Her şey parçalanıyor.
CHP, bütün teşkilatlarıyla, milletvekilleriyle, yönetimiyle, belediye başkanlarıyla ağır sarsıntılar geçirerek bölünüyor.
Deniz Baykal’ın altından kolaylıkla kayan teşkilat bu kez daha zorlu bir çatlama süreci yaşıyor.
Kılıçdaroğlu, teşkilatı, halkı arkasına alarak Ecevit taktiğiyle etkilemeye ve yanına çekmeye uğraşıyor, bunu da başarma şansının büyük olduğu anlaşılıyor.
Ama sonuç ne olursa olsun CHP örgütü biçim değiştirecek.
Bu değişimden olumlu bir sonuç çıkar mı?
“Olumlu” sözcüğünden ne anladığınıza bağlı.
Eğer siz de benim gibi “olumlu” sözcüğünden, demokrat, hukuk yanlısı, barışı destekleyen, dini inkâr etmeyen, Kürtlerin eşitliğini kabullenen, yargı sultasına, ordu vesayetine karşı çıkan, dünyaya açık, ekonomik projeleri olan bir parti anlıyorsanız, CHP’den böyle bir yapı çıkması çok kolay gözükmüyor.
“Ulu önder” anlayışını benimseyen bir partiden çağdaş ve demokrat bir örgüt yaratmak öyle her babayiğidin harcı değil.
Çağdaşlığı, bir “yeme, içme ve giyinme” modeli sanan anlayışın bütün zihinsel yapısını değiştirmesi, çağdaşlık dendiğinde insan haklarını, ırklar ve mezhepler arası eşitliği, kişisel özgürlükleri, bireyin devletten önemli olduğu gerçeğini anlaması gerekiyor.
Ama neticede bu CHP’den ya da parçalanıp yeniden şekillenen CHP’den ya da bambaşka bir yerden “çağdaş” bir parti çıkacak.
AKP’nin “tek ilerici” parti olduğu bir Türkiye sağlıklı bir şekilde gelişemez çünkü.
Mutlaka AKP’nin karşısına, AKP’den daha “ileri” bir parti çıkması gerekiyor.
Demokratikleşme yolunda AKP durakladığında onu itecek, zorlayacak bir parti.
Zaten siyaset sahnesinin çalkalanıp durması, bu “yenilenme” ihtiyacından kaynaklanıyor.
Değişen toplum için değişen siyaset anlayışları, değişen partiler lazım.
Toplum kendi partilerini arıyor.
Toplumun içindeki değişim, siyasetin kabuğunu yırtıp parçalıyor.
Şu anda tek sağlam parti AKP gibi gözüküyor ama o da değişimi kendi hesaplarına uygun bir “ritme” sokmayı hedeflerse sonunda o da zorlanır.
Fiziksel bir deyişle söylersek, toplum genleşiyor.
Çeperine baskı yapıyor.
Erdoğan’ın ve çevresinin ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan “milliyetçi, muhafazakâr” takıntıları, sorunları çözmekte ciddi bir engel yaratıyor zaman zaman.
En ciddi Sünni dindarlar “zorunlu derse” karşı çıkarken, bu konuda Erdoğan’ın karar almaması “tabanın baskısıyla” açıklanamaz mesela, bu tamamen Başbakan’ın ve anladığım kadarıyla onun yakın çevresinin kendi içlerindeki “mezhep” takıntılarından kaynaklanıyor.
Ama ne Türkiye’nin sorunları erteleme lüksü, ne de Erdoğan’ın sorunları geçiştirme gücü var.
Sorunlar gerçektir ve “sanal takvimlere” bağlanarak çözümlenmez.
Türkiye çözüm bekliyor.
Üstelik mücadelenin en kıyıcı olduğu yer, çözümün hemen yanı başıdır.
Bela en çok burada çıkar.
Çünkü değişmemek isteyenler, değişim isteyenlere son güçleriyle saldırırlar.
Çözümün sınırına gelir de duraklarsanız, sonunda çözüme karşı olanların daha güçlü bir şekilde baş kaldırmasına yol açarsınız.
Bugün PKK bu sorunu yaşıyor.
Şu anda geldiğimiz çözüm sınırına ve barış ihtimaline çok daha önce gelebilirdik, PKK olmadık işler yaptı o aşamada, barışın süratlenmesine değil yavaşlamasına neden oldu.
Sonunda, Öcalan liderliğin gereğini yaparak karar verdi ve barışın yolunu açtı.
Ve, benim bilebildiğim kadarıyla ilk kez kendi örgütünün bir bölümünden bu kadar açık bir meydan okumayla karşılaştı.
Örgütün “TAK” denen birimi “ateşkesi tanımadığını ve tanımayacağını” açıkladı.
TAK’ın “ateşkesi tanımaması” ve terör eylemlerini sürdüreceğini açıklaması doğrudan Öcalan müzakere gücünü zayıflatmayı hedef alıyor.
PKK da, “böyle devam ederse TAK’ı cezalandıracağını” açıkladı.
Bu iki açıklama, eğer yeni bir gelişme olmazsa, PKK’nın bölünmesi ve örgüt içinde silahlı bir çatışma demek.
CHP’nin ve PKK’nın, birbirine hiç benzemeyen bu iki örgütün, aynı günlerde çatlaması bir tesadüf mü sizce?
Büyüyen, değişen, gelişen bir ülkede bölünmeler, parçalanmalar kaçınılmazdır, seksen yıllık bir rejimin dönüşmesini izliyoruz, her şey eskiyle yeni arasında çatlıyor.
Sancılı ama umutlu bir dönem bu.
Aslında bir parçalanmayı değil, bir toplumun her unsuruyla yeniden doğuşunu izliyoruz.