini, “Üç Aylar”ın başlangıcı olan Recep ayında “güzel amel”lere 100, Şaban ayında 300, Ramazan ayında ise “1000 sevap” verildiğini ifade ederek, Ramazan ayının önemine dikkat çekiyordu.

Sayın Görmez, “iftar sofraları” için de bir “uyarı”da bulunuyor ve özetle diyordu ki;

“İftar sofralarınızda hep varlıklı ve zengin insanlar bulunmasın... O sofralarda fakir ve yoksul insanları da bulundurmak, Ramazan’ın ruhuna daha uygundur.”

“Dil”den değil, “gönül”den gelen o konuşmada; “komşu hakları”na da dikkat çekti sayın Görmez... “Komşu haklarının önemi”ni anlatırken, bir “Hadis-i Şerif” nakletti.

Bu Hadis-i Şerif’e göre;

Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Hz. Muhammed Sallallahü Aleyhi Vesellem’e gelip; “komşunun, komşu üzerindeki hakları”nı anlatıyor.

Peygamberimiz (sav) diyor ki;

“Komşu hakkına dikkat edin! Ben komşu hakkı konusunda Cebrail’den o kadar ısrarlı ikaz aldım ki, neredeyse komşunun komşuya mirasçı olacağını dahi zannettim! İsterse, o komşu başka bir dine mensup olsun!”

Anlayacağınız;

“Komşularla münasebet” bu kadar önemli.

“Onun için” diyor, sayın Görmez;

“İftar sofralarınızda komşularınıza da yer veriniz ki, muhabbet gelişsin.”

RAMAZAN’IN İLK İFTARI

Bu konuşmayı dinlediğim günün akşamında, Acerler şirketinin sahibi ve aynı zamanda “komşum” olan sayın Yılmaz Acer’in davetine icabet ettim.

Sizin anlayacağınız;

“Ramazan’ın ilk iftarı”nı Yılmaz Acer ve ailesiyle geçirdim... Aynı zamanda “apartman komşularım”la... Çünkü Yılmaz Bey; hem “komşularımızı” davet etmişti iftara, hem “şirket çalışanları”nı ve hem de “dost”larını...

Güzel bir iftar oldu... En azından komşularımızı tanıma ve onlarla kaynaşma fırsatı bulduk.

Böyle bir “kaynaşma”ya vesile olduğu için Yılmaz Acer’e teşekkür ediyor, “zengin-yoksul dengesi”ni gözetmesinden dolayı da tebrik ediyorum.

“İftar sofraları” gerçekten de böyle olmalı... İftar sofraları; “Körler-sağırlar birbirini ağırlar” olmaktan çıkmalı, “Beş yıldızlı otel”lerde verilse bile, “fakir ve yoksul”lar da o sofralarda yerlerini almalıdır.

ANNE-BABA UNUTULMAMALI!

Özellikle Ramazan ayında, “yoksul”lar ve “komşu”lar elbette unutulmamalıdır... Ama “anne ve baba”lar hiç unutulmamalıdır!..

Kalkıp da, “vaaz” verecek değilim, ama bazen, elimizde olmadan, ya da “iş-güç yoğunluğu”ndan anne ve babalarımızı “ihmal” ettiğimiz de bir gerçek...

Oysa, ne diyor Peygamberimiz;

“Ramazan’a girip de ondan günahları bağışlanmış olarak çıkamayanın; yanında anne-babasından biri veya ikisi ihtiyarladığı halde, onların gönlünü kazanarak Cennet’i hak edemeyenin; yanında ismim anıldığı halde bana salât ü selâm getirmeyenin burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün.”

Görüyor musunuz “beddua”yı?..

Tam 3 defa, “burnu sürtülsün” diyor Peygamberimiz... “Ana ve babaları hayatta olup da, onların gönüllerini kazanıp, cenneti hak etmeyenlerin burnu sürtülsün!”

Söyleyin Allah aşkına;

“Müslümanım” diyen bir insan, hiç böyle bir dehşetengiz bir “beddua”ya maruz kalmak ister mi?..

O halde;

Özellikle bu ayda, anne ve babalarımızı “baş tacı” yapalım, onları “hoşnut” edelim ki, Cenab-ı Allah da bizlerden “hoşnut” olsun!..

Unutmayalım;

Bu aydaki “hoşnut”luklar, 1000’le çarpılıyor... Yani, Cenab-ı Allah, bizleri “cennet”ine koymak için, amiyane tabiriyle “pozitif ayrımcılık” uyguluyor.

Bu fırsatı tepmeyelim!..

ANNE-BABA İÇİN KAYIP İLÂNI

Bakın, bu vesileyle, geçtiğimiz günlerde Konya’da faaliyet gösteren Dost Eli Derneği tarafından yayınlanan “Bir Dost” adlı dergide, Nejla Örs tarafından kaleme alınan bir “hikâye”yi paylaşmak istiyorum sizlerle.

