Bir gerçeği yok saymakla veya devekuşu gibi başını kuma gömmekle gerçek ortadan kalkar mı?.. Ya da, bir insanın gözlerini kapaması ile gündüz, hiç gece olur mu?..
Gayet açık ve net söylüyorum: Bugün, Türkiyenin en büyük sorunlarından birisi, kendinden başka herkesi yok sayma anlayışıdır!.. Kendini ya da yandaşlarını baş tacı yapan ama başkalarını yok sayan kişi ve kurumlar, hem gerçeklerden kaçıyorlar, hem de yok saydıkları kişi ve olaylarla yüzyüze geldiklerinde, şaşırmış numarası yapıyorlar!.. Oysa, şaşırmalarına hiç gerek yok... Çünkü o gerçek, orada zaten vardır!.. Ama, sen görmek istemedin!.. Zannettin ki; görmezden gelmekle, o kişi, kuruluş veya hareket yok olup gidecek!.. Hayır o kişi de, o kuruluş da, o hareket de yaşayacak ve büyüyecek... Kimbilir, bir gün çok fazla büyüyüp, belki seni de kuşatacak!.. Sen kalkmış; hâlâ görmezden geliyor, hâlâ yok sayıyorsun!.. Bir gün, kendinin de yok sayılacağını bile bile!..
ERTUĞRUL, ASLINDA SOSYOLOGTUR!
Bu girizgâhı, ilk önce Ertuğrul Özkök, daha sonra da akredite uygulayan kuruluşlar için yaptım...
Akredite uygulayan kuruluşları biliyorsunuz... Bazı gazeteleri, kendilerinden saymıyorlar... Dolayısıyla, yok sayıyorlar!.. Kendilerine yönelik eleştirel bir haber yayınlandığında da, akılları sıra görmezden gelmeyi sürdürüyorlar!..
Peki, onların yok sayması veya görmezden gelmesiyle, meselâ Vakit gazetesi yok mu olmuş oluyor?..
Tam aksine,
Bir kartopu gibi büyüyor!..
O halde, yapılması gereken ne?.. Hiç kimseyi yok saymadan, hiç kimseyi görmezden gelmeden, yapılan eleştirilere ve sorulan sorulara cevap vermek!..
Böylesi bir tavır, yıpranmayı da önler, halkın gözünden düşmeyi de!..
Dahası... Şu anda itibarlarının yüksek olduğunu zannedip başkalarını yok sayanlar, bir gün gelir, itibarlarının beş paralık olduğunu görüverirler!..
Öyle sanıyorum ki; yukarıda yapmaya çalıştığım durum tesbitini en iyi anlayacak olanlardan biri de Ertuğrul Özköktür!..
Çünkü Ertuğrul Özkök, Hürriyetin Genel Yayın Yönetmeni olmasının yanı sıra, belki de gazetecilikten daha çok ve daha önce sosyologtur!..
Malûm, bir sosyologun yapması gereken ilk iş de toplumdaki değişim sürecini iyi gözlemlemektir!..
Tabiî, bu gözlemi yapabilmek için toplumu iyi tanımak gerekir!.. Toplumun inancı nedir, tepkisi nasıldır, öncelikleri nelerdir vesaire...
Toplumu iyi tanımaz isen, ruh ve heyecanından habersiz olursan, yapacağın tahlil de yüzeysel kalır!..
Tıpkı, Ertuğrulun yaptığı gibi!..
Ertuğrul, bir yazısında, Gurur oylarının AK Partiye getirisi yüzde 8 mi? diye sormuş, 5 Şubat tarihli yazısında da, aynı soruyu gazeteler için sorup, demiş ki;
Gurur oylarının gazetelere getirisi nedir?
Yani gazete tirajlarını nasıl etkilemiştir?
Ya da şöyle sorayım:
Masadan kalkma olayına tam sayfa alkış tutan gazetelere ne getirmiştir, daha serinkanlı veren gazetelere katkısı ne olmuştur?
Birinci itiraz, DSP eski milletvekili Uluç Gürkandan geldi.
Gürkan, Abdullah Öcalanı Türkiyeye getirmenin, DSP oylarında 8 puan artış sağladığı tezine itiraz ediyor ve şunu söylüyor:
O günlerde DSP olaylarında ciddi bir artış vardı. Öcalanın yakalanmasından iki hafta önce yaptırdığımız bir ankette DSP oyları yüzde 20nin biraz üzerinde görünüyordu. Öcalan yakalanınca, bir ara bu oy yüzde 28lere çıktı. Ama seçimde yüzde 21in biraz üzerinde oy aldık. Yani, Öcalanın yakalanmasının DSPye getirdiği bir şey olmadı.
İkinci itirazı ise A&G Araştırma Şirketi yöneticisi Adil Gürden aldım.
