Dün Ankara’daydım...
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün nazik davetine icabet edip, “Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri” törenine iştirak ettim.
Ankara’nın dağları “karlı”, havası oldukça “soğuk”tu ama Çankaya Köşkü’nde “hayli sıcak bir ortam” vardı.
Cumhurbaşkanı Gül; gerek “ödül töreni” esnasında, gerek daha sonra “misafir”leriyle yaptığı “sohbet” esnasında, hem “güleryüzlü”, hem de “samimi” idi... Elbette “günlük politika”ya giremedik... Mesela, “5 yıl mı, 7 yıl mı?” tartışmasına hiç girmedi... Daha çok “sanat” ve “kültür” alanında konuştu, biraz da “Londra ziyareti”nden söz etti...
GÜZEL BİR GELENEK
Tabiî, en az Sayın Gül kadar, eşi Hüyrunnisa Gül de “misafir”lerle tek tek ilgilendi, hal-hatır sordu.
Törene katılan “gazete yöneticileri” ve “yazarlar”ın, belki de en verimsiz günüydü...
Çünkü, “manşetlik bir söz” alamadık.
Ama, benim için;
Böyle bir “tören” yapılmış olması da, başlıbaşına “manşetlik bir olay”dır...
Çünkü, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Kültür-Sanat Ödülü” vermeyi bir “gelenek” haline getirmiştir!..
Malûm; bizim ülkemizde “sanatçı”lar, “şair”ler, “edebiyatçı”lar, “bilim adamları” ve “mütefekkir”ler, genelde “öldükten sonra” hatırlanırlar ve ancak öldükten sonra ödüllendirilirler.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, işte bu anlayışı yıktı... “Değer”ler, artık “yaşarken” ödüllendiriliyor...
Hem de, “devlet ödülü”yle...
GEL DE HEYECANLANMA
Dün, kendilerine “Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü” verilenler; “Eleştiri” dalında Doğan Hızlan, “Sanat Tarihi” alanında Prof. Dr. Semavi Eyice, “Hat Sanatı” alanında Hattat Hasan Çelebi ve “Edebiyat” alanında Şair Sezai Karakoç’tu.
Şahsen ben;
“Hat sanatı”nın, “Cumhurbaşkanlığı katında” ödüllendirilmesinden son derece mutlu oldum, heyecanlandım...
Gerek “hattat”lar, gerek Hasan Çelebi adına çok çok sevindim...
Ki, bunu Hasan Çelebi de, “heyecandan titreyen sesiyle” çok güzel ifade edip, dedi ki;
“Bana ve temsil ettiğim hat sanatına ödül verilmiş olmasından Sayın Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyorum.
Temsil ettiğim hat sanatı; Türk kültürünün bir parçası ve Türk milletinin sanatlarının başta gelenlerindendir... Hat sanatı; her ne kadar dışarıya mal edilse de Türk ecdadının gayreti, devlet büyüklerinin himayesi ve halkın iltifatı hat sanatını zirveye ulaştırmıştır. Bunun bir Türk sanatı olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir.
Hat sanatçılarından şu anda dördü hayattadır... Benim gibi, üç-beş arkadaşım da bu üstatlardan faydalanmıştır...
Öğrendiklerimizi kendimize saklamayıp meraklı gençlere aktarmaya gayret ettik ve bugünkü günlere geldik ki başlangıçta tek veya iki arkadaşla bu çalışmaları yürütürken bugün sayıları epeyce ilerlemiştir. Afrika’dan Sibirya’ya, Amerika’dan Japonya’ya bu coğrafya içerisinde hangi ülkeye giderseniz meraklı ve bu işe gönül vermiş birisini bulmak mümkündür talebelerimizden.
Hamdolsun bugünleri gördük ki bu sanata nişan verilir oldu.
Bu himaye ve bu iltifatın devamı, bu sanatın tekrar eski satvetine hasıl olacağını göstermektedir.
Şahsımda bu sanata münasip görülen bu nişanı mazide emeği geçmiş olanlara vekaleten, muasırlarıma asaleten, nesl-i cedide de niyabeten kabul ettiğimi bildirir, hürmetlerimi sunarım.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de, hattat Çelebi için “övgü dolu sözler” sarf etti.
