Cumhurbaşkanı 20.01.2021’de Ankara’da Kültür ve Turizm Bakanlığı 2019-2020 Özel Ödülleri Töreni’nde önemli bir konuşma yaptı ve özellikle Türkçenin önemine vurgu yaptı. İlgilenenler konuşmanın tamamına https://tccb.gov.tr/konusmalar adresinden ulaşabilirler.
Bu arada, Türk dili ve medeniyetinin temel taşlarından biri olan Yunus Emre’nin vefatının 700. yılı sebebiyle 2021 yılının, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından anma ve kutlama yıldönümleri arasına alındığı hatırlatıldı. Ayrıca Erdoğan, 2021’in “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak kutlanması yönünde genelge yayınladı. Bu gelişmeler önemli.
“(…) Çinli mütefekkir Konfüçyüs’e atfedilen şu kıssanın dil, kültür, beka ilişkisini göstermesi bakımından son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Bir gün Konfüçyüs’e sorarlar, bir memleketi idare etmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu? Büyük filozof bu soruya şöyle cevap verir: İşe dil ile başlar, önce dili düzeltirdim. Çünkü dil düzgün olmazsa kelimeler düşünceyi düzgün anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa yapılması gereken vazifeler iyi yapılmaz. Gereken yapılmazsa ahlak ve kültür bozulur. Ahlak ve kültür bozulursa, adalet yolunu şaşırır. Adalet yanlış yola saparsa halk güçsüzlük ve şaşkınlık içine düşer, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.
Evet, diline sahip çıkmayan, dilini zenginleştiremeyen milletler tıpkı kökleri kuruyan ağaçlar gibi esen rüzgârlar karşısında devrilmeye mahkûmdur. Peyami Safa bunu dilini kaybeden bir millet her şeyini kaybetmiş demektir diyerek ifade ediyor. (…) Bunu kaybettiğimiz anda evet biz kendimizi kaybetmiş oluruz. (…) Bugün geldiğimiz noktada gençler bir asır önce vefat eden dedelerinin mezar taşını dahi okuyup, anlayamaz durumdadır. Sadece gençlerimiz değil, üniversite mezunu insanlarımız bile 70-80 sene evvel yazılan eserleri okurken zorluk çekiyor. Çoğu insan bırakın Yahya Kemal’i, Ömer Seyfeddin’i, Fuat Köprülü’yü, Ziya Gökalp’i, nispeten daha sade eserler bırakan Necip Fazıl’ı, Peyami Safa’yı, Tanpınar’ı dâhil, sözlük yardımı olmadan anlayamıyor. Bu vahim tablo son yıllarda kullanımı giderek yaygınlaşan sosyal medya dili ve plaza dili ile daha da kötüleştirmektedir. Forward etmek, down olmak, set etmek, aksiyon almak gibi ne Türkçeye, ne de İngilizceye uyan tuhaf bir dil ortaya çıkmıştır, ben de anlamıyorum. Aynı şekilde kısaltma bahanesiyle uydurulan ve ne olduğu anlaşılmayan harf yığınları sosyal medyayı istila etmiştir. Dilde müstevlilerin adeta mahkûmu durumundayız. Elbette başka dillerden kelime almak bir kusur değil, aksine bir zenginliktir. Dilin sesi ve cümle yapısını, yani Türkçenin mayasını bozmadığı müddetçe esasen bunda bir beis de yoktur. Hâlbuki burada Türkçe fiiller ve kelimeler yerine yabancı dildeki karşılıkları ikame edilmekle kalınmıyor. Asıl Türkçemizde olmayan zaman ve cümle yapılarıyla dilimiz özü tahrip ediliyor. (…) Merhum Cemil Meriç’ten ilhamla söyleyecek olursak, bugün dilimiz perişan, mefhumlar kaypak, kelimeler ise köksüzdür. Günümüzde siyasetten sanata, beşeri ilişkilerden eğitime kadar pek çok alanda karşılaştığımız sıkıntıların temelinde işte bu dil meselesi vardır. Bu sorunu çözmeden, dilimize hak ettiği dikkat ve rikkati göstermeden diğer konularda da mesafe alamayız. Şayet millet olarak bizim bir kültür davamız varsa işte öncelikle Türkçeden başlamamız gerekiyor. Dilimize sahip çıktığımız ölçüde kültürümüze, kimliğimize, tarihimize, sanatımıza da sahip çıkabileceğimize inanıyorum. (…) Yaşayan bir varlık olan dil her canlı gibi emek ister, beslenmek ister, korunmak, geliştirilmek ister. Bu konuda siyasetçilerden bilim adamlarımıza, gazetecilerden üniversite hocalarımıza, ailelerden öğretmenlerimize kadar birçok kesime önemli görevler düşüyor.
