Zaman zaman düşünmüyor değilim... “Türkiye, acaba Türkler tarafından mı idare ediliyor?”... Yoksa, “mutfakta biri” veya “birileri” mi var?.. Öyle sanıyorum ki; “Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülke” diye düşünen birileri, bugüne kadar Türkiye’yi yönetmiş, Türkiye’ye “rol ve istikamet” çizmiş!.. O birileri her kimse; “Siz düşünmeyin, sizin yerinize biz düşünürüz!.. Siz yapmayın, biz yaparız” diyerek, Türkiye’yi hep “ithalat”a mecbur bırakmış, “yerli üretim” yapmasını hep engellemiş, Türkiye’ye hep “ihanet” etmiş!..
Türkiye o kadar engellenmiş ki;
“Yerli malı Türk’ün malı, her Türk onu kullanmalı” diye kampanya açanlar bile “ithalat baskısı”na maruz kalmışlar, “yabancı”lara sürekli boyun eğmişler!..
“İlkokul çocukları”na, “Yerli Malı Haftası” kutlatıp; “Yerli malı incir, kestane, portakal” yedirtmeyi “yerlilik” sayan zihniyet, ne yazık ki, “kendi uçağını” yapan ve hatta “ihraç” seviyesine gelen Nuri Demirağ gibi “müteşebbis”lerin önüne takoz koyan zihniyettir!..
Bu “zihniyet”in temsilcileri sadece “devlet yönetimi”nde, sadece “siyaset”te değil, maalesef “medya”da da vardır!..
Sadece “Devrim Otomobili” dersek, mes’ele kendiliğinden anlaşılır... Çünkü; “Yüzde yüz yerli Devrim otomobili”ni engelleyen ve Türkiye’yi “ithal otomobil”lere mahkûm eden, maalesef “medya”dır!..
“YERLİ ROKET” DE ENGELLENMİŞ!
Bunun “nasıl yapıldığını” biraz sonra ayrıntılarıyla anlatacağım... Ama önce, “yerli roket ve bazuka üretimi”nin nasıl engellendiğinden kısaca bahsedeyim...
Ayrıntıları, haberimizde okuyabilirsiniz..
Efendim;
Bundan 62 yıl önce, yani 1949 yılında, Yüksek Mühendis Topçu Albay Emin Bozoğlu, kendi imkânlarıyla “roket” ve “bazuka” yapar...
Bu, “ilk yerli imalat”tır!..
Deneme, “başarıyla” gerçekleşmiştir!..
Emin Bozoğlu, bu durumu bir raporla Genelkurmay’a bildirir... Raporun tarihi, 15 Ocak 1949’dur!..
Emin Bozoğlu, özetle der ki;
“İmkân ve yetki verin, bu silâhların seri üretimine geçelim!”
Ne var ki;
Devreye “gizli bir el” girer ve maalesef “yerli roket ve bazuka imalatı”nın yapılmasını engeller!..
Tabiî, bu “gizli el”in kime veya kimlere ait olduğu asla öğrenilemez!..
Türkiye, bir defa daha;
“Silah ithalatı”na mecbur kalır!..
ERDOĞAN’IN YERLİ OTOMOBİL TALEBİ
“Roket ve bazuka üretimi” meselesinde, devreye hangi “gizli el”lerin ve hangi “gizli emel”lerin girdiğini burada kesip, gelelim “Erdoğan’ın teklifi”ne...
Malûm; 20 Ocak günü TÜSİAD’ın Genel Kurulu’nda konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Koç Grubu’na yüzde yüz yerli araba üretme önerisinde bulunmuştu...
“Bu işi halledin” diyen Erdoğan şöyle devam etmişti sözlerine:
“Geçen akşam Sayın Koç’a dedim, ‘Artık soyadınız gibi bir marka ile şurada biz yerli otomobilimizi üretelim ve dünyaya diyelim ki, bak bu da artık bizim otomobilimiz.’ Bunu sunalım, başaralım. Hepsi burada montajı yapılan otomobiller olmasın. Şu anda otomotiv sektörü içinde olan babalar burada... Bu işi halledin.”