“Yaşlı adam, karakolun üç-beş basamaklık merdivenini birkaç kez dinlenerek çıktıktan sonra, ilk gördüğü memura yanaşarak; ‘Kayıp ilânı vermek istiyorum evlâdım’ dedi. Ne yapmam gerekiyor?

Polis memuru, her günkü raporlardan birini yazıyordu. Antika bir daktiloyu takırdatıp dururken:

“Hallederiz bey amca” dedi; “Herhalde torun kayboldu değil mi?”

Yaşlı adam, dudakları titrerken;

“Annemi on yıldan beri görmedim” dedi. “Babamı da belki en az yirmi yıl!..”

Polis, yazmayı bırakıp adama döndü. Bu iş elbette ki normal değildi. İhtiyarın, susuzluktan çatlamış bir toprağı andıran ve bembeyaz sakallarla çevrelenen yüzü, en az seksen yaşında olduğuna delildi. Bu yüzden de elbette ki bunamış, anne ve babasının öldüğünü unutmuştu.

Yaşlı adam, yanındaki pencereden bakarken, parkın orta yerindeki ıhlamuru gösterip;

“En vefalı dostum bu ağaç” dedi.

“Aynı yaşta olmalıyız herhalde. Ne zaman dışarı çıksam gölgesinde dinlendim, kokusunu doya doya çektim içime. Ama o da benim gibi kuruyor şimdi.”

Peki!.. diye lâfını kesti polis; “Yakınlarınız yok mu? Dostunuz, akrabanız?”

“Yakınlarım, şimdi çok uzaklarda” dedi adam. “Dayım, amcam, teyzem, halam kim varsa orda. Eşim de öyle. Sadece iki çocuğum hayatta. Onlar da bu ihtiyardan bıktılar tabii.”

Polis memuru, böyle tuhaf bir olaya ilk defa rastlıyordu. Herhalde en çıkar yol, bir ilân verir gibi görünüyor olmaktı. Zaten bu ihtiyarcık, karakoldan çıkar çıkmaz her şeyi unuturdu. Masadan bir kâğıt kalem alarak:

“Peki dedecim” dedi. “Sen ne istiyorsan öyle yapalım...” “Annem ve babam kayboldu” yazıyoruz değil mi?

Yaşlı adam, küçük bir çocuk gibi hıçkırırken;

“Yok be evlâdım!..” dedi. “Kaybolan benim. Annem ve babam bu ilânı görürlerse, belki beni de alırlar yanlarına!..”

Görüyorsunuz değil mi;

Yaşlı adam, vermek istediği “kayıp ilânı”yla, aslında anne ve babasının değil, “kendisinin kaybolduğunu” anlatmaya çalışıyor.

Vereceği “kayıp ilânı”nı belki anne ve babası görür de, kendisini “yanlarına” alırlar...

Düpedüz “ölüm”ü arzuluyor adam...

Çünkü “evlât”ları onu unutmuş, terk etmiş ve onunla hiç ilgilenmiyor!..

İşte, Peygamber Efendimiz’in;

“Burunları sürtülsün” dediği evlât türü, tam da böylesi evlâtlardır.

Sakın ha!..

Unutmayın ki, ana-babasını unutanları, Cenab-ı Allah da unutur.

Ve onların;

Sadece bu dünyada değil, “ahiret”te de burunları sürtülür, “unutkanlık”larının bedeli, fitil fitil burunlarından getirilir!..

YAŞLILAR İÇİN SOHBET EKİBİ

Yine bu vesileyle; nicedir yazmayı düşündüğüm ancak bir türlü fırsat bulamadığım “çok güzel bir icraat”tan söz etmek istiyorum.

Efendim, İstanbul’un, “nüfusu en kalabalık” ilçelerinden biri olan Esenler’de, AK Partili Belediye Başkanı Sayın Mehmet Tevfik Göksu ne yapmış biliyor musunuz?..

Dediğim gibi, İstanbul’un “en kalabalık” ilçesinde “yapayalnız” yaşayan “ihtiyar”lar için, “sohbet ekipleri” oluşturmuş!..

“Sohbet ekipleri”nin yaptığı şu:

Gidiyorlar, herhangi bir “ihtiyar karı-koca”nın evine... Çalıyorlar kapıyı ve giriyorlar içeri...

“Konuşuyorlar” onlarla... “Dereden” konuşuyorlar, “tepeden” konuşuyorlar ama, konuşuyorlar.

Peki, bunun faydası ne?..

Bir defa, o ihtiyarlar; “hatırlanmış” olmanın mutluluğunu yaşıyorlar... “Bir kenara itilmiş, işe yaramaz” olmadıklarını düşünüyorlar.

TEBRİKLER SAYIN GÖKSU

“Ama en önemlisi” diyor, Esenler Belediye Başkanı Sayın Göksu;

“Bu ihtiyar karı-kocalar” belki de paylaşacak bir şeyleri kalmadığı için, birbirleriyle konuşmuyorlar.

