Aynı zamanda bir “Anayasa Profesörü” olan AK Parti Milletvekili Burhan Kuzu’nun; Ankara’daki Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde düzenlenen dünkü “panel”de, kendisine “yumurta” atan öğrenci(!)lere söylediği söz, çok hoşuma gitti...
Burhan Kuzu gibi, “munis, ağırbaşlı ve sakin” bir adam bile bu sözü söyleme raddesine geldiyse; bu “protesto”yu yapan gençlerin “demokratik eylem” yapmak peşinde değil, bu tür “provokasyon”larla “kaos” peşinde koştukları kendiliğinden anlaşılır!..
Prof. Burhan Kuzu kendisine “yumurta” atan öğrencilere demiş ki;
“O yumurtaları bana atacağınıza; yeseydiniz, kafanız çalışırdı!”
Güzel bir tavsiye...
Gerçekten de; o “yumurta”ları atmak yerine, yeseydiler, “kafa”ları çalışır ve “kimlerin amaçlarına hizmet ettiklerini” farkederlerdi!..
Eğer “kafaları çalışsa” idi; “kaos” çıkarmaya çalışan malûm çevrelerin “piyonu” olduklarını aklederlerdi.
Ya, bunu farkedemeyecek kadar “tıntın bir kafa”ya sahipler ya da, bile bile “maşa” olarak kullanılıyorlar!..
Kimbilir, belki de karşılığında, “malûm odaklar”dan “ücret” bile alıyorlardır!..
BU MU DEMOKRATİK EYLEM?
Hiç kimse kusura bakmasın;
Gerek Dolmabahçe Sarayı’nın önündeki eylem, gerek dün Ankara SBF’deki eylem, bana bir “öğrenci eylemi” gibi gelmedi!..
Bu eylem, “demokratik eylem” sınırlarını kat kat aşan bir “provokasyon”dur!..
Çünkü, “demokratik eylem” yapan bir insan veya bir grup; “slogan” atar, “pankart” açar veya “taleplerini içeren bildiri”yi okur, eylemine son verirdi.
Ama, “Maocu” görüşleriyle bilinen Genç-Sen’e mensup gençler ne yaptı;
Önce “yol kestiler!”
Sonra, kendilerini engellemek isteyen polise kafa tuttular ve hatta bununla da yetinmeyip, “ellerindeki sopalar”la polise saldırdılar!..
Peki, bunun adı “demokratik eylem” midir, yoksa “kadrolu militanlık” mı?..
TOPLANTIYI BASMAYA GELMİŞLER!
Ben olayı anlatayım da;
Buyrun, kararı sizler verin...
Efendim; bu “öğrenci(!) arkadaşlar”dan ikisi, Pazartesi günü öğle saatlerinde CNN Türk’te konuşurlarken, aslında niyetlerini de “itiraf” etmişler!..
Meğer, “kartel medyası”nın ve CHP’nin iddialarının aksine, eylemci güruh; “gösteri ve yürüyüş özgürlükleri”ni kullanmaya değil, “Başbakan Erdoğan’ın rektörlerle toplantısını basmaya” gelmişler, iyi mi?..
Akif Beki’nin de yazdığı gibi;
Aralarında “karar” vermişler!..
“Öğrenciler çağrılmadığı” için; Başbakan’ın rektörlerle yaptığı toplantı, “gayrımeşru” imiş!..
Dolayısıyla;
Zorla, kaba kuvvetle de olsa içeride bulunma hakkı doğmuş kendilerine. Bir öğrenci temsilcisini içeri göndermek istemişler. Polis kabul etmemiş bu teklifi.
O zaman toplantıya, yani Başbakanlık Ofisi’ne doğru yürüyüşe geçme kararına varmışlar.
Polisin uyarılarına kulak asmamışlar, engellemelerine aldırmamışlar, barikatı darp ve cebirle yarmaya çalışmışlar.
Ellerindeki sopalarla vurmuşlar, tartaklamışlar memurları.
Çatışmanın ilk kıvılcımını ateşlemişler.
Polis de onları durdurmak için, gazdı, coptu, Allah ne verdiyse müdahale etmiş.
Farzedelim ki;
Polis “orantısız güç” kullandı...