Belli ki, “yerli otomobil” işi, Erdoğan’ın içinde bir “ukde”dir!.. Bu meseleyi “dert” edinmiştir... Yoksa, niye “yerli otomobil” istesin ki!..
Yine malûm ki;
Mustafa Koç, Erdoğan’ın teklifiyle ilgili olarak, “Biraz zor ama...” deyip, eklemişti:
“Görüldüğü kadar kolay bir iş değil amma elimizden geleni yapacağız!”
CHP, “YERLİ”YE KARŞI!
Çok enteresandır ki;
“Erdoğan’ın yerli otomobil talebi”nden en çok “rahatsız” olan CHP olmuştu... CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, Erdoğan’ın talebi için; “Öneri gerçekten üzücü ve kaygı vericidir” diyor ama neden “kaygı verici” olduğunu açıklamıyordu... Tam aksine, Erdoğan’ın talebi ile “alay” ediyor ve bu teklifin “basit ve ucuz çözüm” olduğunu iddia ediyordu...
İyi de; “Erdoğan’ın derdi, CHP’yi niye gerdi?”
Böyle bir teklifi, “ulusalcı” bir parti olan CHP’nin yapması gerekmez miydi?.. CHP gibi, “yerli” olduğunu iddia eden bir partinin, “yüzde yüz yerli otomobil” teklifine dört elle sarılması gerekmez miydi?..
Umut Oran, acaba “kimin sözcülüğü”nü yapıyordu ki, Erdoğan’ın teklifine karşı çıkıyordu?.. Bu tekliften, acaba niye “rahatsız” olmuştu?..
Yoksa, “Devrim düşmanları”nın günümüz sözcüsü müydü, onun için mi karşı çıkıyordu “yerli otomobil” teklifine?!?..
CHP’li Umut Oran’ın bu “yerli” karşıtlığını “tarihe not” olarak düşüyor ve şimdi “Devrim Otomobili projesinin nasıl öldürüldüğü”nün hikâyesine geçmek istiyorum.
DEVRİM’İ KİM HANÇERLEDİ?
Olayı, az-çok sizler de biliyorsunuz.
“Devrim” olayının özü ve özeti şu:
“Benzin bitti, imalat paydos!”
Ama, “ayrıntı”lar önemli.
Yenişafak’tan ayrıldıktan sonra yazılarına “ara” veren, şu günlerde hiçbir gazetede yazı yazmayan ama “tekliflere de açık” olan Fehmi Koru, bundan tam 11 yıl önce, yani 1 Mart 2000 tarihinde Yenişafak’ta Taha Kıvanç müstear adıyla yazdığı yazıda, “Devrim olayının perde arkası”nı anlatmıştı...
O yazıdan, özetle aktarıyorum:
Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) tarafından yeni yayımlanan “Gelenekten Geleceğe” adlı kitapta, ‘Devrim’ projesinin sahibi sayabileceğimiz Y. Müh. Şükrü Er’in bir notu bulunuyor. Okuyunca Türkiye’nin bir fırsatı elinden nasıl kaçırdığını daha iyi anlıyor insan. Eğer bir oyuna gelinmeseydi, muhtemelen bugünkü kadar çok sayıda fabrikamız olmayacaktı belki, ama az sayıdaki fabrikalarımızda kendi yapımımız otomobiller üretilecekti...
Şükrü Er, şunu yazmış:
“Devrim adı verilen otomobil, TCDD Eskişehir, Ankara ve Sivas demiryolu fabrikalarının işbölümü ve işbirliği ile, projesi dahil dört adet prototip olarak, dünya rekoru sayılabilecek dört ay gibi kısa bir zamanda, 30 civarında mühendisin ve yardımcılarının gece gündüz çalışması suretiyle imal edilmişti.”