Onun görüşü de şöyle:
Haklısınız, duygusal bir seçmenimiz var, zaman zaman duygusallığımız mantığımızın önüne geçiyor. Geçen Pazar günü seçim yapılsaydı AK Parti alabileceğinden 8-10 puan fazla oy alacaktı. Seçmenin bir bölümü bu sıcak gündem maddesinin etkisiyle duygusal davranacak, günlük sıkıntılarını unutarak AK Partiye yönelecekti.
APO OLAYI VE DSP İKTİDARI
Ertuğrulun diğer tahlillerini biraz sonraya bırakıp, örnek gösterdiği itirazlara yönelik bir itirazımı ifade etmek istiyorum...
Aponun Türkiyeye getirilmesinin DSPye hiçbir katkısı olmadı demek, gerçeği yok saymaktır!..
Evet, Ecevit, Aponun niye teslim edildiğini öğrenemeden ölmüştür ama, bu teslimatın iktidar keyfini de yaşamıştır!..
Rakamlar ortada:
DSPnin 1995 seçimlerinde aldığı oy oranı yüzde 14.6dır ve çıkardığı milletvekili sayısı da 76dır!..
Aynı seçimde, MHP de yüzde 8.2 oranında oy almış ve Meclis dışı kalmıştır!..
Aynı DSP, 18 Nisan 1999da, yani Aponun yakalanmasından sonra yapılan seçimde yüzde 22.1 oy almış ve 136 milletvekili çıkarmıştır!..
MHPnin oy oranı da, yüzde 8.2den yüzde 17.9a yükselmiş ve 4 yıl önce meclis dışı kalan MHP, çıkardığı 129 milletvekili ile iktidar ortağı olmuştur!..
Bu tablo ortadayken, bu milletin Aponun yakalanmasından duyduğu sevinç ve heyecanı yok saymak, ne siyasetçiliğe sığar, ne de sosyologluğa!..
Uluç Gürkan gibilere sorarım;
Önce Şehitler ölmez, vatan bölünmez sloganları atan, Apo yakalanınca da İmralı, Apoya mezar olacak diye bağıran MHPliler, bunun karşılığını hiç görmediler mi?..
Bu millet DSPye veya MHPye niye oy verdi ki?.. O sevinç ve heyecan olmasaydı, onları koalisyon ortağı yapar mıydı?..
Eğer, DSP zaten yükselişte idi ise, 3 Kasım 2002 seçimlerine gelindiğinde, niye yüzde 1 oy aldılar?..
Demek oluyor ki;
Alınan oylarda; sevinçlerin, heyecanların ve coşkuların büyük rolü vardır!..
Ya da, tepkilerin!..
Sorarım size;
AK Parti, 27 Nisan gecesi yayınlanan e-muhtıraya, hemen ertesi günü aynı sertlikte cevap vermeseydi ya da bu millet 367 hokkabazlığına tepki göstermeseydi, AK Parti, yüzde 47 oy alabilir miydi?..
Ne yapalım ki, millet, bizim milletimiz!..
Onun da böyle hassasiyetleri var işte!..
DAVOSUN TİRAJLARA YANSIMASI
Gelelim, gazetelerin tirajı meselesine!..
Ertuğrul diyor ki;
Birkaç fanatik gazete ve gazeteci dışında, bazıları, manşetten Erdoğana tam sayfa alkış tutarken, yazarlarının bir bölümü, daha serinkanlı, hatta eleştirel değerlendirmeler yaptı.
Başka bazılarında ise tam tersi oldu.
Peki, bu olayın gazete tirajlarına getirisi ne oldu?
Erdoğana, coşkulu bir destek veren gazetelerden Star o gün 11 bin, Vakit 9 bin, Yeni Şafak 7 bin, Tercüman 2 bin gazete fazla sattı.
Buna karşılık, olaya daha serinkanlı bakan Hürriyetin satışı 30 bin, Milliyetinki ise 25 bin arttı.
Birinci sayfasının neredeyse tamamını Erdoğana ayırarak, Birileri bunu söylemeliydi manşetiyle çıkan Posta gazetesi de 30 bin, Sabah 30 bin, Vatan ise 18 bin gazete fazla sattı.
Peki bunlara bakarak, hangilerinin halkın hissiyatına tercüman olduğunu söyleyeceğiz?
30 bin fazla satanın mı, yoksa 7 bin fazla satanın mı?
Tabii, tezgâhta 20 bin satan gazetenin tirajı o gün 7 bin artmışsa, onun yüzdesine mi bakacağız?
Ertuğrul demeye getiriyor ki;
Bazıları, bizim İsrail ağzı kullandığımızı söylese de, Davos olayında, biz herkesten fazla sattık!
Hadiseye yüzeysel bakarsan, Ertuğrulun dediği doğrudur... Ama Ertuğrul; eğiyor, büküyor, yontuyor, çarpıtıyor ve olayı asıl mecrasından saptırıyor!..
Şöyle bir örnek vereyim:
Bir işveren, işçilerinin her birine yüzde 10 oranında zam yapmış... Ama işçilerden bazıları 500 lira alıyor, bazıları da 150 lira!..
Peki, yapılan yüzde 10 zam nasıl yansır işçilerin ücretine?..