Peki “öğrenci kisveli provokatörler”in kullandığı güç “orantılı” mı?..
Siz, oraya “hak” istemeye mi geldiniz, yoksa “dayak” atmaya mı?..
Sen “polisin sırtına sopayı indireceksin”, polisin eli de armut toplayacak öyle mi?..
Nerede bu yoğurdun bolluğu?..
KADROLU EYLEMCİ!
Burhan Kuzu, doğru söylemiş.
Bunlar, ellerindeki “yumurta”ları “hava”ya değil de “tava”ya atsalardı, karınlarını doyururlar, “kafa”ları çalışırdı!..
Bunların hem kafaları çalışmıyor,
Hem de “öğrenci” değiller!..
Dünkü Akit’te okudunuz;
Genç-Sen’in internet sitesinde yer alan “Yıldız Teknik Üniversitesi Genç-Sen Şube Meclisi’nin Kararları” diye başlayan notta eylemlerin nasıl büyütüleceği ve direnişin canlı tutulması kararı alındığı belirtiliyormuş!..
Notta şu ifadeler yer alıyormuş:
“Geçtiğimiz dönem soruşturma açılmış ve soruşturmalar sonucu, biri bir yıl, diğeri bir dönem ceza almış iki Genç-Sen’li öğrencinin kapı önünde başlattığı oturma eyleminin öğrenciler üzerindeki etkisi ve bu etkinin nasıl büyütüleceği konuşuldu. Diğer şubelerden YTÜ Genç-Sen Şubesi’ne destek ziyaretleri örgütlenerek, kapı önündeki direnişi canlı tutma kararı alındı.”
Bu “eylemkolik” güruhun, daha başka eylemleri de var!..
Özellikle başörtüsü sorununun fiilen çözülmesinin ardından YÖK ve öğrenci harçları karşıtı eylemler yapan Genç-Sen, Devlet Bakanı Egemen Bağış, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ve YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’a yumurtalı saldırı düzenlenmesinde rol almıştı.
Daha sayalım mı.
Bu güruhun; başörtüsünün üniversitelerde fiilen serbest bırakılmasının ardından İstanbul Teknik Üniversitesi’nde de olay çıkardıkları henüz unutulmadı!..
Çağdışı yasağın kalkmasını sindiremeyen Genç-Sen’li provokatörler, kampus içerisinde “Üniversite ve Kadın Özgürlüğü İçin Türbana Hayır” afişleri asmak istemiş ve polisin engellemesi üzerine olaylar büyümüştü.
Şunu anlatmaya çalışıyorum:
Bu güruh; kesinlikle “demokratik talep” peşinde değil!..
Amaçları, “provokatif eylem” yapıp, “kaos”a yol açmak ve böylece birilerinin değirmenine su taşımak!..
SARIKIZ SOKAĞA DÜŞTÜ!
Şahsen ben, “kaos” amaçlı bu “provokatif eylemler”den sonra; “Kod adı Sarıkız” olan “darbe plânı”nı düşündüm.
Malûm; “gerçek” olduğu tescillenen “Özden Örnek’in günlükleri”nde, “darbeye giden yol”da neler yapılacağı şöyle sıralanıyordu:
¥ Önce basını ele geçirmeye çalışacaktık.
¥ Sonra rektörler ile temas edip öğrencileri sokağa dökecektik.
¥ Sendikalar ile aynı şekilde hareket edecektik.
¥ Sokaklara afiş astıracaktık.
¥ Dernekler ile temas edip onları da hükümet aleyhine teşvik edecektik.
Şimdi söyleyin hele;
İstanbul ve Ankara’daki “provokatif eylemler”den sonra, siz olsanız “Sarıkız’ın hortlatıldığını” düşünmez misiniz?
Bir küçük bilgi daha:
Malum, bu tür “provokatif eylem”leri daha önce “İşçi Partili gençler” yapardı...
Bir “eylem grubu”nun içine “sızarlar” ve orada “sloganlar” atarlardı!..
Kendilerine “Öncü Gençlik” derlerdi!..
Öyle sanıyorum ki;
“Öncü Gençlik”in İşçi Partisi ile organik bağı “deşifre” olunca, “yeni bir yapılanma”ya gittiler ve adlarını “Genç-Sen” diye değiştirdiler!..