Dönemin devlet başkanı Cemal Gürsel, müteşebbislere; “Memleketimize has bir binek otomobil motoru ve örnek bir yerli otomobil imal edilsin” talimatını vermiş... Bu sebeple, üretilen ‘Devrim’ otomobili Cemal Gürsel’in önünde denenmiş... Olayı ve ilk yerli üretim otomobilin başına geleni yine Şükrü Er’in anlatımından takip edelim:
“29 Ekim 1961 sabahı, standartlara uygun yol tecrübelerine bile yeterli zaman bulamadan, iki Devrim, gardan TBMM’ne devlet başkanını almaya gitmişti.
Rahmetli Gürsel’i alan Devrim’in 200 metre kadar gittikten sonra durması üzerine arkadan gelen ikinci Devrim’e binilmiş ve devlet başkanı Anıtkabir’e, oradan da Hipodrum’a Ankara sokaklarında halkın alkışları ve sevinç gözyaşları arasında Devrim’le gitmişti. Benzini biten öteki Devrim, benzin ikmali yapılarak korteji takip etmişti...”
Bu, o tarihî günde ne olduğunun proje sahibi mühendis tarafından doğru anlatımı... Ancak, Türkiye, şu günlere kadar, bu ‘doğru’yu değil, gazetelerin günümüze kadar yazıp durduğu “Devrim otomobili yolda kaldığı için projeden vazgeçildi” yalanını okudu hep.
Şükrü Er, “Ne yazık ki” diyor,
“Olayı açıklamak üzere birçok defalar basın toplantıları yapmama rağmen, basının ‘yerli araba yolda kaldı’, ‘Devrim 200 metre gidebildi’ gibi sloganlarla ve karikatürlerle verdiği idam fermanının imajını silmek mümkün olmadı.”
Denemenin yapıldığı o gün kimbilir hangi hâin niyetlerle deposuna az benzin konulan ilk yerli üretim otomobilin durması, Gürsel arkadan gelen ikinci Devrim’e geçip turunu eksiksiz tamamlamış olsa bile, basın tarafından projenin öldürülmesi için yeterli bir görüntü oluşturmuş sizin anlayacağınız...
Şükrü Er, aradan 38 yıl geçtikten sonra (1999 yazında) Eskişehir’e gidip depodaki Devrim’i yeniden gözden geçirmiş...
“Araba çalışır durumdaydı ve zaman zaman kullanılıyordu” diyor...
‘Devrim’ projesi için Türk mühendisleri kollarını sıvamadan önce, bazı ithalâtçılar, kendilerine ‘sanayici’ statüsünü de kazandıracak ‘otomotiv’ sektörüyle ilgilenmeye başlamışlardı.
Aynı kitaptan, yabancı teknolojiyle üretilecek ilk otomobil fabrikasının temelinin 1958 yılında Bursa’da atıldığını öğreniyoruz. O günden buyana geçen 50 yılda 14 ayrı marka altında yüzbinlerce otomobil üretildi ülkemizde; ancak hiçbiri ‘Devrim’ gibi yüzde 100 Türk mühendisinin alın teri ve vizyonunun eseri olmadı.
VİCDAN MI, CÜZDAN MI?
O günün “medya”sı acaba hangi güdülerle Devrim’i doğmadan boğma kararı almıştı?
Böylesine hayatî bir konuda yalan yazıp Türk sanayiini dışa bağımlı hale getirmenin kapısını açanlar sonradan hiç vicdan azabı duydular mı acaba?
Evet, hiç “vicdan azabı” duydular mı?.. Yoksa onlar, yaptıkları “yalan haberler” karşılığında “cüzdan”larına giren “dolar ve mark desteleri”ne mi baktılar?!?
Hadi diyelim ki;
“Medya”nın derdi “vicdan” değil, “cüzdan”dır; peki CHP’ye ne oluyor ki, 50 yıl sonra bugün “yüzde 100 yerli otomobil” talebine karşı çıkıyor?..