Eğer varsa televizyon seyrediyorlar ama birbirleriyle konuşmuyorlar.

Konuşmaya konuşmaya;

Hem konuşmayı unutuyorlar, hem de çene kemikleri atıl hâle gelip, konuşmakta zorlanmaya başlıyorlar.

İşte biz; hem yaşlılarımızın gönüllerini almak ve onları terk edilmişlik duygusundan kurtarmak, hem de çene kemiklerini atıllıktan kurtarmak için, sohbet ekipleri oluşturduk... Bazen belediye mensuplarını gönderiyoruz evlere, bazen de gönüllü semt sakinlerini...

Hem onların hayır dualarını alıyor, hem de insanlık vazifemizi yerine getirmiş oluyoruz ki, bir Müslümana yaraşan da budur.”

Öğrendim ki;

Sayın Göksu, bu yıl “yeni bir uygulama” başlatmış... Evlerinde “konuşacak” kimsesi olmayan 65 yaşın üstündeki “yaşlılar” için, bir “kıraathane” açmış...

Gelsinler, “sohbet” etsinler diye...

Hem de;

“Çay-kahve bedava!..”

Dahası, akşamları da “iftar yemeği.”

Bütün bu hizmetler için, bir “telefon” kâfi!.. “Yaşlıyım, gelin beni alın” diyen her ihtiyar, belediye tarafından evinden alınıyor, “kıraathane”ye getiriliyor.

Gelin de;

Bu “hayırlı icraat”ından dolayı kutlamayın sayın M. Tevfik Göksu’yu... Yürekten kutluyorum kendisini...

Darısı, “diğer başkanlar”ın başına... Öyle ya; bazı başkanlar, verdikleri “içki ruhsatları” ve açılmasına izin verdikleri “meyhane”lerle övünürken, Esenler Belediye Başkanı sayın M. Tevfik Göksu; “sarhoş ve ayyaş”ların değil, “yaşlı”ların gönlünü hoş etmeye çalışıyor ki, “tebrik ve teşekkür”ün alâsını hak ediyor.

Ne mutlu ona ki;

“Evlâtları”nın bile unuttuğu “yaşlı ana-baba”lara “evlâtlık” yapıyor, onların “gönül”lerini ve “dua”larını kazanıyor.

Sadece bu dualar yeter ona!..

Tekrar tebrik ve teşekkürler.

FIRSATLARI DEĞERLENDİRELİM

Farkındayım; söz uzadıkça uzuyor ve “köşe yazısı” olmaktan çıkıp, “vaaz”a dönüşmeye başlıyor... O halde, kısa tutalım ve son verelim hasbihalimize...

Ama, unutmayalım!..

“Fakir”leri unutmayalım.

“Komşu”larımızı unutmayalım.

Özellikle de;

“Ana-baba”larımızı unutmayalım.

Özellikle de Ramazan’da!..

Yoksa, “çok pişman” olursunuz.

“Ana-baba”nın değerini, onlar “öldükten” sonra anlarsınız, “keşke daha fazla hizmet etseydim” dersiniz ama, fırsat kaçmıştır.

Fırsatları değerlendirin!..

Unutmayın ki;

“Dünya, ahiretin tarlasıdır.”

Bu dünyada ne ekersen,

Ahirette onu biçersin!..

“İyilik” ekmeye devam!..

Zaten, “İslâm”ın kelime anlamı da;

“İyilik, esenlik ve selâm” değil mi?..

Selâmlaşın birbirinizle...

Ayrışmayın!.. Kaynaşın!..

Dursun Çiçek’in itirafı!

Halen “tutuklu” bulunan Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek, dün Silivri’deki duruşmada “çok önemli itiraflar”da bulunmuş ve Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’ına, Bakan’ından milletvekiline kadar mevcut yönetim kadrosu hakkında “kara propaganda” yapmak için Genelkurmay tarafından kurulan “internet siteleri”nin doğru, “internet andıcı”nın da “gerçek bir belge” olduğunu söylemiş...

Dursun Çiçek’in bu itirafları, isimleri tartışma gündeminde olan “7 general”in durumunu “daha da kritik” hâle getirdi...

Aralarında Hasan Iğsız, Hıfzı Çubuklu ve Nusret Taşdeler’in de bulunduğu “andıç zanlısı” generallerin “terfi” etmeleri, bu itiraftan sonra hayli zor... “Dursun Çiçek’in itirafları”ndan sonra, bu generaller “emekli” edilebilir... “Emekli” edildikten sonra, ister misiniz, savcının “yakalama” talebi yerine getirilsin!..

Olur mu, olur...

Peki, Dursun Çiçek, niye böyle bir itirafta bulundu?..

Bana kalırsa;

“Kaz gelecek yerden tavuk esirgememek” için!..

“İnternet andıcı”nda itiraflarda bulunuyor ki;

“İrtica Eylem Planı”ndan yırtabilsin!.. N’aapsın, o da sıkıştı!..

İlk yorum yazan siz olun
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.