Hiçbir şey yoktur ki, Allah’ın ilminin dışında gerçekleşsin! Deprem olsun, diğer doğal afetler olsun, her şey Allah’ın kudret ve iradesiyle gerçekleşmektedir.
Çok yakın geçmişte yaşanan Van depremi için çok şeyler yazıldı, çizildi. Yorumlarıyla sınırları zorlayanlar olduğu gibi gayet akılcı, sağduyulu yaklaşımlarda bulunanlar da var ve bunlar çoğunluktadır…
İlahi dengede sebepler olmadan sonuca ulaşılmaz. Mesela; depremler, volkanlar olmasaydı yerküre sıkışır ve paramparça olurdu. Dünya diye bir şey kalmazdı. Tabii(doğal) denge denilen şey budur. Bütün yaratılmışlar, bu dengenin sebep-sonuç ilişkisinin bir parçasıdır. Her şeyin bir takdiri vardır. Buna da “kader” diyoruz. Kader çizgisinde Allah’ın koyduğu hudutlar dairesinde kulların sorumluluğunu gerektiren ödevler vardır. Van depremi özelinden hareketle bu konuya azıcık değinelim.
Deprem enerji yoğunluğunun sıkışıp daha sonra boşalmasıdır. Kuranın tabiriyle “yerin ağırlığını dışarı çıkarması” hadisesidir. Merak edenler mutlaka Kuran’daki Zilzal(deprem) Suresi’ni okusunlar!
Haddizatında “tabiat kanunu” denilen şey, bizatihi Allah’ın kanunudur, sünnetullahtır. Allahın külli dengesinin bir parçasıdır. Dengeleri koyan O’dur. Afetlerin olağandışı veya olağanüstü oluşu, bu külli dengenin içinde gerçekleşen çok cüzi bir parçadır. Bu bağlamda deprem, elbette İlahi bir ikazdır. Sadece doğal afetlerde hayatını yitirenler değil, her insanın ölümü de ilahi bir ikazdır. Muhatap insandır. “Dünyayı ve maverayı ona göre şekillendirin” anlamında bir uyarıdır…
“Deprem şu sebeple oldu” deyip ilahi ikazın sınırını daraltmak, mesajı yanlış okumaktır ve bu son derece yanlıştır. Allah’ın hududuna müdahil olmaktır. Bizim bilgimizi aşan bir konu hakkında ileri geri konuşmaktır. Allah neyi niçin murat ettiğini biz bilemeyiz.
Bu ikazın bizi ilgilendiren “cüzi” boyutu vardır, ilgilendirmeyen “külli” boyutu vardır. Kul(birey) olarak bizi ilgilendiren boyutu, doğal afetlere karşı tedbirimizi almaktır. Mesela; Van depremi…
Van depreminde inşa ve imar hatalarından kaynaklı kayıplarımız, alınmamış tedbirin bir sonucudur. Bizi ilgilendiren boyutu tedbir olmadan tevekkülün olamayacağıdır. Tedbir almadan işi oluruna bırakmaya “tevakül” denir. Kolaycılıktır, tembelliktir, dinde yeri yoktur…
Tedbirle ilgili iki çarpıcı örnek verelim.
Hz. Ömer bir bölgeye gidilmesin diye emir verir. Bunun üzerine Ebu Ubeyde “Ey Ömer, Allah’ın kaderden mi Kaçıyorsun?” sorusuna, “Evet, öyle ama Allah’ın bir kaderinden kaçarken öbür kaderine doğru gitmekteyiz” cevabını verir. Hz. Ömer vebalı bölgeye girenleri orada kalmalarını, dışarıdakilerin ise içeri girmemelerini söyleyip bölgeyi karantinaya almıştır. Hastalığın yayılmaması için birinci derecede tedbir almıştır.
Yine Hz. Peygamber bir bedeviye “deveni nereye bıraktın” diye sordu. Bedevi “Allah’a emanet ettim” der. Allah Resulü “deveni önce bağla, sora Allah’a tevekkül et” diye uyarıda bulunur. Demek ki tedbir olmadan tevekkül olmaz.
İlahi ikazı “tedbir ve tevekkül” dairesinde okumak lazım!
İlahi mesaj; zorluklara karşı mücadeleyi sabırla, nimetlere karşı şükrümüzü infakla, belalara karşı hamdımızı sadakayla, dayanışmayı birbirimizle yardımlaşarak, acılarımızı ve sevgimizi paylaşarak bir hayatı yaşamamızı telkin eder. İlahi mesaj; topyekûn bir kardeşliği, toplumsal barışı öngörür...
İlahi mesaj; “tedbiri ve tevekkülü” öngörür.
Tevekkülün hinterlandı bütün hayatımızı kuşatır. Ömrümüzün bereketi, hayatımızın ruhudur.
Tevekkül; sebep sonuç ilişkisinin en doğru şekilde işletilmesidir.
Tevekkül; maddi ve manevi boyutuyla hayatımızın tüm altyapısıdır.