Yoksa, bu “proje”nin hayata geçmesi “Erdoğan’ın önerisiyle” olacağından ve dolayısıyla ona “puan” kazandıracağından mı endişe ediyorlar?..
Ben öyle sanıyorum ki;
Bu ülkede “yerli” olan her şeye karşı çıkan ve Türk insanını “Batı’nın kölesi” haline getiren CHP zihniyeti, işte bir defa daha görüldü ki, “yerli otomobil”e de karşıdır!..
Bunu da bir kenara not edin!..
Şunu da unutmayın;
“Yerli otomobil”e karşı çıkan CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran’ın, “hayat arkadaşım” dediği, ardından gözyaşları döktüğü “ölen köpeği”nin adı da “Oskar”dı, yani “yabancı” idi!..
Köpeğine bile “ithal isim” takan bir adamın, “yerli otomobil”e karşı çıkmasını, doğrusu hiç yadırgamadım!..
Baksanıza, Kemal Kılıçdaroğlu’nun lâkabı olan “Gandi” bile “ithal” bir isim!..
Bu kadar “ithalat düşkünü” olan bir partiden, hiç “yerlilik” beklenebilir mi?..
YAPARSA ERDOĞAN YAPAR!
Ama, “CHP’ye rağmen” ümitler yine de Başbakan Tayyip Erdoğan’da!..
Baksanıza; ilk yerli “roket ve bazuka”yı imal eden, Türkiye’nin ilk yerli otomobili Devrim’i üreten ekibin başındaki isim olan Genelkurmay eski Genel Sekreteri Yüksek Mühendis Topçu Albay Emin Bozoğlu’nun oğlu Atilla Bozoğlu geçenlerde diyordu ki;
“Siyasi düşünce olarak Tayyip bey’i kendime çok uzak bulurum. Ama şu var; bu gibi milli konularda Tayyip Bey çok iyi... Yerli arabayı yaparsa, bir tek Tayyip Bey yapar.”
Bu yazıyı yazdım ki;
“Yerli sevdalıları”nı ve “yerli düşmanları”nı çok iyi tanıyın!..
“Halk düşmanları” aramızda!..
Ve de, “Y-CHP’nin içinde!”
====================
Parti mi, köy kahvesi mi?
CHP; bir “parti” midir, yoksa “köy kahvesi” mi, bir türlü anlayamadım... Malûm, “köy kahveleri”nde, hemen her “parti”den, hemen her “görüş”ten insanlar vardır ve “her kafadan bir ses çıkar!”
CHP de öyle...
Kafalar “çok karışık” olmalı ki, her kafadan “farklı bir ses” çıkıyor... Kılıçdaroğlu ayrı telden çalıyor, Süheyl Batum ayrı telden!..
Bir de, CHP’deki kafa karışıklığına “kafası yatmayan”lar var ki, onlar da ayrı bir grup... Meselâ, CHP’nin “eski müftü” üyesi Muhammed Çakmak diyor ki; CHP normalleşirse, Türkiye de normalleşir!”
Demek ki, CHP, “normal” değil, “anormal” bir parti!..
“Türkiye’yi anormalleştiren” de, CHP’den başkası değil!..
Ya; “AK Parti’nin başarı sırrı”nı çözmek için “casus” sokan Hurşit Güneş ile Binnaz Toprak’ın söylediklerine ne demeli?..
Demişler ki;
“AK Parti, geçmiş hükümetler gibi popülist davranmadı!.. Parayı çarçur etmek yerine Türkiye’nin kalkınması için harcadı!”
N’ooluyor bu CHP’lilere Allah aşkına?..
Şu hâle bakın; “candaş medya” bütün nefesiyle “Kılıçdaroğlu rüzgârı” estirmeye çalışırken, bir kısım CHP’li de çıkmış, “Kılıçdaroğlu balonu”nu buruşturmanın peşinde!..
Şimdi, gelin de sormayın; CHP bir “parti” midir, yoksa “köy kahvesi” mi?.. Varsa anlayan, bana da anlatsın!