Büyük usta Çetin Altan geçtiğimiz pazar günü 2008 yılı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünü Başbakan Sayın Erdoğan ve Kültür Bakanı Sayın Günaydan aldı.
Çetin Beyin bu ödülü ve çok daha önemlilerini çok öncelerden hakettiğini yazmama gerek yok, bu konuya zaten girmeyeceğim; Sayın Başbakanın ödül törenindeki konuşmasının da muhteşem olduğunu bu arada belirtelim.
Çetin Altan törende yaptığı konuşmada Gönül ister ki, elli yıl sonra bu ödüle benim adım için büyük yanılgı olmuş denmesin, zaman gösterir bunu da mealinde bir değerlendirmede bulunmuş.
Bence Çetin Altan kendine büyük haksızlık etmiş.
Çetin Beyin büyük dehasıyla Türkiyeye yönelik kısa ama çok vurucu saptamaları mevcut; bunlardan birisi de teknik devletin karşıtı olarak kullandığı ve bizim devlet yapılanmamıza çok denk düşen kabuk devlet saptaması.
Unutmayalım Çetin Bey bu saptamayı günümüzden en azından otuz sene önce yapmış idi.
Bakalım Çetin Beyin otuz sene önceki kabuk devlet saptaması otuz sene içinde ne kadar eskimiş?
Ve, takdir-i ilahi, Çetin Beyin bu önemli ödülü aldığı gün Bolu civarlarında müessif bir helikopter kazası oluyor.
Polonyadan kiralanan ambulans helikopter çok tecrübeli bir pilotun varlığına rağmen maalesef düşüyor ve helikopterin enkazına ulaşmada yoğun kar ve sis nedeniyle sorun oluşuyor.
Basından öğrendiğimiz bilgilere göre düşen helikopterin enkazından kazadan sonra da bir sinyal gönderme süreci sürüyor ve bu sinyaller sayesinde de sorunlu noktaya ilgililer ulaşabiliyor.
Boluda yaşanan kazadan sonra da enkazdan sinyaller yayınlanıyor ama bizim yetkililer, güvenlik güçleri, sorumlular sinyalleri almakla birlikte enkazın yerini tespit edemiyorlar.
Ve ilginç bir şey oluyor, sinyaller Fransada bir merkezden tespit ediliyor ve bu merkez enkazın koordinatını bizimkilere veriyor, ilgililerimiz de helikopter enkazına ve iki pilotun cesedine ulaşıyor.
Bu helikopter sinyal haberi yani Fransadan sinyallerin yerinin tespiti haberiyle Çetin Altanın ödül töreni haberi gazetelerin birinci sahifesinde yan yana, alt alta yayınlanıyorlar.
Ve Çetin Altanın en azından otuz sene önce kullandığı kabuk devlet kavramı ne demek bir kez daha acı bir olay vesilesiyle anlaşılıyor.
Üstelik Türkiye devleti Güneydoğuda yaşananlar nedeniyle 1984den günümüze helikopteri bir savaş aracı olarak yoğun bir biçimde kullanan bir devlet.
Bir devlet düşünün ki iki milyona yakın memur istihdam ediyor, askeriyesi için sivil yargıya paralel bir askeri yargı icat ediyor, devlet görevlileri, subaylar için lojman, yazlık kamp, resmi araba, odacı saltanatını kuruyor, işine geldiği zaman rutin dışına kaçıyor, hukuku yok sayıyor, cinayetler işliyor ama düşen helikopterin sinyalini ancak Fransadan bir merkez tespit edip enkazın yerini bizimkilere bildiriyor.
Aynı devletimiz, aynı ordumuz yine 1984den günümüze Kuzey Irakta yuvalanan teröristleri imha etmek için bilmem kaç kez hava saldırısında bulunuyor ama ortada alınmış ciddi bir sonuç yok.
Bir önceki Genelkurmay Başkanı Sayın Büyükanıt, Kuzey Irak dağlarının BBG evi gibi olduğunu söylediğinden üç-dört ay sonra yüzlerce terörist sınırımıza yaklaşıyor, giriyor, eylem yapıyor, çok sayıda şehit veriyoruz ama bu giriş-çıkışları elektronik olarak denetleyecek bir sistemimiz anlaşılan hálá yok.
Olmadığını da pazar günkü kazada enkazdan yayılan sinyallerin yerinin ancak Fransadan tespit edilebilmesinden anlıyoruz; Büyükanıt döneminde de BBG evini anladığım kadarıyla ABD inşa etmiş idi, ABD sinyalleri kestiği anda da bizim asker kerterizsiz kalıyor.
Devlet içeride darbe yapabiliyor, muhtıra verebiliyor, resmi günlerde muhteşem törenler düzenliyor, komutanlar vatandaşı doğru yerde durmaya davet edebiliyor ama sinyallerin yerini de Fransa bize bildiriyor.
27 Nisan muhtırası ile Pazar günkü sinyal meselesini yan yana koyun ortaya bizim devletin çok net bir fotoğrafı çıkıyor.
Keşke son senelerde Harp Akademilerine bir kez de Çetin Altanı çağırsalardı da Çetin Bey kurmay subaylara kabuk devlet-teknik devlet ayırımını öğretebilse idi.