Aslında meridyenleri paralellerden daha kıymetli ve fonksiyonlu görürdüm. Fakat 17 Aralık sonrası paralel bir adım önde olacak sanırım.
Değerli bir hocamın diline pelesenk yaptığı meşhur bir lafı vardı: "Menfaatler çatışmasaydı insan insanı nasıl tanırdı?" Bir başka abim-hocamın ilaveten şu sözünü de zikretmeliyim: "Her insanın içini dışına vurduğu bir sarhoşluk anı vardır." Üstüne şu sözü de iliştirelim: "Zaman, üstüne bastığı yeri eskittiği müddetçe hiçbir tecrübe nihayet bulmuş değildir." Neden bu sözleri paylaştım sizinle? Devamını okuyun, kendiniz karar verin…
Daha evvel "Hizmet" ifadesini kullanmaktan vazgeçtiğimi zikretmiştim. "Cemaat" ifadesini kullanmaktan şimdilerde vazgeçtim. Başka cemaatler de var, isimlerinin kirlenmesine sebebiyet vermek istemem. "Örgüt" tabiri "Abi" rütbesi ile kurulu paralel düzene uygun ama ben yine de terör gruplarını çağrıştırdığı için insaf edip o tabir yerine kendileri tarafından da benimsenen "Camia" sıfatını kullanacağım. Ne de olsa bu camianın içinde çok değerli ve fedakâr insanlar var. Bu güne dek Allah rızasından başka bir umarı olmayan, değil bir topluma bir insana dahi zarar vermektense heder olmayı yeğleyen pek çok değerli şahsiyetler var. Fakat camianın bu vitrini kullanıp başka maksatlar peşinde iz sürenler… Sayıları pek az ama dümende yer tutanlar, camianın politikalarını belirleyenler bunlar.
Gülen camiası yola koyulduğu andan itibaren hiçbir zaman sosyal hedefli bir cemaat olmadı. Ne kadar büyüdüler, güçlendiler ise de toplumsal zeminde bir kültür ve maneviyat iklimi oluşturamamaları bunun açık delili. Camianın en temel hedefi siyasi idi. Fakat bilindik tarz ve yöntemlerin dışında bir siyasi hedef. Bu maksada ulaşabilmek için çok muazzam bir algı dünyası ve inanç+eğitim+finans üçgeni üzerinde kurulu bir sistem oluşturuldu…
İnanç ve eğitim paralelinde hem halk hem de kendi tabanında önemli bir kabul gördü. Özellikle alt taban oldukça samimi ve fedakâr teslimiyetle rıza-i ilahi peşindeler. Buna ben de gönülden inanıyorum, ki maksatlarından hâsıl olan sevabı aldıklarına dair kuşkum da yok. Fakat camianın çoğunluğu bu türden insanlardan oluşmasına rağmen onlar üzerinden siyaset güdenler en çok bu alt tabanın haklarını ve hüsn-i niyetlerini tarumar etmektedir.
Camianın bilinen teşkilatının dışında bir de özel oluşturulmuş bir teşkilatı var. Bu teşkilata isteyen herkes dahil olamaz. Camia özel teşkilatının üyelerini kendi seçer. Erken yaşlarda tespit edilen zeki ve cesur çocuklar en üst düzeyde tedbir alt yapısı ile yerleştirilmesi öngörülen kritik birim ve kurumlar için özel olarak yetiştirilirler. Bu çocuklar camianın kendi kurumlarında da okutulmaz genellikle, tedbir nizamı böyle gerektirir. İlgili kurumlara yerleşseler dahi tedbir manevraları devam eder. Bu kişiler gerekirse camia aleyhinde dahi konuşma hatta icraat yapma serbestîsine de sahiptirler. Dindar kimliklerini tespit etmek de zordur, tedbir boyutu bu konuda da önemli. Gün gelir gerekli vazife kendisine verildiğinde tedbirli duruşunu muhafaza etmek suretiyle cesurca duruşunu sergiler. Bu gün "varsa bir iddiaları delil göstersinler" derken bu tedbir kültürüne güvenden kaynaklanıyor.
Kendini camiaya feda etmiş bu yetişmiş insanlar her türlü fedakârlık ve dirayetlerine rağmen şiddet yanlısı değillerdir. Efendi kişilikleri daha çok dikkat çeker. Daha çok basın destekli hukuk manevraları ile kamuoyu oluşturmayı tercih ederler.