Meselâ, dedi ki;
“Hasan Çelebi, hat sanatını büyük kitlelere yaymaya önderlik etmiştir...
Hasan Çelebi’nin; sadece Türkiye’den değil, ABD’den Çin’e, Afrika’dan Rusya’ya kadar her yerde öğrencileri vardır.”
Dedim ya; Hasan Çelebi, bu ödüle lâyık görülmesinden dolayı “son derece heyecanlı”ydı... Elleri titriyordu...
Zaten “yaşlı” olduğu için, “eyvah” dedim; “Acaba Alzheimer hastası mı?”
Eğer öyleyse;
Tek sermayesi olan “el”ini nasıl kullanır, o güzelim hatları nasıl yazar?..
Meğer, heyecandan titremiş elleri...
Kaldı ki, bu sanatı devam ettirecek “öğrencileri” var... Üç-beş öğrencisiyle konuştum ki, hepsi de pırıl pırıl gençler... Onları görünce; bu “çırak”lar varken, “usta”nın gözü açık gitmez dedim.
Ellerine, gönlüne ve beynine sağlık Hasan üstad... Yetiştirdiğin “fidan”lar da, inşaallah “meyve”ye durur ve inşaallah bir gün onlar da ödüllendirilir.
SEZAİ KARAKOÇ’UN FİKİRLERİ
Törenin bir anlamlı tarafı da, Şair Sezai Karakoç’un ödüllendirilmesiydi.
Ne var ki;
Bu tür törenlere katılmadığını bildiğim Sezai Karakoç, dünkü törene de “mazeret” bildirerek katılmadı.
Törenin sunuculuğunu yapan Kenan Işık, Karakoç’un “Ey Sevgili” adlı şiirini okudu...
Ben arkalardaydım, duyamadım ama; Kenan Işık şiiri okurken, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay ile Tarım Bakanı Mehdi Eker, oturdukları yerden Işık’a eşlik etmişler...
Demek ki, o şiiri “ezbere” biliyorlar.
Cumhurbaşkanı Abdulah Gül de, Karakoç’a övgü yağdırdı... Onun; “Büyük bir şair ve büyük bir düşünce insanı” olduğunu söyledi ve ekledi;
“Ben de şahsen lisedeki öğrencilik yıllarımdan bu yana sadece ezberlediğim şiirleri değil ama kendi fikir ve dünya görüşümün oluşmasında da en büyük katkıları olan kişilerden birisidir.”
Beşir Atalay ve Mehdi Eker’in ise Sezai Karakoç’la ilgili düşünceleri özetle şöyleydi:
“Bugün yürütülen açılım politikasında Sezai Karakoç’un düşüncesinin büyük payı vardı... O, bir medeniyet insanıdır... Şiiri de, o medeniyetin bir parçasıdır... Sezai Karakoç sadece bir şair ve yazar değil, aynı zamanda mütefekkirdir...”
Uzun lâfın kısası;
Sezai Karakoç’un kendisi belki törende yoktu ama “şiiri” ve “düşünce”leri, Çankaya Köşkü’nün salonlarında çınladı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ödül verdiği Doğan Hızlan için “Edebiyatın Profesörü” ifadelerini kullanırken, yürümekte zorluk çektiği için baston kullanan 88 yaşındaki Prof. Semavi Eyice’nin de sahneden inmesine yardımcı oldu...
Bu tavır da; “Gençlerin yaşlılara hürmeti” olarak, herhalde “ibret levhaları”na kazınmıştır.
NİYE BÖYLE BİR ÖDÜL?
Peki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu ödülleri niye “gelenek” haline getirdi, “sanat ve kültür”e niye bu kadar önem veriyor.
Kısa konuşmasında, bunu da açıkladı:
“Devletlerin, milletlerin güvenli bir şekilde yollarına devam etmesi için, sanatkarların, düşünürlerin, fikir adamlarının, aydınların kılavuzluğuna daima ihtiyaç vardır.
