Bumerang, Avustralya yerlilerinin kullandığı bir av aracıdır. Ok gibi, gittiği yerde kalmaz, özel bir hava akışkanlığı dinamiği ile hedefini vuramazsa, usta atışının Bumerang’ı fırlattığı yere geri döner. Aslında D8 ülkelerinin harita üzerinde dizilimi de bir Bumerang’ı oluşturur. Bana göre, bu Bumerang bugün için İpekyolu’ndan, baharat yolundan daha değerlidir..
Bugün Bumerang’ı bu yönü ile değil, başka bir yönü ile ele alacağım. Eğer dikkat etmezseniz, fırlattığınız bumerang, hedefini vurmazsa, döner gelir, sizi vurur.
Buna dini bir yorum da katalım. Birileri için bir şey söyler, ya da ötekiler için bir iddiada bulunursanız, o şey onlarda yoksa yani o şey bir iftira ise, o söz ve iddia döner sizi vurur. O sözü söyleyen o işi yapmış gibi yargılanır.
Dikkat edelim, her söz, iş ve iddiamız gün gelir, kendi aleyhimize delil olarak kullanılabilir. Emin olmadığımız şeyler hakkında dikkatli olmamız gerek. Fasık’lar bize bir haber getirdiklerinde de hemen inanmamamız gerek. Bakın “Fasık” diyoruz, “Kâfir”, “Münafık” değil. Büyük günahları alenen ve tekrar tekrar işleyen biri. İmanından değil, söz ve eylemlerinden söz ediyoruz.
Ağzımızdan çıkan her söz ve yaptığımız her şey bizi bağlar ve bizim için emsal oluşturur. Onun için iki göz, iki kulak var ama bir ağız var denmiştir. Dil kalple ilişkilendirilmiş, sözün bir de kalple ilişkilendirilmesi istenmiştir. Lisan olarak da güzel söz ve hikmetle derken, kalp dışında akılla ilişki kurulmuştur. Aslında, göz de, kulak da, burun da genizle, yani dilin kökü ile ilişkilidir. Dil aynı zamanda tatla, ısı ile de ilgilidir. Ve dil, çene ve dişlerle korunmuştur. Dil, “dil yaresi”ne sebeb olmasın diye, hem dışarıdan gelen ve hem de dışarıya çıkacak her şey için ısıran, perdeleyen, koruyan 32 dişle koruma altına alınmıştır. İnsanın dili yılan gibi “çatal” değildir. “Çatal dilliler”den sakının. Ama insan dili yalana alıştırılırsa zehirleyici olabilir.
Bakın, kim kendisi ya da başkası için bir kural koyar ve o kuralı dayatırsa, o kural önce kendini bağlar. “Toplumsal cinsiyet”, “Birey”, “Gender”, “Kadın cinayeti”, “Varoluş” gibi kavramlar ilk duyuşta kulağa, ilk bakışta göze hoş gelebilir. Ama kelimenin köküne indiğinizde, konu “şirk”e kadar uzanan dini, ahlaki ve beşeri anlamda bir ifsadın, Fıtrat’a karşı şeytani bir meydan okumanın şifreli kelimeleri olabilir bunlar. Ve gün gelir, sahibini vurur, hem bu dünyada, hem de ahirette.
Birileri Hak, Hukuk ve Kanun ne bilmiyor. Batıda “Hak” kavramı yok. Hukuk kavramı da, Onlarda kanun vardır ve bir de kanunun ruhu vardır. O ruh, etik, moral, gelenekle beslenen toplumsal fayda temelli, insan merkezli, beşeri, vehbi değil, kesbi, üretilmiş, evrimci, değişken bir kavramdır. Hukuk “Hakkı koruyan düzen”, uygulamaya dönük çerçeveyi ifade eder ki, meşru anlamda yanlış tanımlanır, doğru değil. “Mübahat” temelli bir kavramdır. İnsanın Hakk’a yönelmesini sağlar. Hukuk bu anlamda “Raina” değil, “Unzurna” temelli bir kavramdır. Yasa/kanun, buna dayalı yönetmelik, genelge “Raina” alanına giriyor bugünkü uygulamalar çerçevesinde. Birileri insanları terbiye etmek ve onların üzerine hüküm kurmak istiyor. Onları “Teb’a ve reaya” olarak görüyor sanki!
Birilerine göre “Dine karşı din, hukuka karşı hukuk” konuşulmalı. Bunun anlamı şu mu; din ekonomik, sosyal ve siyasal alandan çekilmeli mi! O meseleyi dindarlar kendi arasında konuşsun, siyasiler de siyasi kararı kendi aralarında konuşsunlar, öyle mi! “Allah hidayet versin”. “Çoğulculuk” buraya kadar.