Ya da; “Öncü Gençlik”in yerine, “eylem alanı”na girmeye başladılar.
Ama, hangi ismi alırlarsa alsınlar, “Maocu” olmaları kendilerini ele veriyor!..
BATUM’A SLOGAN, KUZU’YA YUMURTA!
Ben, bu eylemlerin, birer “Ergenekon organizasyonu” olduğunu düşünüyorum... İşin içine “Ergenekon” girince, “Ergenekon avukatı CHP”nin de dışarıda kalması elbette düşünülemez!..
Gördünüz işte;
Dün SBF’de CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum’a “slogan” atan güruh, kürsüye Prof. Burhan Kuzu gelince “yumurta” atmaya başladılar!..
CHP’liye slogan!..
AK Partiliye yumurta!..
Sadece bu bile, o güruhun “Ergenekon güdümlü” olduğunu göstermeye yeterlidir!..
Süheyl Batum bile “slogan” atılmasına tahammül edemeyip, “Bu yaptığınız faşistliktir” dediğine göre; varın siz “yumurta” atılmasını, Dolmabahçe’de “polise tekme ve sopa” atılmasını düşünün!..
Gerçekten de “faşizm!”
Hem de “kızıl faşizm!”
BUNLAR MI ÖZGÜRLÜKÇÜ?
Medyanın, bu “öğrenci”lere arka çıkması ise, “kızıl faşizme destek”ten başka bir şey değildir!..
Öyle ya; eğer, “özgürlüklere destek” veriyor olsalardı, bunu “28 Şubat süreci”nde de yaparlar, “başörtülü öğrencilerin” haklı taleplerine destek verirlerdi!..
O günkü “demokratik talepli gösteri”lere “Kara Cuma” başlıklarıyla karşı çıkanların, bugün “provokatif eylemler”in üzerine “özgürlük sosu” dökmeye hakları yoktur!..
Onlar göstermeseler de;
Biz, “Hortlayan Sarıkız”ı görüyoruz!..
“Sarıkız’ın çocukları”nı “öğrenci” diye yutturmasınlar bize!..
Demek Genç-Sen... Yersen!..
O zamanlar nerelerdeydiniz?
Yazarımız Sibel Eraslan’ın, 18 Ağustos 2006’da yazdığı “Kısa etek ve kırık kemik” başlıklı yazısı, bugün yaşananlar karşısında “daha anlamlı” geldi bana...
Sibel Eraslan, “maskeleri düşüren” o yazısının bir bölümünde diyordu ki; “Ben de bir kadınım... Arkadaşlarım da, ben de bu ülkenin insanıyız. Sakıncalı bulunan bir giysim var... Onuru kırılmak meselesinde hele, epeyce oyalandım...
Başörtüsü yasaklamaları; kovalamacalar, iteklenme, kakılma, jop, kelepçe, gözaltı ile geçen uzun yılları kadınların...
Mesela Nuray Canan da geldi aklıma (...) Cerrahpaşa öğrencisi Nuray, sadece örtülü bir öğrenci olduğu için okuluna girmek isterken, güvenlik güçlerince öyle bir dövüldü, öyle bir dayak yedi ki; kolu ve kaburgaları kırıldı, boynu hasar gördü ve hamileydi, bebeğini düşürdü... Acaba Nuray Canan’ın sakıncalı giysisi hakkında ne düşündü o gazete? Reklamlardaki demokrat gazeteciler, Nuray’ın kemikleri kırılırken neredeydiler?
Ya Hüda Kaya ve öğrenci olan üç kızı, idamla yargılanırken neredeydiler? Bir evden dört kadın, başörtü yasaklarına karşı çıkmaktan dolayı, cezaevine düşerken, idamla yargılanırken neredeydi gönül adamı Can Bey?”
Çocuğunu düşürüp-düşürmediği bile belli olmayan Ezgi Özen adlı eylemci kıza sahip çıkan kartel, “Nuray Canan çocuğunu düşürdüğünde” neredeydi acaba?..
Herhalde, “İleri Darbe” hayalleri kuruyorlardı!...