Zaman zaman siyasetçiler ve devlet adamları konjonktürlerden her zaman etkilenebilirler ama sanatçılar, kültür adamları, düşünürler, bunlar daima sağduyularıyla hareket ederler, vicdanlarıyla hareket ederler ve sonunda gerçekten doğru yönlendirmeyi hep yaparlar. Bundan dolayı bizim de ülke olarak, millet olarak daima sanatçılarımıza, yazarlarımıza, fikir adamlarımıza en üstün değeri vermemiz gerekir.
Aslında bugün bir ödül merasimindeyiz ama esas ödülleri sizler eserlerinizle bu millete verdiniz. Eserlerinizle verdiğiniz ödülleri bizler gördüğümüz için onlara karşı, onlara bir şükran anlamında bu ödülleri, şükran nişanesi olarak veriyoruz...
Türkiye; şu anda birçok alanda kendini ispatladı... O bakımdan bütün kaynakları sanat ve kültür hayatına seferber etmenin zamanının geldiği kanaatindeyim...
Türkiye; bilim, araştırma, geliştirme alanında çok büyük bir hamle yaptı... 5-10 seneye kalmaz bunun neticelerini görürüz. Kültürde de böyle bir tekrar toparlanma ve bütün kaynaklarımızı koordine etmeye ihtiyaç olduğu kanaatindeyim. İnanıyorum ki bütün asırlar boyunca evrensel alanda çok değerli eserler vermiş olan milletimiz bundan sonra da yine çok değerli eserler verecektir...
Bu alana kim ne kadar çok katkı yaparsa milletimin de şerefini ve itibarını da o kadar çok yükseltir. Bu anlayışla hareket etmemiz gerekir.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü;
“Sanata ve sanatçıya verdiği önem”den dolayı kutluyor, onun elinden “ödül” alanları da kutluyorum.
Nice “eser”lere,
Nice “ödül”lere...
Ama, “öldükten sonra” değil,
İşte böyle “yaşarken.”
BDP’liler Hıristiyan mı?
Bazen bir “fotoğraf”, binlerce sayfalık “yazı”ya bedeldir...
Bir “fotoğraf”ın anlattığını, binlerce sayfa anlatamaz...
Bu gazete, PKK için, bugüne kadar ne dedi?.. “Marksist bir örgüt” dedi... “Batı’ya şirin görünmek” için “Hıristiyan” gibi davranırlar, “Müslümanlara şirin görünmek” için de, “sivil Cuma namazı”(!) kılarlar!.. Ama, kesinlikle “öyle” değildirler, sadece “öyle görünür”ler!.. Aslında, “Marksist bir örgüt”türler!.. Ne “din”le ilgileri vardır, ne “namaz”la!..
İşte, Akit’in, “gündeme bomba gibi düşen” dünkü haberi de bunun bir belgesidir!..
Dünkü haberimizde de okuduğunuz gibi;
İzmir’in Selçuk ilçesinde 4 Nisan 2010’da Arvalya Tatil Köyü’ndeki Hıristiyan bayramı olan Diriliş Günü etkinliklerine katılan BDP Söke Yöneticisi Selma Çelik, kendisiyle beraber kutlamalara katılan Söke Papazı Ernst Hugo Kliewer’ın huzurunda vaftiz oldu... Etkinliklerde çekilen fotoğraflarda kilise önündeki bahçede yapılan törende bir süre papazla dua eden Çelik’in havuza girip dini ritüelleri yerine getirdiği görülüyor.
Bu fotoğraf, elbette çekildiği yerde kalmadı, “Batı ülkelerine servis” edilip, denildi ki; “Gördüğünüz gibi, biz de sizdeniz!..”
Papaz tarafından “vaftiz” edilen Selma Çelik, görüntüde bile olsa “Hıristiyan” olmuş ve elbette “İslâm”dan çıkmıştır!..
Ama, “Hıristiyan” olması bile “Batı’ya şirin görünmek” içindir!.. Çünkü PKK ve onun sivil uzantısı BDP’de, çoğu yönetici “Marksist”tir!..
Bu görüntüler, “tribüne oynama” görüntüleridir!..