Ramazan ayı; başı rahmet, ortası bereket ve sonu mağfiret(bağışlama) olan bir oruç ayıdır…
Bu ayın rahmet, bereket ve mağfiret izdihamından kim ne kadar pay alacak, kim pay alamayacak, bunun bir kriteri var mı?
Mesela garip-gurebanın ibadeti ile zenginlerin ibadetlerinden hareketle şu soruları soralım:
—Dağdaki çobanın orucuyla sırça köşkte dört başı mamur hayat sürenlerin orucu bir olur mu?
— Bin bir güçlükle, borç para alarak veya taksitle kesilen kurbanla, hiçbir zahmete gark olmadan kesilen kurban arasında bir fark var mı?
—Zengin olma şartını beklemeden, üç beş kuruşunu biriktirip umreye veya hacca gidenle, “turistik seyahat” mantığıyla bu vazifeleri yerine getiren bir olur mu?
—Kışın soğuğunda varoşlarda sabah namazını eda edenle, klimalı(mükeyyef) evlerde namazlarını eda edenler bir mi?
Bütün bu soruları sorarken elbette zenginliği ve zenginleri zem edip fakirliği taltif etmek değil, hali vakti yerinde olanların ve olmayanların “ibadetlerindeki samimiyet ne olmalıdır” hususudur!
Kendimize şu soruları da sormamız gerekmez mi?
—Orucun açlıktan ibaret olamaması için neler yapmalıyız?
—Kurbanın katliam olmaması için nasıl bir yöntem belirlemeliyiz?
—Namazın bedeni jimnastikten ibaret olmaması için nasıl bir motivasyona ihtiyacımız var?
—Haccın ve umrenin turistik seyahatten öte anlam taşıması için neler yapmalıyız?
İbadetin zengine ve fakire göre tasnifi varsa; bu tasnif, ibadetin yüklediği sorumluluklarla alakalıdır. Bu sorumluluktan dolayı bazı zenginler zenginliği çoban olmaya, bazı fakirler ise fakirliği zengin olmaya yeğlemişlerdir. Bu manada İbrahim Ethem Hazretlerinin sultanlığı terk etmesi ilginç bir örnektir.
Kölenin hakkını koruyamayan efendi misal; bazen efendi köle olmayı yeğleyebilir! Zira sorumluluk çok büyük!
Türkiye’de zaman zaman “dağdaki çoban ile benim oyum bir olur mu” diyen elitstler olmuştur. Oruç için böyle bir kıyas mümkün mü veya doğru mu?
Tabi, iş ibadetle alakalı olunca bu kıyası yapmak oldukça zordur. Neticede biri vatandaşlık görevi, diğeri ise kulluk!
Olaya ibadet boyutuyla bakarsak; vatandaşlık görevi ile kulluk görevi arasında birçok paralellikler kurulabilir. Kırmızı ışıkta geçmenin yasak olduğunu bilen vatandaş, aynı zamanda kırmızı ışıkta geçmenin dinen sakıncalı olduğunu bilen bir kuldur. Yasaları ihlal, kul hakkını ihlal sayılabiliyor…
“Zarurat-ı diniyeyi”(dinde asgari gerekli olanı) öğrenmekle mükellef olan kul, asgari vatandaşlık bilgisine sahip olması gereken birey de vatandaştır. Herkes imkânı, genişliği, bilgisi, gayreti ve samimiyeti ölçüsünde faydalı olur. Zenginin sorumluluğu ile fakirin sorumluluğu bir olmaz ve sorumlulukları yerine getirdiği ölçüde dereceleri orantılıdır…
Kulluk ve vatandaşlık paradigmasında ölçü; bilgi, şuur, ihlâs ve samimiyettir. İyi bir kul, aynı zamanda iyi bir vatandaştır…
Bu manada dağlı ve şehirli ayrımı olmaz. Bir kinaye olarak artık “dağdaki çoban” deyimi çok derin anlamlar ifade etmemekle beraber, şehirli kozmopolit geçinen nice “KAZMAPOLİT” şahsiyetler de vardır!
İnanın dağdaki çoban ekonomiyi kendi çapında okuyabilmekte, bu “çobanlar”, gıda gibi asgari yaşam koşullarını belirleyen kalemlerde piyasa koşullarını şehirde yaşayanlardan daha iyi takip edebilmektedir. Hatta siyaseti de bu manada medyanın yoğun bilgi bombardımanıyla daha iyi okuyup algılayabilmektedirler. Artık dağdaki çoban; doğada, piyasada çobandır…
Aslında “Hepimiz çobanız ve hepimiz sürümüzden mesulüz” dersek, Hz. Peygamberi de (s.a.v) anmış oluruz.
Kulluğu sınamak adına, elimizde “iman maksimizasyonunu” ölçen elektronik “İMANOMETRE” sayacına sahip olmadığımıza göre, “herkesin vicdanı da kendi polisi” olmalıdır.
Sorumluluğumuz; Allah’ın bize öğrettiği ve öğrenebildiğimiz kadardır. Herkesin kendi şartlarında sorumluluğunun artığını söylemeye çalışıyoruz! “Yaptıklarımızın ve yapabildiğimiz halde yapmadıklarımızın hesabını vereceğimiz güne” hazır mıyız?
"O Ramazan ayı ki, insanları irşat için, hak ile batılı ayırt eden, hidayet ve deliller halinde bulunan Kur'an onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya erişirse oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diliyor, zorluk dilemiyor. Bir de o sayıyı tamamlamanızı ve size gösterdiği doğru yol üzere kendisini yüceltmenizi istiyor. Umulur ki, şükredesiniz!" Bakara suresi 185