Evet, Cumhurbaşkanı böyle diyor. Ama AK Parti Genel Başkanlığı adına avukatları ve Kadın kolları, KADEM ve AK Parti il kadın kollarından birilerinin suç duyuruları üzerine hakkımda açılan bir iki dava var. Sorunun kaynağında anladım ki “Türkçe” var. Bu yazı ile ilgili benim savunmamın özetini şöyle: Benim yazımda, müştekilerden her hangi bir kişinin adı geçmiyor. Müştekiler, yazıdan hemen sonra değil, günler sonra sürece dahil oldular. Zaten eleştiri konusu olan yazıda ifade çok açık ve net “AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler”. Burada bir AK Parti ve “AKP” ayırımı var. Bu ayırımı ilk yapan da ben değilim. Yazının başlığı da “bu” “AKP’nin Papatyaları” ile ilgili. Bu ifadeyi kim niçin ve nasıl üstüne alınabilir! Başka bir cümlede başka bir ifade var. 3 holding adı zikrediliyor. Bunlar LGBT’ye İK’larında pozitif ayırımcılık yapılma kararı alan ve bunu açıklayan kuruluşlar. Bunlar “LGBT+” diye tanımlanan İslam ve diğer dinler, halk nezdinde “fuhuş, fahişelik ve fuhşiyat” olarak tanımlanan bu işler ile ilgili, İngilizce kelimelerin baş harflerinden oluşan bir tanımlama yerine “bu fahişe ve türevleri” ifadesi kullanılarak, “Yeşil sermaye” olarak tanımlanan dindar iş çevrelerine hitaben, onlar LGBT’ye sahip çıkarken, siz bizim kaynaklarımızda fuhşiyat ile tanımlanan bir işle meşgul olan “bu fahişe ve türevlerine karşı” ne yapıyorsunuz diye sormam müştekileri niye ilgilendiriyor? Bu ifade; LGBT’ye karşı bir aksiyon göstermeyen ilgili holdingler ve dindar işadamlarını ilgilendirir.
Ben MÜSİAD’ın İstişare Kurulu üyeliği de yapan bir kişiyim. MÜSİAD’ın kurucu başkanı da bu ifadeleri kendi üzerine almadı, bir sorumluluk daveti olarak gördü.
Zaten yazı çıktıktan günler sonra, bir gazetecinin Twitter hesabından bir Twiti ile gündeme geldi, sonra “Trol” diye tanımlanan çevreler devreye girdi, ardından Media devreye sokuldu, daha sonra AK Parti’den tepkiler geldi. En sonunda da 81 il başkanı, aynı planın bir parçası olarak bu linç kampanyasına alet edildiler. “İlk okununca, duraksamadan anlaşılan kişi ya da topluluk” dava ehliyetine sahip olur. Matufiyet açısından da bu şart. Burada böyle bir şey yok. Zaten örgütlendirilip görevlendirilenler dışında kimse de bu konu ile ilgili kendi iradesi ile bir inisiyatif kullanmamış.
Tamamen sistematik, örgütlü ve planlı bir hareketle karşı karşıya kaldım. Organize bir iş sözkonusu. Müşteki olanların bazıları ve görevden ayrılanlar açıkça bunu dile getiremeseler de yakın çevreleri yaşanan süreci kendi aralarında konuşuyorlar ve yarın, er ya da geç, bu işin içyüzü ortaya çıkacaktır.
İfademde, AK Parti’yi “aklayıcı, ayrı tutucu, ötekilerden izole etme çabası ile suçlanan kesimi tasrih edici bir dil kullanılmış”tı.
Neyse, sanırım asıl sorun Türkçe öğretmenlerinde ya da müfredatta!?. Konuyu bu yönü ile Milli Eğitim Bakanına, yasa dili ve iddia makamı yargı dili açısından Adalet Bakanına arz ederim.