150 lira alan 165 lira almaya başlar... Çünkü yansıma, 15 liradır!..
500 lira alan ise, 550 lira almaya başlar... Çünkü yansıma 50 liradır!.. Bir işçi; şimdi bu tabloya bakıp da, ben daha çok zam aldım diyebilir mi?..
Diyemez... Çünkü, onun ücreti zaten yüksekti!..
Bu da, öyle bir şey... Ertuğrul, Biz çok sattık diyor... Aslına bakarsanız; biz, Hürriyetten daha çok sattık... Bizim, fazladan 9 bin sattığımızı yazmış... Eğer Hürriyetin tirajına vurursak, biz 90-100 bin satmışız demektir!..
Kaldı ki; 30 bin fazla da satamazdık... Çünkü bayilerde o kadar Vakit bulunamazdı!..
GÜNDEMİ, ÇOK SATANLAR BELİRLESEYDİ!
Gelelim, olayın başka boyutuna...
Ertuğrul, terazinin bir kefesine Erdoğana coşkulu destek veren gazeteleri, diğer kefesine de serinkanlı gazeteleri koyup, soruyor: Bunlardan hangileri halkın hissiyatına tercüman oldu?..
30 bin fazla satan mı,
7 bin fazla satan mı?
Kusura bakmasın ama, Ertuğrul burada da sap ile samanı birbirine karıştırıyor!..
Çünkü halk; hangi gazetenin olayı nasıl verdiğine bakarak değil, o coşkuyu görmek için gazete aldı...
İnsanlarda, öyle bir sevinç, heyecan ve coşku vardı ki, hiç kimse kim delikanlıdır, kim serinkanlıdır, bakmadı bile!..
Hani, denilebilir ki;
Bulduğu gazeteyi aldı!
O heyecan olmasaydı, demek oluyor ki; Vakitin 9 bin gazetesi iade olacaktı... Ama Hürriyetin 30 bin gazetesi bayilerde kalacaktı!..
Şunu söylemeye çalışıyorum:
Seçim sonuçlarını veya Türkiyedeki gidişatı, eğer çok satan gazeteler tayin ediyor olsaydı, Tayyip Erdoğanın siyasi hayatı bitmişti ve Erdoğan, muhtar bile olamazdı!..
Ama, sonuç ortada:
Erdoğan, bugün yüzde 34 ve yüzde 47 oy oranlarıyla iki defa başbakan olmuş bir siyasetçidir!..
Öyle umuyorum ki;
Davostaki dik duruşun sandığa yansıması da, umulduğundan çok fazla olacaktır!..
Ve son söz: Ertuğrul Özkök, iyi ki sosyolog olarak kalmamış... Çünkü, gözlemleri hiç sağlıklı değil!.. İşin garibi, gazeteci olarak da yanlış teşhis koyuyor ve elbette sonuçları da yanlış oluyor!..
Dua etsin ki;
Az satan ama hem toplumun hissiyatını anlayan, hem de lokomotif olan gazeteler var!..
Dedim ya; eğer meydan Hürriyet gibi gazetelere kalmış olsaydı; Erdoğan bugün muhtar bile değildi!..
Ertuğrula tavsiyem; halka ve olaylara ideolojik bakmayı bırakıp, en azından objektif bakmaya çalışması!..
Yoksa; 500 bin, 50 bine iniverir!..
Artık vazgeçin, başkalarını yok saymaktan!..
Taklit, asılın yerini tutmaz
Olmuyor işte... Sokma akıl bir türlü akıl olmuyor... Hele çakma akıl hiç olmuyor!.. Herkese kendi aklı lâzım.
Görüyorsunuz işte... Kendileri bir türlü proje üretemeyen CHPliler, AK Partinin kuyruğuna takılmış, onu taklit etmeye çalışıyor... Kimi çarşaflıya rozet takmakla, kimi her mahalleye Kuran kursu vaat etmekle meşgul!..
İyi de, bu adamlar hiç bilmezler mi ki; taklitler veya fotokopiler, hiçbir zaman asılın yerini tutamaz!..
Ne kadar başarılı taklit etseler de, nihayetinde iyi bir taklitçi olmaktan ileri gidemezler!..
Bu açıdan baktığımızda, CHP, çakma bir AK Parti oldu yönündeki eleştirilere katılmamak mümkün değil!.. Hani, sokma da olsa, çakma da olsa, keşke asla uygun davranabilseler!..
Ama, dedim ya, olmuyor işte... Bir gün geliyor; Sefa Sirmen, Habertürk ekranına çıkıp; Her mahallede Kuran kursları da olan evlerde, eğer istek olursa içki servisi de yapılabileceğini söyleyiveriyor ve böylece, çakma bile olamayacağını gösteriveriyor!..
Şu hâle bakın: Kuran ve içki aynı çatı altında!.. Sonradan olma olursan, böyle olur işte!.. Adam, Kuran-ı Kerimin içkiyi haram saydığını bilmiyor ki!..