Gel gelelim 17 Aralık paraleline…
Camia on yıllardır izini sürdüğü siyasi erki elde etmek için yurtiçi ve yurtdışında altyapılarını tamamladı. Erdoğan'ın siyasi istikrar ve dirayetinden istifade ile Ergenekon vesayetini tasfiye etti. Hükümet bu süreçte camiaya çok çabuk teslim oldu. En ufak meselelerde dahi onlara danışarak yol haritasını belirler oldu. Bu arada liste liste kadrolaşmalar da beraberinde geldi. Camia tedbir kültürü ile yoğrulmuş bir alt yapıya sahip olduğu için AK Parti ile en yakın olduğu dönemlerde dahi kendini garanti altında tutmak için malzemeler toplayıp arşivlemiş. Ola ki bir gün hükümet camiaya sırt çevirirse o vakit bu arşivler peyderpey masaya konacaktı. Bugün bu arşivlerin senaryoları gündemde… Camiaya birçok lobi yeni malzemeler taşımakla meşgul.
Camia, bir fabrika kurmaktansa fabrikatörü camiaya kazandırmanın daha pragmatik olduğu felsefesinden hareket ediyor. Bu felsefe siyasi hedefler için de benzerdir. Partili siyaseti değil, vesayet siyasetini tercih ediyor. Doğrudan bir parti kurup siyaseten iktidar yolu aramaktansa herhangi bir siyasi parti liderini camiaya kazandırmak suretiyle iktidara yön vermek ve ülkenin kaderini belirlemek çok daha makul bir tercihti. Pekâlâ, Başbakan Erdoğan'ı camiaya kazandırmak suretiyle bu tercih gerçekleşmiş olacaktı.
Fakat bazı şüpheler doğdu zamanla… Camiaya danışılmadan belirlenen politikalar ve atamalar pürüzler oluşturmaya başladı. Özellikle İsrail ile olan gerilimler ve İran ile olan ilişkilerde camianın tavırları pek izah edilemedi. Hâlbuki Başbakan ve kurmayları daha yumuşak siyaset gütseler de Merhum Erbakan Hoca'nın ekolünden beslenmişlerdi ve bu ekolun Siyonizm'e bakış açısı belli. "One Minute", "Mavi Marmara", "Oslo Görüşmeleri" sürecinde işler değişti. Camiaya göre Hakan Fidan, Ahmet Davutoğlu ve Beşir Atalay Başbakan'ın aklını çelmişti. Sonuç itibariyle Başbakan geri vites attı ve peyderpey camianın kadrolarını pasifize etmeye başladı. Bu tasfiyeler üç yıldır devam ediyordu zaten, 17 Aralık sonrası biraz daha yoğunlaşmış oldu.
Camia tam arzuladığı hedefe kavuşmak üzereyken biri çıktı: "Asla buna izin vermem" dedi diye davasından vazgeçecek değildi. Bir şekilde önlerindeki bu engeli aşılacaktı. Halktan gördüğü itibar ve teveccühü yerle bir etme riskini dahi almakta tereddüt etmeden kılıcını çekti ve sahaya indi. Eğer AK Parti'yi iktidardan etmeyi bir şekilde başarırsa bundan sonra kurulacak hükümetlere gözdağı vermiş olacaktı. "Sizin kaç seçimdir alt edemediğiniz iktidarı ben birkaç ayda çökerttim. Ona göre ayağınızı denk alın" kılıcını göstermiş olacaktı.
Ben Başbakan'ı tebrik ederim. Böyle bir şantajla karşılaşmasına rağmen dik durmayı yeğledi.İktidarı kaybetme riski de alsa devletin vesayetten tümüyle arınması adına kararlılığını ortaya koydu. Nitekim vesayetten arınmış devlet milli iradeyi daha çok belirleyici kılacaktır. Ve milletin iradesine sahip çıktığı bir rejimle ancak istikrar yakalanmış olacaktır.
Aziz milletimiz eskiye nazaran maskeli yüzleri maskesizlerden çok daha mahirane ayırt edebilmede oldukça tecrübelidir…
Oyunu oyunlara göre belirlemeyen bir millet, iradesine sahip çıkmayı bilir.