DEVLET TERÖRÜ!

Garip bir memleket burası…
Yöneteni, yönetileni garip!
İnsan çok sevse de böyle bir ülkede yaşadığı için mahcubiyet duyuyor bazen…
Huzursuz oluyor, işkilleniyor…
Neye karşı kenetlenmemiz gerektiğine dahi karar veremememize içerleniyor!
Bu ülkede çok derin bir çete var; hem de -asker-sivil, muvazzaf ya da tekaüt- devletin memurları tarafından yönetilen eli sopalı bir çete.
Görevi ise halkın seçtiği iktidarları deyim yerindeyse adam etmek, uslandırmak…
Çoğu zamanda sığınılacak tek limanın asker olduğuna milleti ikna etmek.
Kimseden sakınılmıyor bu mesele zaten, kimseden gizlenmiyor. Pervasızca bir başıboşluk, fütursuca bir cesaret bahşedilmiş onlara.
Uyguladıkları eylemlerin en sarih adı “devlet terörü.”
Kritik dönemlerde toplumun bam teline dokunacak kritik ölümler gerçekleşiyor, bir yerlere mesaj verircesine!
Ve ne tuhaf ki bu ölümlerin hepsi üzerlerinde bolca kuşku bulutu barındırıyorlar!
Şimdilerde tedricen dağılmaya başladı bulutlar ve yavaş yavaş suyüzüne çıkıyor artık illegal buzdağının görünmeyen kısmı.
Devletin memurları birkaç vatansevere(?) el altından silah sızdırıyor, onlarda bizi iktidarların şerrinden(?) kurtarmak için görevlerin en onurlusu(?) uğruna harekete geçiyorlar.
Hükümetler devriliyor, aydınlar öldürülüyor, bürokratlar makamlarında kurşunlanıyor, masumlar katlediliyor, başbakanlar, bakanlar asılıyor.
Peki, ne uğruna feda ediliyor bu insanlar?
Nasıl bir amaç insanoğlunu böyle bir katletme dürtüsüne mahkûm ediyor?
Hoş işin korkunçluğu bununla sınırlı olsa iyi!
Böyle bir vahşeti hiç umursamayan, silahların, paşaların vesayetinden zerre yeise kapılmayan insanlar var aramızda.
Bizimle birlikte yaşıyorlar, bizimle aynı havayı soluyorlar ama bu ortamın korkunçluğundan hiç mi hiç endişe etmiyorlar.
Hatta mutsuz bile sayılabilirler masumları öldürmek şüphesi barındıranların kanun karşısında sorguya çekilmelerinden.
Partizanlık, taraftarlık gırtlağa kadar köreltmiş zihinlerini… Şuurlarını ellerinden almış.
Ülkenin her tarafından silah çıkıyor hala bu konuda en son söylenmesi gerekeni en başta dillendiriyorlar. Büyük resmi görmezden gelip sindirmek teferruatıyla meşgul oluyorlar.
Ve Cumhuriyetten, laiklikten dem vurmaya devam ediyorlar havanın kasvetine bakmaksızın.
Devlet elinde bir çete besliyor, senin benim iktidara getirdiklerimiz devriliyor, ne gam!
Bu çetenin, bu tedhişin hiç mi hiç anlamı yok onlar için!
Muvazzaf paşaların hükümeti devirmekle ilgili eylem planları nasıl oluyor da tedirgin etmiyor bizi?
Tuhaf değil mi bu?
Defalarca darbe görmüş bir ülkede bir paşanın hükümeti devirme planının bulunması nasıl bir anlam ifade etmez birileri için?
Sanki daha önce hiç cunta görmemiş bir ülkenin insanlarının saflığındayız.
Kudret sahibi dindar bir bloğun hükümeti devirme planlarının ele geçirildiğini düşünebiliyor musunuz?
Kıyamet kopar bu ülkede!
İlkesel açıdan ne fark var bu ikisi arasında?
Kendi yasa dışılığını tehlikeli bulmama hastalığı bu…
Ya da ideolojik kabilecilik; senin terörün kötü benim terörüm iyi ilkelliği.
Elbette ki iktidarın bir sindirme çalışması içinde olup olmadığını düşünmeliyiz, tartışmalıyız.
İktidarın gücünün denetlenebilmesi bakımından ülkede böyle bir kamuoyunun oluşturulması da son derece lüzumludur.
Ama silahlarla, cinayetlerle ilgili sürekli bir ihtiyat politikası güderek neredeyse tek kelam edemeyenlerin, bu bir sindirme davasıdır demeleri de yel değirmenlerine savaş açan Donkişot’un çırpınışları kadar anlamlı olabiliyor.
Artık hepimiz kabul etmemiz gerekiyor;
Bu ülke bir hastalıkla boğuşuyor yüzyıldır… Susatan ve her susadığımızda deniz suyu içmek zorunda kaldığımız lanet bir hastalıkla!
İdeolojimiz ne olursa olsun aynı derecede umursamalıyız bu hastalığı!
Görmeliyiz artık şu ürkütücü manzarayı; görebilmeliyiz! Hep birlikte görüp hep birlikte karşı durabilmeliyiz!
Masumları öldürmek şüphesi barındıranların yargılanması konusunda bile ortak bir irade sergileyemeyeceksek hangi noktada birleşeceğiz.
Her toplum ancak layık olduğu ölçüde bir demokrasi ihdas edebilir.
Onun içindir ki;
Ne zaman böyle bir vahşete karşı parti pırtıya bakmaksızın topyekûn tepki koyabilirsek; ancak o zaman gerçek bir hukuk ve refah devletinde yaşama hakkı elde edebileceğiz.