Yasa ile bir uygulamaya meşruiyet kazandırıyorsanız o yasa gün gelir size de uygulanır. İnsanları kendimize değil Hakk’a çağıralım. Prof. Dr. Huriye Martı, 2019’da Sakarya Üniversitesi’nde “Toplumsal cinsiyet adaletini”(!?) anlatmış. Keşke bu işe İlahiyat, Akademi ve Diyanet’i karıştırmasalar. Twitter’de gördüm, KADEM’in, “Toplumsal Cinsiyet Adaleti Kongresi”nde “Toplumsal cinsiyet adaletini Kur’an-Sünnet bağlamında düşünmek” diye bir sunum yapmış. “Toplumsal cinsiyetin, kadınlar ve erkekler arasında toplumsal ilişkileri düzenlemek için kullanılan bir kavram olduğunu” anlatmaya çalışıyor konuşmalarında. O öyle değil. Aslında o da bunun farkında, eski konuşmalarında “Eğer toplumsal cinsiyet, ‘cinsiyetimizi sadece toplum belirler’ noktasında algılanır ve biyolojik cinsiyetimiz yok sayılırsa ciddi anlamda hataya düşeriz. Çünkü cinsiyetimizi Cenab-ı Hakk belirler ve bizi kadın ya da erkek olarak yaratması ilahi bir nimet ve hikmete mebnidir” diyor. Evet, “Cinsiyet insanın kendi karar verebileceği, arzu ettiğinde değiştirebileceği bir vasıf değildir”. O zaman dikkat etmek gerek, kim ne söylüyor, birileri bunu nasıl anlıyor ve nasıl kullanıyor.
Burada bir kez daha tekrarlayalım: BİREY uluslararası sözleşmelerdeki tanımına göre, biyolojik cinsiyeti, din, ahlak ve gelenekten bağımsız bir GENOM’u ifade eder. Bu akıl, YARATILIŞ’ı reddeder, VAROLUŞ’çudur. “Cinsel aidiyet”i, değişken ve akışkandır. LGBT’nin varlık ve meşruiyeti bu kavramsallaştırma temelinde anlam kazanmaktadır. Cinsel aidiyet, Birey’in eğilim, deneyim ve tercihine göre şekillenir. Ve bu durum GENDER olarak tanımlanır. Bu çerçevede TOPLUMSAL CİNSİYET, toplumun kadın ve erkekten oluşan biyolojik cinsiyetine, ya da bu cinslere toplumun yüklediği anlam ve sorumlulukları değil, BİYOLOJİK CİNSİYET’in alternatifi olarak, Din, Ahlak ve Gelenek’ten bağımsız, toplumsal ilişkiler içinde BİREY’in tercihine göre şekillenir. Yani toplumsal cinsiyet kadın ve erkeğe toplumun yüklediği anlamı ifade etmez. Bu komployu üretenler kafa ve kavram karışıklığı ile maskeledikleri emellerini, biyolojik insan ve Tanrı kavramını tedavülden kaldırmak için kullanmaktadırlar. Eğer konu kadın-erkek cinsiyeti üzerinden toplumun bu cinsiyete yüklediği anlama ilişkinse, neden “kadın-erkek rol ve ilişkisinde adalet” demiyorsunuz. “Gender” nereden, nasıl, niçin kimliklere yazıldı. Ayrıca, bugünlerde bir KADIN CİNAYETİ tartışmasıdır gidiyor. Bu cinsiyetçi hukuk dili, aslında dine, ahlaka, hukuka karşı bir tuzaktır. Bakın, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, erkeklerin cinayetle öldürülmeleri kadınlardan 4 kat daha fazla, kadın cinayeti derken, herhangi bir kişinin bir kadını taksir ya da taammüden öldürülmesi değil, aile içinde ya da “partneri”(!?) tarafından işlenen cinayet kastediliyor. Hatta gelin-kaynana kavgası sonunda işlenen cinayet de bu kapsamda. Bunu yasaya çakıyorlar. Madem adaletten söz ediyorsunuz, neden “erkek cinayeti” diye bir başlık açılmıyor! Erkekleri öldürme çağrısı yapan yok mu? Bu cinsiyetçi akılın ürettiği cinsiyetçi yasa düzeni, hukuka karşı işlenmiş bir cürümdür aslında. Çünkü hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir.
Kim bu dünyada ne yapmışsa, sonunda bu dünyada da ahirette de onu kendi yanında bulacaktır. Kişiler yapıp yapmadıkları, söyleyip söylemedikleri ile ya kendi cennetine sırtında tuğla ya da kendi cehennemine sırtında odun taşıyacaktır. Her topluluk layık olduğu gibi idare olunacaktır ve hüküm Allah’ındır. O kadir-i mutlaktır, görür, duyar, bilir. Selam ve dua ile.