Çatlı’nın sır çantası

Ergenekon sanığı Sami Hoştan, Susurluk’un tüm şifrelerinin yazılı olduğu bildirilen Abdullah Çatlı’ya ait sır çantanın kendinde olduğunu açıkladı. Ancak ‘içi boş’ dedi.

Çanta teslim edilinceye kadar bu ifadenin doğruluğu konusunda emin olmamız mümkün değildir. Davanın kritik bir evresinde gelen böyle bir itirafın ‘gizli’ bir mesajı var mı, orası da muamma.

Çünkü; kaza anında 06 AC 600 plakalı Mercedes’te bulunan o çanta, Susurluk’un kara kutusudur.

Haluk Kırcı, 12 Ocak 1999 günü İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’ndeki ifadesinde şöyle dedi: ‘Bu çanta, Abdullah Çatlı’nın sürekli üzerinde taşıdığı ve yanından hiç ayırmadığı bir çantaydı.’

Peki içinde neler vardı?

Kırcı’dan dinleyelim: ‘Mikro Uzi marka bir silah, telefon fihristi, şahsi belgeleri ve günlük benzeri bir defteri vardı. Bordo kaplı telefon fihristinde bütün ilişkilerini yansıtan telefon numaraları yazılıydı. Çanta ise şifreli ve kahverengi deri kaplıydı. Eğer çanta bulunursa Susurluk çözülür. Çatlı bütün ilişkilerini o deftere yazıyordu.’

Kaza sırasında Mercedes’in arkasındaki araçta bulunan Sedat Bucak’ın koruması Ercan Ersoy, TBMM Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede, kayıp çantayı, Bucak’ın özel şoförü Gani Kızılkaya’nın beyaz bir poşete koyarak sakladığını söyledi.

Ersoy şunları anlattı: ‘Mercedes’teki kazanın ardından koruma arkadaşlarla birlikte Sedat Bucak ve Mehmet Özbay’ı (Abdullah Çatlı) alıp Susurluk Sağlık Ocağı’na götürdük. Şoför Gani Kızılkaya, olay yerinde kaldı ve Mercedes’teki özel eşyaları beyaz bir poşetin içine koydu. Bu özel eşyalar arasında Sedat Bucak, Mehmet Özbay ve Hüseyin Kocadağ’ın çantaları da vardı.’

8 yıl sonra açıldı

Olayın üzerinden 8 yıl geçtikten sonra 2004 yılında ilginç bir gelişme yaşandı. Sedat Bucak yargılandığı İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne Abdullah Çatlı’ya ait kayıp çantadaki bazı belge ve fotoğrafları teslim etti.

Teslimat listesi şöyleydi:

-Korkut Eken, Abdullah Çatlı ve Sedat Bucak’ın birlikte çektirdiği fotoğraf.

-Abdullah Çatlı’nın bazı generallerle çektirdiği fotoğraflar.

-Sakıp Sabancı’nın Mehmet Özbay adına imzaladığı ‘Değişen ve Gelişen Türkiye’ adlı kitabı.

-Telefon fihristi.

-Yabancı bir başbakan tarafından Mehmet Özbay adına imzalanmış bir belge.

-Korkut Eken’in 21 sayfalık gizli istihbarat raporu.

-Bir pasaport.

Haluk Kırcı’nın Çatlı’nın çantasında olduğunu söylediği o ‘günlük’, Bucak’ın mahkemeye sunduğu bu zarftan çıkmadı.

Bu konuyu işlediğim ‘Operasyon Ergenekon’ kitabının 252. sayfasında şu soruyu yöneltmiştim: Acaba o günlük hala Bucak’ta mı? Diğer belge ve generalli fotoğrafları mahkemeye veren Bucak, günlüğü saklayarak kendini yıllarca koruyan güçlere mesaj mı verdi?

Hoştan takip etti mi?

Hoştan’ın açıklamasıyla olay, yeni bir boyut kazandı. Sır çantayı Mercedes’ten çıkaran Sedat Bucak’ın özel şoförü Gani Kızılkaya, Susurluk Komisyonu’ndaki ifadesinde, Sami Hoştan’ı tanıdığını ve kazadan önce İstanbul’da görüştüklerini söyledi.

Dolayısıyla o çantanın Bucak iyileşene kadar Kızılkaya tarafından Hoştan’a gönderilme ihtimali her zaman mevcuttu. Hoştan’ın ‘çanta bende’ iddiasını bir an için doğru kabul edip, 2004 yılında bu çantanın açılıp bazı belgelerin Bucak tarafından mahkemeye verildiği dikkate alınarak değerlendirilirse, emanetin tümden teslim edilmediği sonucu çıkarılabilir. Ancak ‘içi boş’ denilerek bazı çevrelere üstü örtülü mesaj verilmek istenmiş olabilir.

Nitekim Sami Hoştan gibi Ergenekon şüphelisi olan Tuncay Özkan, Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadede, Hoştan’a ait Alman plakalı bir Mercedes’in kaza yapan aracı takip ettiğini, Abdullah Çatlı ve Gonca Us’un bu Mercedes’le olay yerinden taşındığını öne sürdü.

Ancak çantayı alan Gani Kızılkaya, aynı komisyondaki ifadesinde, kaza öncesi görüştüklerini söylemesine rağmen Hoştan’ın kaza günü yurtdışına Galatasaray maçına gittiğini, kendilerini takip etmesinin mümkün olmadığını iddia etti.

Bu iddiaların hangisi doğrudur ayrı, ama Hoştan’ın bu süreçte ayak izlerine sürekli rastlandığı gerçeği yadsınamaz.

Daha önemlisi o çantanın, Susurluk’un ‘kara kutusu’ olduğu gerçeğidir. Özellikle o ‘günlük’...